Nükleer savaş dersleri
Bazı kitaplardan bazen bir duygu tohumu, bir im kalır geriye. Okurun belki de kendi yaşamından yola çıkarak etkilendiği bir ayrıntı unutulmazı olur. Tolstoy’un “Savaş ve Barış”ını okuduğumda liseyi yeni bitirmiştim. Romanın başlarında gencecik Nataşa’nın Pierre Bezurov’la tanıştığında onu bir duvar saatine benzetmesi yıllar yılı zihnimden silinmedi. Yazar muhtemelen onun iri ve hantal dış görünüşünü heybetli bir saatle birleştirerek tanımlamaya çalışıyordu. Yine Pierre’nin arkadaşı, asker Andrey’in kişiliği savaş kahramanı olmaktan uzaktı; savaşların anlamsızlığının mesleğine rağmen ayrımındaydı.
Yaralandığında ilk önce gökyüzüne bakmış, o zamana kadar parlak yıldızları fark etmediği için hayıflanmıştı: “Başının üstünde artık gökyüzünden başka bir şey yoktu; yavaş yavaş kayan kurşini bulutlarıyla, bulanık ama yine de ölçülemeyecek kadar yüksek bir gökyüzü. ‘Ne sessiz ne sakin ne azametli, hiç de koştuğum zamanki gibi değil’ diye düşünüyordu. (...) Nasıl olmuş da ben bu yüksek gökyüzünü daha önce görmemişim? Sonunda onu görebildiğim için öyle mutluyum ki! Evet!”
***
Ortadoğu’da savaş kendini gösterdiğinde ilk önce aklıma Andrey’in ölümcül yaralarına rağmen gökyüzünün uçsuz bucaksızlığına yattığı yerden bakması geldi. Çünkü çıldırmış dünyanın çıldırmaya meyilli “büyük adamları”, her şeye rağmen aynı göğün altında yaşayan dünyalıları nükleer bombalarla talan edilmiş bir ömre........
© Cumhuriyet
