HAKİKATİN DEĞİŞMEYEN SAATİ: "ÖLÜM"
Ölüm; yaratılan her canlı için mutlak ve kaçınılmaz bir sondur. İnsan, yaşadığı dünyada ne kadar güç, servet, sağlık, şöhret, makam elde ederse etsin; ölüm gerçeği karşısında eşitlenir. Bu hakikat; Kur’ân-ı Kerîm’in defalarca hatırlattığı, Peygamberlerin sürekli uyardığı ve akıl sahiplerinin ibretle düşündüğü bir konudur. Çünkü ölüm, bir son değil; aslında yeni bir hayatın başlangıcıdır. Kur’ân-ı Kerîmde; “Her nefis ölümü tadacaktır.” (Âl-i İmrân, 185) buyurulmaktadır.
Bu ayet, ölümün herkes için mutlak bir gerçek olduğunu açık ve net bir şekilde ortaya koymaktadır. Hiçbir varlık, bu gerçeğin dışında değildir. Kimsenin ömrü ileri ya da geri alınamaz. “Ecel geldiğinde, ne bir an ileri alınabilir ne de geri bırakılabilir.” (Yunus, 49) ilahi mesajı bu hakikati açıklamaktadır. Ölüm ne erken gelir ne geç; tam vaktinde, tam yerinde, tam takdir edilen şekliyle gerçekleşir.
Ölümü sebepler değil, ilahi takdir belirlemektedir. İnsan, hastalıklarla mücadele eder, ilaçlar kullanır, ameliyat olur. Bunlar hayatı kolaylaştırmak, yaşamı konforlu kılmak içindir, ölümü geciktirmek ya da engellemek için değildir. Zira ölüm, sebebe bağlı gibi görünse de, aslında takdire bağlıdır. Ölümün hangi sebeple, nerede ve ne zaman gerçekleşeceğini ancak Allah bilir. “Hiç kimse, nerede öleceğini bilmez.” (Lokman, 34) Bu, insanın sınırlı ilminin ve gücünün farkına varması, tevazu ve teslimiyet içinde yaşaması içindir.
Az yaşayan da çok yaşayan da imtihandadır. Bazı insanlar uzun ömürlü, sağlıklı, zengin ve konfor içinde yaşar.........
© Denge
