menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Sanayi Devrimi’ni Açıklamak – 4 | Sömürgecilik, Küresel Ticaret ve Kurumlar

7 0
09.04.2025

Önceki yazımda, emperyalizmin en azından doğrudan Britanya Sanayi Devrimi’nde belirleyici bir rol oynamadığını görmüştük. Peki sömürgeciliğin Sanayi Devrimi’ne dolaylı bir yoldan katkısı olmuş olabilir mi? Örneğin, daha önceki yazılarımda analiz etmiş olduğum Robert Allen’ın “yüksek ücretler hipotezi”, sömürgeciliğin dolaylı etkilerinin Sanayi Devrimi üzerindeki belirleyici bir rolü olduğunu savunmaktadır.[1] Allen’a göre Sanayi Devrimi arifesinde Britanya’daki yüksek ücretlerin varlığı, icatları teşvik etmiş ve böylece Britanya’nın Sanayi Devrimi’ni gerçekleştirmesini sağlamıştı. Peki, Allen’a göre en başta neden Britanya kıta Avrupası’ndaki en yüksek ücret seviyesine sahipti? Allen, Britanya’nın bu dönemdeki yüksek şehirleşme seviyesinin yüksek emek maliyetinin altındaki temel faktör olduğunu vurgulamaktadır.[2] Çünkü şehirlerde yaşam maliyeti çok daha yüksek olduğundan işçilerin şehirlerde kalmasının sağlanması için maruz kaldıkları sağlıksız ve kötü yaşam koşullarının telafisi mahiyetinde daha yüksek ücret gerekmekteydi. Dolayısıyla Britanya’daki yüksek ücretlerin altında yüksek şehirleşme yatmaktaydı. Peki Britanya’daki hızlı şehirleşmenin temel nedeni neydi? Allen, Atlantik ticaretinin yükselişi ile sömürgecilik faaliyetlerinin artışının şehirleşmenin ve dolayısıyla da yüksek ücretlerin temel sebebi olduğunu ve böylece Sanayi Devrimi’nin Britanya’da gerçekleşmesini dolaylı yoldan olsa da belirleyici biçimde etkilediğini kaydetmektedir. Fakat daha önceki makalemde detaylıca tahlil ettiğim gibi, yüksek ücretleri Britanya Sanayi Devrimi’nin temel sebeplerinden birisi olarak değerlendirmek olanaksızdır.[3]

Emperyalizm başka bir dolaylı yoldan Sanayi Devrimi’nde önemli bir rol oynamış olabilir mi peki? Genel bir çerçevede bunu düşünmek için 18. yüzyılın sömürgeci ülkelerini karşılaştırmalı bir perspektiften inceleyelim. Bilindiği üzere, sömürgecilik ve emperyalizm faaliyetlerini başlatan ve 18. yüzyılın ortalarına kadar dünyanın en büyük sömürge imparatorluklarına sahip ülkeler, İspanya ve Portekiz imparatorluklarıydı.[4] İspanya ve Portekiz, Yeni Dünya’nın en gelişmiş ve zengin bölgelerini imparatorluklarına katmış ve Britanya’ya tarımsal faaliyetlerin bile ölçek ekonomisine uygun olmadığı Kuzey Amerika kalmıştı.[5] Bununla birlikte ilginçtir ki İspanya ve Portekiz göz kamaştırıcı nitelikteki sömürge imparatorluklarına rağmen giderek Britanya ve Hollanda’nın gerisine düşmekteydi. Broadberry ve diğerleri bu konuda şöyle yazar: “Cenevizliler, Portekizliler ve İspanyollar bu denizaşırı girişimlerin öncüsü olduklarına göre, bu girişimlerden en büyük faydayı sağlayacak ülkelerin onlar olması beklenebilirdi. Şüphesiz, Portekiz ve İspanya büyük denizaşırı imparatorluklar kurmuştu. Ancak nihayetinde, güney Kuzey Denizi’ndeki Antwerp, Amsterdam ve Londra gibi limanlar ve onların daha küçük uyduları, ticareti daha fazla yönlendirdi ve daha büyük ticari kazançlar sağladı.”[6]

Peki neden ilk sömürge imparatorluklarını kuran İspanya ve Portekiz ekonomik olarak geriye düşerken, Britanya veya Hollanda tam tersi bir trend izledi? Bu olgu acaba sömürgecilik faaliyetinin ülkelerin bazı karakteristik özellikleri ile etkileşime girip, bu etkileşimin kalkınmayı mümkün kılacak bazı koşulları dolaylı biçimde tayin etmiş olabilmesinden kaynaklanıyor olabilir mi? Acemoğlu, Johnson ve Robinson’ın (bu üç ismin kısaltma adı AJR’dir) ortaya koyduğu gibi, aslında durum tam olarak da böyleydi.[7] AJR, sömürgeciliğin Kuzey Batı Avrupa’da kurumların değişmesini ve iktisadi büyümeyi mümkün kılacak biçimde düzenlenmesini sağladığını, kurumsal değişimi teşvik ettiğini ve böylece de dolaylı yoldan Batı ve daha spesifik olarak Britanya’nın iktisadi olarak kalkınmasını dolaylı yoldan belirlemiş olduğunu öne sürmektedir.

Şöyle ki, sömürgecilik ve daha spesifik olarak Atlantik ticareti Britanya ve Hollanda’da kraliyet, aristokrasi ve genel olarak status quo’dan bağımsız bir burjuva sınıfının doğuşuna yol açmıştı. Diğer bir deyişle, Atlantik’in fırsat ve zenginliklerle dolu yeni dünyası, Avrupa’da ancien regime’lerden bağımsız olan güçlü yeni bir sosyal sınıf yaratmış, bu olgu da dönemin Avrupa’sında güç dengelerini altüst etmişti. Bu değişen güç dengesi, Sanayi Devrimi’ni mümkün kılacak kurumsal yapıların filizlenmesini sağlayacaktı; nitekim bu yeni sosyal sınıf, özellikle Britanya’da monarkın gücünün sınırlandırılması için verilen çatışmalardaki belirleyici rolü oynamıştı. Sömürgecilikten elde edilen sermaye birikimi ve kârların mahiyetlerini yukarıda verilerle aktarmaya çalışmıştım. Sömürgeler ve küresel ticaretten elde edilen sermaye birikimi ve kâr akışları, her ne kadar tek başına Sanayi Devrimi’ni gerçekleştirebilecek seviyelerde olmasa da, belli bir sınıfın elinde toplandığında, Britanya’nın sosyo-ekonomik panoraması ve güç dengesini kökten sarsabilecek boyutlardaydı. Nitekim Sven Beckert’in ifadesiyle, “(…) bu tüccarlar uzun mesafeli ticaretten servet kazandıkça, onlardan gelir elde etmeye gitgide daha bağımlı olan hükümetten politik koruma talep edebiliyor”[8] ve böylece monarşinin keyfi biçimde vergi koyma ve kamulaştırma yetkilerini sınırlandırıp özel mülkiyete saygı gösterecek kurumların inşasını destekliyorlardı.

Mesela Saumitra Jha, 17. yüzyıl Britanya Parlamentosu’nda bir milletvekilinin deniz aşırı anonim şirketlerde hissesinin bulunmasının İngiliz İç Savaşı sırasında krala karşı parlamentonun üstünlüğünü destekleme olasılığını yüzde 15.9 artırdığını ve deniz aşırı anonim şirketlerde hisse senedi sahipliğinin, daha önce hiçbir ticari çıkarı olmayan veya mecliste tarafsız bir tutum takınmış bir milletvekilini bile kral karşısında tavır almaya ittiğini ampirik olarak belgeler.[9] Üstelik çalışma bu verilerin ardından gösterir ki, bu olgu son kertede Britanya Parlamentosu’nun monarşiye baş kaldırma olasılığını yüzde 71.2 düzeyinde artırmıştı. Çünkü İngiliz Parlamentosu’nun monarka karşı başkaldırabilmesi için meclisin çoğunluğunun desteğine ihtiyaç vardı ve son tahlilde mecliste parlamento üstünlüğünü savunanlar, yüzde 56’ya yüzde 44 çoğunluğu sağlayarak krala meydan okuyabilmişti. İki grup arasındaki fark sadece 30 milletvekilinden ibaretti; eğer 16 milletvekili kralın tarafına geçmiş olsaydı, monarşistler mecliste çoğunluğu sağlayacaklardı. Hülasa Atlantik Ticareti, parçalanmış çıkar gruplarının parlamento üstünlüğünü savunan geniş bir koalisyona dönüşmesine sebep olmuş ve böylece de Britanya’da kapsayıcı siyasi ve iktisadi kurumların çimentosu görevi görmüştü. Sonuç olarak, Atlantik tüccar koalisyonunun ortaya çıkışı, Britanya’da ekonomik büyüme için gerekli ortamı hazırlayabilecek kurumların inşasına sebebiyet vermişti. Söz konusu bu kurumlar da, ileriki bölümlerde detaylıca üzerinde duracağım üzere, Britanya’da Sanayi Devrimi’nin gerçekleşmesindeki en önemli nedenlerin başında gelmekteydi.

Peki, niçin İspanyol ve Portekiz İmparatorluklarında sömürgelerden akan kârlar aynı etkiyi yaratmamıştı? Çünkü İspanyol ve Portekiz monarkları tüm sömürge ticaretini kendi tekelleri altına almayı becerebilmiş ve böylece Atlantik ticareti üzerinde mutlak bir hakimiyet elde etmişlerdi. Dolayısıyla, sadece monarktan imtiyaz alanlar transatlantikte ticaret yapabilme yetkisine sahipti. Böylece yalnızca monarka bağlı ve sadık çevreler kolonilerle ticari ilişkilere girebilmekteydi. Zira kolonilerle ticaret doğrudan imparatorun kendi “mal”ıydı ve ancak monarkın imtiyaz sunduğu kraliyet yanlısı tüccarlar kolonilerin zenginliklerinden faydalanabilirlerdi.[10] Bellin’in işaret ettiği üzere, bir sınıfın ideolojik ajandasını belirleyen en temel iki olgudan biri mevcut status quo’ya olan bağımlılıklardır.[11] Bu bağlamda monark ve status quo’ya bağımlı ve onun sayesinde sermayelerini biriktirebilmiş bir burjuvazi, doğal olarak status quo’nun devamından yana olacaktır. Britanya’da ise durum daha farklıydı, çünkü İngiliz monarşisi Atlantik ticaretini kendi tekeline almayı başaramamıştı. Dolayısıyla Atlantik ticaretiyle sermaye birikimini sağlayan yeni İngiliz burjuvazisi, monarşiden ve status quo’dan bağımsız bir mahiyetteydi ve bu bağlamda kendi çıkarları uyarınca, monarkın kontrolsüz vergi koyma ve kamulaştırma gücüne şüpheci ve muhalif bir tavırla yaklaşmaktaydı. Britanya’nın tam tersine, İspanya ve Portekiz’de Atlantik’ten akan kârlar monarkların ekonomik gücünü iyice pekiştirmiş ve monarşinin anayasal taleplere karşı daha dayanaklı ve tavizsiz olabilmelerine olanak tanımıştı. Zira, sömürgelerden akan paralar monarşinin çevresine akmıştı.

O zaman şu soru sorulmalıdır: Neden Britanya’da monarşi sömürge ticaretini kendi tekeline alamazken, tam tersine İspanyol ve Portekiz monarkları sömürge ticaretini tekellerine almakta başarılı oldu? Aslında fark ayrıntılarda gizlidir; yeni dünyanın keşfinin arifesinde Britanya veya genel olarak Kuzey Batı Avrupa, kurumsal olarak İspanya ve Portekiz’e kıyasla biraz daha kapsayıcı bir niteliğe sahipti. Genel kurumsal bağlamda çok benzerlerdi tabii ki, fakat Britanya veya Hollanda........

© Daktilo1984