Dan Brown, yeni kitabı 'Sırların Sırrı'nı Ertuğrul Özkök'e anlattı: Her insanın bir gün mutlaka öğreneceği ama kimseye anlatamayacağı sır nedir?
Bu sabah Türkiye saati ile New York, Londra, Paris, Berlin, Roma veya 56 ülkeden herhangi birinde kitapçı vitrinlerine bakarsanız göreceğiniz tablo şu olacak:
Dan Brown’ın yeni romanı “Sırların Sırrı…”
Büyük bir ihtimâlle vitrinlerin tamamına yakını bu kitapla dolu olmuş olacak.
Çünkü bugün itibariyle bütün dünyada hiç tartışmasız en çok satılacak kitap da bu olacak.
“Nereden biliyorsun?” derseniz, daha önce çeşitli defalar yaşadık da ondan.
Dan Brown, kitap dünyasının en büyük “blocbuster”larından biri…
Harry Potter ve Yüzüklerin Efendisi ile birlikte dünya kitap piyasasının geçilmesi zor “triumvirası” onlar.
Bugün çıkan “Sırların Sırrı” romanını bir solukta okudum.
Dan Brown tutkunlarına şimdiden söyleyeyim.
En sinematografik anlatımlı romanı bu oldu diyebilirim.
Daha kitabın adını öğrendiğim an, onunla bu konuyu konuşma arzusu bir merak böceği gibi derime yapıştı.
Dan Brown’ın ofisi ve Altın Kitaplar’dan “Bu kitap üzerine konuşmak ister misiniz?” telefonu geldiğinde bir dakika bile düşünmeden “Evet” dedim.
Bu defa kitap üzerine konuşmayı internet üzerinden yaptık.
Ekranda karşıma çıktığında arkasındaki dev kütüphane dikkatimi çekti.
“Burası neresi?” diye sorduğumda aldığım cevap şuydu.
Dünyanın en büyük yayınevlerinden Random House’ın New York’taki merkez binasının kütüphanesiymiş.
Bu bina yeni romanındaki en, en önemli mekânlardan biriydi.
Dan Brown’ın fotoğraflarına baktığınızda sizde mesafeli, hatta biraz soğuk bir insan izlenimi yaratıyor.
Oysa hiç öyle değil.
Son derece sempatik, samimi ve açık sözlü.
Sorduğunuz soruları geçiştirme gibi bir tavrı yok.
Hepsine açık cevaplar veriyor.
Birazdan mülakatı okurken bunu daha çok hissedeceksiniz.
Okuyacaklara hemen söyleyeyim.
Bugüne kadarki romanları içinde bilimsel ayrıntıların en ağır basanı bu olmuş.
Bir “non fiction” kitap okumuş kadar bilgi vardı. O nedenle altını çize çize okudum.
Romanda üç mekân geçiyor ama ana mekân Prag.
Bugüne kadar Prag’a üç defa gittim ama bu kitaptan sonra kesin bir kere daha sırf “Sırların Sırrı” turu yapacağım.
Romanı dünyada ilk okuma şansı bulan insanlardan biriyim.
Yayınevi 20 gün önce henüz kitap haline gelmemiş, çoğaltma sayfalarını gönderdi.
Her sayfanın üzerinde “Okuma kopyasıdır” yazılı bir damga vardı.
Ancak bunu göndermeden önce Altın Kitaplar’la bir “gizlilik sözleşmesi” yaptım.
Kitabı hiçbir şekilde kimseyle paylaşmayacağımı, 9 Eylül öncesinde kitaptan herhangi bir bölümü veya bilgileri paylaşmayacağımı taahhüt ettim.
Bodrum’daydım, o nedenle şöyle bir zorluğum vardı.
Kitabı kargo ile veya e-Mail ile göndermelerine izin verilmiyormuş.
Ancak İstanbul’daki evime yayınevi tarafından iletildi.
Ben de oradan almak zorunda kaldım.
Dan Brown, kararlaştırdığımız 26 Ağustos günü akşam üzeri saat tam 16.00’da ekranın başındaydı.
Ben de Bodrum’da iPad’imin karşısındaydım.
O, Random House’ın harika kütüphanesinde çok güzel bir dekorun önündeydi.
Ben de Bodrum’da “Vuslat”ın çok beğendiğim yeni bir tablosunun önünde.
Bana ayrılan süre 40 dakikaydı.
İşte size bugün, bütün dünyada vitrinleri kaplayan ve hiç şüphesiz bu sonbaharın en önemli kitap olayı olan Sırların Sırrı’nın yazarı ile yaptığım bu özel mülakat…
- Sizi tekrar gördüğüme sevindim. Ekrandan gördüğüm kadarıyla harika bir yerdesiniz Bay Dan Brown. Öncelikle çok teşekkür ederim. Bana yeni romanınızı okuyan ilk kişilerden biri olma şansını verdiniz. Ayrıca üçüncü kez sizinle röportaj yapma şansı tanıdınız.
Evet, biliyorum, harika.
- Şunu çok rahat söyleyebilirim. Benim için Da Vinci Şifresi’den sonraki en iyi roman bu. Elimde 15 soru var, tabii vaktiniz yeterse.
Anlaştık. Benim de 15 cevabım var…
- Öncelikle, bu romanda dikkatimi çeken bir özellik var. Öteki romanlarınız bir ‘cinayet’ ile başlıyordu. Bu ise ‘ölüm’ ile başlıyor. Yani bir cinayeti değil, ölümün ne olduğunu açıklamayla... Ve ölümü, beynin basit bir kimyasal süreci olarak tarif ediyorsunuz. Hatta şöyle bir cümle var: “When you die, you die.” Gerçekten ölümün basit bir kimyasal süreç olduğuna mı inanıyor musunuz? Yani öldüğünüzde her şey bitiyor mu?
Sekiz yıl önce bu kitabı yazmaya başladığımda buna inanıyordum. Ama artık inanmıyorum. Robert Langdon gibi oldum: Önce şüpheci başlıyor, sonra inanan biri oluyor. Bu kitabı yazarken geçen uzun yıllarda benim yolculuğum da böyle oldu. Kitabın başında yaptığımsa, şüpheci ve rasyonel bir nörobilimciyi kullanarak okuyucuya şunu demekti: “Hayat sonrasında da yaşam olduğu saçma bir fikir. Olmaz. Tabii ki olmaz. Hepsi kimyasal.”
- Yani okuyucuya verdiğiniz mesaj neydi? Yeni bir ‘din’ mi?
Hayır, okuyucuya şu mesajı verdim: Endişe etmeyin, bu bir New Age din, pozitif hissetme, spiritüel kitap değil. Bu, bilimin ön planda olduğu bir kitap. “Mistik bir dini deneyimim oldu ve ölümden sonra yaşam var” demeye çalışmıyorum. Başlangıçta “Hayır, imkânsız” diyerek başlıyorum.
- Madem ölümü konuşmaya başladık, Frankfurt’ta bana şunu söylemiştiniz: “Bir gün ölüm geldiğinde başucumda bir rahibe ihtiyacım olacak mı, gerçekten bilmiyorum.” Şu an bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Hayır, hâlâ gayet eminim ki ihtiyaç duymayacağım. Zaten hiçbir rahip gelip benimle konuşmaz herhalde. Bence din, ölüm deneyimi üzerinde tekele sahip değil. Hangi dine inanırsanız ya da agnostik olun, önemli değil. Ölürken aklınızda arkadaşlarınız, aileniz ve tanıdığınız insanlar olur, mistik bir şeyler değil.
- Dikkat ediyorum, “ölümden” söz ederken hep “ölüm deneyimi” ifadesini kullanıyorsunuz. Zaten romanın ana temalarından biri de bu. Öyleyse şimdi romana geçelim. Bu defa “Sırların Sırrı,” diyorsunuz. Yani eski sırların sonu mu, yoksa başlangıcı mı? Çünkü tam olarak anlayamadım. Eğer sırların sırrını öğrenirsek, artık sır kalmayacak. Yani bundan sonra artık bir başka Dan Brown okumamıza neden kalmayacak mı?
Çok doğru bir soru. Sırların sırrının ne olduğunu son sayfada öğreniyorsunuz. Her kültürde, dilde, demografide herkesin bilmek istediği sır, “ölümün sırrıdır.”
- Öyleyse nedir ‘ölümün sırrı?’
Çok basit. Ne oluyor? Ölümden sonra bir şey var mı, yoksa bir son mu? Sırların Sırrı denmesinin sebebi bu. Sonunda hepimiz bir gün bunun cevabını öğreneceğiz.
- O zaman sır olmaktan çıkıyor mu?
İşte sorun burada. Geri gelip bu sırrı kimseye anlatamayız. Yani gerçekten ilginç bir paradoks var önümüzde: Sırrı sonunda öğrendiğinde, kimseye anlatamazsın.
- Böyle anlatıldığı zaman kulağa mistik bir olay gibi geliyor ama kitabın neredeyse her sayfasında bilim var. Bilim bir........© Bizim TV
