Ulus devletin ‘yumuşak karnı’ - Ömer Can Talu
Türkiye’nin siyasi gündemi, bir kez daha temel bir eksende sıkışmış durumda: Anayasa ve kimlik tartışmaları. “Yeni bir çözüm süreci” dayatması, anayasanın ilk maddelerinin değiştirilmesi talepleri ve “Türk” tanımının yeniden ele alınması önerileri... Peki, bu tartışmaları doğru bir zemine oturtmak için ne kadar geriye gitmemiz gerekiyor? Mesele, basit bir iç politik çekişme mi, yoksa ulus-devletlerin geleceğini hedef alan küresel bir stratejinin parçası mı?
Bu soruların yanıtı, imparatorlukların yıkılıp ulusdevletlerin kurulduğu o sancılı dönemin kodlarında saklıdır. Unutulmamalıdır ki Türkiye Cumhuriyeti, bir imparatorluğun küllerinden, o imparatorluğu yıkan en büyük zehir olan etnik milliyetçiliğin “panzehirini” bularak doğmuştur. Kurucu irade, Osmanlı’yı Balkanlar’dan Ortadoğu’ya parçalayan etnik ve dini temelli ayrılıkçılığın tuzağına düşmemek için bilinçli ve stratejik bir yol çizmiştir: Sivil milliyetçilik.
Mustafa Kemal Atatürk'ün o veciz ifadesi, “Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” bir ırkın veya etnik kökenin değil, bir kader birliğinin, bir siyasi projenin manifestosudur. Tıpkı Fransa'da yaşayan herkesin etnik kökenine bakılmaksızın “Fransız” olarak anılması veya Alman Anayasası'nın “Alman milleti” üzerine kurulu olması gibi, Türkiye de milleti, “yurttaşlık bağı” üzerine inşa etmiştir.
1924,........
© Cumhuriyet
