Jeopolitik Krizler Döneminde Türkiye’nin AB’ye Yaklaşımı: Çıkar Temelli Bir İttifak mı?
Giriş
Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye arasında uzun yıllardır devam eden ilişkiler zaman zaman derinleşse de çoğunlukla krizlere, stratejik gerilimlere ve karşılıklı güvensizliklere sahne olmuştur. Türkiye’nin AB’ye üyelik başvurusu 1959 yılına, tam üyelik adaylığının tanınması ise 1999 Helsinki Zirvesi’ne uzanır.
2005 yılında başlayan tam üyelik müzakereleri, aradan geçen yirmi yıla rağmen hâlâ tamamlanamamıştır ve bugün itibariyle büyük oranda askıya alınmış durumdadır. Demokrasi, insan hakları, yargı bağımsızlığı gibi normatif meselelerde yaşanan uyumsuzluklar ve siyasi irade eksikliği, ilişkilerin ilerleyememesinin temel nedenlerindendir.
Bununla birlikte 2022 yılında başlayan Rusya-Ukrayna savaşı, Avrupa’nın güvenlik haritasını alt üst etmiş, AB’yi enerji, gıda ve savunma gibi alanlarda ciddi kararlar almaya zorlamıştır. Bu kriz ortamında Türkiye’nin yeniden AB nezdinde önemli bir aktör olarak öne çıkmaya başladığı görülmektedir. Hem NATO içerisindeki pozisyonu hem de Karadeniz bölgesindeki diplomatik faaliyetleriyle Türkiye, Batı için vazgeçilmez bir aktör olarak yeniden tanımlanmaktadır. Bu durum, Türkiye ile AB arasında yıllardır durağanlaşmış olan ilişkilerin yeniden gündeme gelmesini sağlamıştır.
Peki bu yeni dönem, ilişkilerde yapısal bir dönüşümün habercisi mi, yoksa yalnızca stratejik zorunlulukların dayattığı geçici bir yakınlaşma mı? Bu yazıda, Türkiye-AB ilişkilerinin son dönemdeki yönelimlerini jeopolitik krizler bağlamında inceleyerek bu ilişkinin geleceğine dair ipuçlarını analiz edeceğim. Aynı zamanda bu yakınlaşmanın yalnızca karşılıklı çıkarların ürünü mü yoksa kalıcı bir ortaklığa dönüşme potansiyeli taşıyan bir süreç mi olduğunu da sorgulayacağım.
Güncel Yakınlaşmaların Arka Planı
Türkiye ile AB arasındaki diplomatik ilişkilerde son dönemde gözlemlenen canlanma, temelde bölgesel ve küresel krizlerin etkisiyle şekillenmiştir. Bu krizlerin başında şüphesiz ki Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik işgali gelmektedir. Bu savaş, sadece Doğu Avrupa’daki dengeleri değiştirmemiş, aynı zamanda Avrupa’nın enerji güvenliği, savunma stratejileri ve dış politikasını da köklü şekilde etkilemiştir. Türkiye bu süreçte, bir NATO üyesi olarak Ukrayna’ya destek verirken, aynı zamanda Rusya ile iletişimini sürdürebilen nadir ülkelerden biri olmuştur. Karadeniz Tahıl Koridoru gibi girişimlerde oynadığı arabuluculuk rolü, Türkiye’yi AB nezdinde yeniden değerli kılmıştır.
Tahıl koridoru sadece Türkiye’nin diplomatik kapasitesini göstermekle kalmamış, aynı zamanda küresel gıda arz güvenliğini doğrudan etkileyen bir meseleye çözüm sunmuştur. AB, Türkiye’nin bu arabuluculuğunu memnuniyetle karşılamış, Ankara’nın kriz dönemlerinde oynayabileceği dengeleyici rolü yeniden takdir etmiştir. Bu gelişme, Türkiye’nin bölgesel krizlerde sadece müdahil bir aktör değil, aynı zamanda çözüm üretme kapasitesine sahip yapıcı bir ortak olarak algılanmasını sağlamıştır.
Buna paralel olarak İsveç’in NATO üyeliği süreci, Türkiye’nin Batı ile yürüttüğü çok boyutlu........
© Daktilo1984
