Ölmek Var Dönmek Yok Siyaseti
İzmir, Manavgat, Antalya, Adana, Adıyaman ve son olarak Şile belediyelerine yönelik gerçekleştirilen operasyonlar, Türkiye’de yerel siyasetin yargı ile olan ilişkisinin ne denli karmaşık ve çok katmanlı bir hal aldığını bir kez daha gözler önüne serdi.
Özellikle CHP yönetiminde olan belediyelere yöneltilen yolsuzluk suçlamaları, görünürde hukuki zeminde şekillense de, bu operasyonların sosyopolitik arka planı, klasik yolsuzluk söyleminin çok ötesine geçiyor.
Şöyle ki, söz konusu kentlerdeki müdahaleler aynı kategoriye yerleştirilemeyecek denli farklı dinamiklerle şekillendi. İzmir örneğinde, geçmiş belediye yönetimi ile bu yönetimin yerel düzeyde oluşturduğu siyasi ağlar hedef alınırken, Manavgat ve Antalya’da güncel yönetime dair iddialar soruşturmaların odağına yerleşmişti.
Adana ve Adıyaman’da ise sürecin daha merkezi bir stratejinin, yani İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yöneltilen sistematik soruşturma sürecinin bir uzantısı olarak işlediği görülüyor. Genel merkez tüm müdahaleler için “yargı darbesi” ifadesini kullanmakta. Ancak Manavgat’ta açıkça, İzmir ve Antalya’da ise üstü örtük bir şekilde bekle gör siyaseti izleniyor.
Sosyolojik açıdan değerlendirildiğinde, Türkiye’de siyasal alanın giderek daha fazla “yargılaşma” eğiliminde olduğunu, yani siyasi mücadelelerin mahkeme salonlarına taşındığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu durum, seçimli demokrasinin yalnızca sandıkla sınırlı olmadığı, aynı zamanda yargı, medya ve bürokrasi gibi diğer alanlarda verilen mücadelelerle iç içe geçtiği bir siyasal rejim formuna işaret etmektedir.
Sonuç olarak, CHP’nin karşı karşıya olduğu durum, sadece dışsal bir baskı ile açıklanamayacak kadar çok katmanlıdır. Parti içi hizipçilik, yerel düzeydeki güç ilişkileri, kamuoyu baskısı ve yargı süreçleriyle etkileşimli bir kriz alanı oluşmuş durumda. Bu kırılgan yapı, hem siyasal muhalefetin sürdürülebilirliği açısından ciddi bir risk teşkil ediyor hem de Türkiye’de demokratik kurumların işleyişine dair önemli soru işaretlerini gündeme getiriyor.
Özel’in açıklamalarında dikkat çeken ana gündem ise yargı süreçlerinin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik yürütülen daha büyük bir baskı stratejisinin parçası olarak kurgulanmasıdır. Bu okuma, Cumhuriyet Halk Partisi’nin karşı karşıya olduğu siyasal müdahaleleri, anayasa tartışmaları ve Kürt sorunu çerçevesinde bir “baskı aracı” olarak algıladığını göstermekte. Parti liderliği, anayasa sürecine destek vermesi ve İmamoğlu ile arasına mesafe koyması yönünde iktidar tarafından dolaylı mesajlar aldığını düşünüyor.
Özel’in kullandığı retorik, “ölümüne sadakat” şeklinde yorumlanabilecek bir siyasi duruşa işaret ederken, bu tutumun politik rasyonalite çerçevesinde değil, daha çok duygusal ve simgesel anlamlar üzerinden şekillendiği görmekteyiz. Siyasal psikoloji........
© Daktilo1984
