Anahtar Parti Neyi Başarmak İstiyor?
Türkiye’de milliyetçiliğin tezahürleri, elbette her zaman tören alaylarıyla, şanlı bayrak devinimleriyle sınırlı kalmaz. Son on yılda siyasal sahada görülen parçalanmalar, tipik bir “ara form”lar çağına işaret ediyor. Anahtar Parti’nin kendine müstakil bir hat açmaya çalışması da, bu parçalı zeminin bir diğer cüretli denemesi. Milliyetçi siyasetin sahnesinde sık sık görmeye alıştığımız yeni “partilerden” biri olarak Anahtar Parti, 28 Ekim 2023 tarihinde İYİ Parti’den kan kaybıyla doğdu. Yavuz Ağıralioğlu liderliğinde kurulan bu parti, henüz seçime girmemiş olmasına karşın kamuoyu yoklamalarında yaklaşık %1,5-2 oy oranıyla dikkat çekmeye başladı. Ancak mesele sayılarla sınırlı değil; Ağıralioğlu’nun hitabet gücü, münazara becerisi ve medyadaki görünürlüğü, partisine herhangi bir genel/yerel seçim sınavına tabi tutulmamasına karşın kamuoyunda farklı bir alan açtı. Bu durum, yalnız Ağıralioğlu ve Anahtar Parti'ye özgü değil, Türkiye’de milliyetçi siyasetin kırılgan ve aynı zamanda yüksek potansiyelli yeni eksenlerinin de habercisi.
Ümit Özdağ’ın Zafer Partisi’nin aşırı sağ refleksleriyle, kentli, seküler, genç milliyetçi tabanda oluşturduğu dinamik arka plana kıyasla, Ağıralioğlu daha muhafazakâr, dindar, bozkırlı milliyetçi bir siyasi söylem inşa ediyor. Buradaki milliyetçilik sadece bir kimlik unsuru değil, aynı zamanda inanç ve yaşam tarzını da içine alan mütedeyyin eksende yeniden biçimleniyor; “Anadolu ruhunun” ve “muhafazakâr milliyetçinin” siyasal ağırlığı, partinin hem stratejik bir noktası hem de toplumsal zemininin temelleri olarak öne çıkıyor.
Değişen Dengeler ve Seçim Aritmetiği: Başkanlık Sistemi
2017’de Türkiye’nin rejim kodları, halkın onayına sunulan referandumla köklü bir değişikliğe uğradı; parlamenter düzen yerini başkanlık sistemine bıraktı. Bu dönüşüm, sadece kurumların işleyişini değil, siyasal rekabetin esas sahasını da radikal biçimde dönüştürdü. Parlamentonun etkinliğinin gerilemesi, siyasi partilerin yasama gücünde ciddi bir erimeye yol açarken, seçimlerin anlamı ve etkisi de aynı ölçüde azaldı. Ancak bu küçülme, siyasi partiler arasındaki rekabeti keskinleştirdi; çünkü artık oy oranının yüksekliği değil, ittifak içindeki pazarlık gücü belirleyiciydi.
Bu yeni siyasi fragmantasyon döneminde, AK Parti’den çıkan Gelecek ve DEVA Partileri, MHP’den ayrılan İYİ Parti, CHP’den kopan Memleket ve TDP, daha sonra İYİ Parti’den ayrılan Zafer ve Anahtar Partisi gibi yeni aktörler sahneye çıktı. Bu partiler, kendi içinde belli bir çekim alanı oluşturmaya çalışırken aynı zamanda sınırlı sayıda vekil ya da düşük oy oranlarıyla bile siyasi pazarda anlamlı aktörler olarak yer bulmanın formüllerini geliştirdiler. Başkanlık sisteminin getirdiği bu “daha az, fakat etkili” mücadelenin merkezinde siyasi ittifaklar vardı; %1-2 ile ifade edilen oy oranları bile pazarlık gücüne dönüşebiliyor, küçük partiler beklentilerini büyütebiliyordu.
2018 seçimlerinden sonra AK Parti’den ayrılan Ahmet Davutoğlu ve ekip arkadaşlarının kurduğu Gelecek Partisi ile Ali Babacan’ın önderliğindeki DEVA Partisi, post-AKP döneminde iktidar potansiyelini kovalayan iki ciddi aday gibi görünüyordu. Tarihin garip tekerrürüdür ki, 2001’de Fazilet Partisi’nden ayrılan ve 2002 seçimlerinde 4,5 oyla iktidara yürüyen AK Parti deneyimi, bu yeni oluşumlar için ilham kaynağıydı. Ancak güçlü programlara ve kurumsallaşma potansiyellerine rağmen 2023 öncesi yapılan ittifaklarda ne Davutoğlu ne de Babacan, Recep Tayyip Erdoğan’ın karizmasına ve kitlesel çekim gücüne yaklaşabildi. CHP ile koalisyon kurmaları, bırakın AK Parti’den kitle koparmayı, kendi tabanlarında da arzu ettikleri derinliği yakalamalarını engelledi.
Mahallenin diğer köşesinde ise MHP’den kopan ve İYİ Parti adıyla piyasaya çıkan hareket, siyasal haritada daha etkili bir ses oldu. İlk seçiminin ardından gibi etkileyici bir oy oranıyla yalnızca sayısal anlamda değil, toplumsal taban bulmakta da önemli bir aşama katetti. İYİ Parti, hem milliyetçi hem de merkez sağın rafine edilmemiş taleplerini kendine çekti ve Türkiye’nin siyasal panoramasında “ölçülü milliyetçiliğin bir temsilcisi olarak yerini aldı.
Buna karşılık, 2020 sonrası doğan Zafer Partisi’nin performansı, hem sürpriz hem de yeni siyasetin ipuçlarını taşıyor. İlk seçimde oyların %2,5’ini alarak görece küçük bir kitleye ulaşırken, Cumhurbaşkanı adayı Sinan Oğan’ın %5’lik oy oranı üzerinden başkanlık seçimlerinde önemli bir siyasi ağırlık elde etmesi, Türkiye’de milliyetçi siyasetin en sert ve mobilize edici yüzünün varlığını gösterdi. Bu yükseliş, sadece oy oranıyla değil, toplumsal tepkilerin giderek artan biçimde organize olması ve bu siyasetin sembolik yüzünün kamuoyunda karşılık bulması ile anlam kazandı.
Böylece siyasi alan, sayısal büyüklüğün değil, temsil ettiği “duyarlılıklar” ve oluşturduğu “tepkiler” nedeniyle şekilleniyor. Türkiye siyasetinde artık küçük hatta mikro partiler bile, doğru strateji ve zamanlamayla anlamlı bir “aktör” haline gelebiliyor; çünkü bu yeni rejimde, siyaset bir “pazarlık dünyası”na, ittifaklar ve parçalara bölünmüş sahalara dönüşmüş durumda.
90’lı Yıllar: Nizamı Alem Ocakları ve Ağıralioğlu........
© Birikim
