Cumhuriyetin kimlikle imtihanı: Kimlik siyaseti ve Aleviler - Mahmut Aslan
Son haftalarda, ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yapılan açıklamalar, Türkiye’de kimlik siyaseti ile devlet yapısı arasındaki gerilimi yeniden görünür kıldı. Üç açıklama farklı kanallardan yapılmış olsa da kimliklerin anayasal yurttaşlık ilkesinin önüne geçirilmesini teşvik eden, laik Cumhuriyetin kurucu zeminini aşındıran ortak bir siyasi zihniyeti yansıtıyor. Bu zihniyet, çok kimlikli ve mezhebe dayalı bir siyasi modelin yani bir tür “Lübnanlaşmanın” önünü açma niyeti taşıyor.
ABD Büyükelçisi Tom Barrack’ın “güçlü ulus-devletler İsrail için tehdittir” ve “Arap ülkelerinin merkezi yapıya kavuşması İsrail açısından risk oluşturur” sözleri, görünürde bir dış politika yorumu gibi sunulsa da Türkiye’nin iç siyasal yapısını da hedef alan ideolojik bir yönlendirme içermektedir. Barrack’ın Osmanlı’daki “millet sistemi”ni Türkiye için ideal model olarak göstermesi, yurttaşlığı değil aidiyeti esas alan, bireyi değil cemaatleri muhatap alan bir siyasal yapıyı meşrulaştırmaya yöneliktir.
Cumhuriyet, bireyi cemaatin gölgesinden çıkararak yurttaş haline getiren tarihsel bir kopuştur. Bu açıdan bakıldığında Barrack’ın önerisi Türkiye’yi yeniden mezheplerin ve etnik grupların siyasal pazarlıkla temsil edildiği bir yapıya sürüklemeyi hedeflemektedir. Amin Maalouf’un “Ölümcül Kimlikler” kitabında belirttiği gibi, kimlikleri mutlaklaştırmak onları ölümcül hale getirir. Maalouf’un ifadesiyle, “bütün bir kimliği, öfkeyle ilan edilen tek bir aidiyete indirgeyen o dar, sığ, yobaz, kolaycı yaklaşım” siyaseti barışı değil, çatışmayı besler.
Devlet Bahçeli’nin “Cumhurbaşkanı yardımcılarından biri Alevi, biri Kürt olabilir” açıklaması, ilk bakışta çoğulcu bir açılım gibi dursa da esasında eşit yurttaşlık ilkesini zedeleyen bir lütuf diliyle kurulmuştur. Kimliklerin temsili anayasal yurttaşlık zemininde değil,........
© Cumhuriyet
