menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Saf Aptallığın Eleştirisi – İkinci Trump Devrini Anlamak

10 0
09.10.2025

İlk ve ikinci Trump yönetimleri, birbirinden oldukça farklı eleştirel tepkiler doğurdu. 2016’daki şok ve sonrasında yaşananlar, yalnızca ABD’de değil, aynı yıl Brexit referandumunun temel gerçekleri ve rakamları çarpıtan bir kampanyayla kazanıldığı Britanya’da da nesnel bilginin kaderine dair liberal bir endişe dalgası başlattı. Bu epistemik çöküşü tanımlamak için kısa sürede zengin bir sözcük dağarcığı oluştu. Oxford Sözlükleri, “post-truth” (hakikat sonrası) ifadesini 2016’nın kelimesi ilan etti; Merriam-Webster ise “surreal”i (gerçeküstü). İnternetteki botlar ve Rus trol çiftlikleri tarafından pompalanan “sahte haber” belası, profesyonel gazeteciliğin sosyal medyanın yükselişi karşısında ölümcül şekilde yara aldığını düşündürdü. Ve başkanlık danışmanı Kellyanne Conway’in, Trump’ın 2017 başındaki yemin töreninden sadece birkaç gün sonra “alternatif gerçekler” ifadesini icat etmesiyle, yeni yönetimin yalancılığı neredeyse resmileşmiş oldu.

Bu “hakikat paniği”nin istenmeyen bir yan etkisi, aslında karşı çıkmayı hedeflediği kişileri cesaretlendirmek oldu. “Sahte” kelimesi Trump’ın en sevdiği azarlamalardan biriydi; özellikle kendisi ve çevresi hakkında istenmeyen gerçekleri yazan medya kuruluşlarına karşı kullanıyordu. Güçlü bir şekilde büyüyen MAGA medyası, başkanın yalanlarını ve inkârlarını daha da büyüttü. Liberal uzmanlığın araçları, bu tür pervasız ikiyüzlülüğü hesaba çekmede yetersiz görünüyordu. O dönemin başvurulan isimlerinden biri, 1951 tarihli Totalitarizmin Kökenleri adlı kitabında “Totaliter yönetimin ideal öznesi, inançlı bir Nazi ya da adanmış bir komünist değil; gerçek ile kurgu arasındaki farkın artık var olmadığı insanlar” diye yazan, Almanya doğumlu yazar ve filozof Hannah Arendt’ti.

2025’e geldiğimizde ise suçlamaların tonu değişmiş durumda. Pek çoğumuz için esas mesele, bir yalanlar çağında değil, bir aptallık çağında yaşıyor oluşumuz. Bu teşhis, siyasi yelpazenin farklı kesimlerinde de yankı buluyor. Ocak ayında merkez çizgideki köşe yazarı David Brooks, New York Times’ta “Aptallığın Altı İlkesi” başlıklı bir makale kaleme aldı. Yeni yönetim, diye yazdı Brooks, “şu soruyu tümüyle göz ardı eden bir biçimde davranıyor: Bunun ardından ne gelir?”

Mart ayında, belki de ideal bir akıl hocası sayılmayacak Hillary Clinton, aynı gazetede “Daha Ne Kadar Aptallaşılabilir?” başlıklı bir makale yayımladı. “Beni rahatsız eden şey ikiyüzlülük değil,” diyordu Clinton, “aptallık.” Nisan ayında ise Marksist yazar ve entelektüel Richard Seymour, “Tarihsel Bir Güç Olarak Aptallık” başlıklı bir deneme yayımladı. Arendt’in yerine Seymour, Troçki’den alıntı yapıyordu: “Siyasi eğri aşağı yöneldiğinde, toplumsal düşünceye aptallık egemen olur” – yani gerici güçler üstün geldiğinde, akıl hakaret ve önyargıya yenik düşer.

Trump’ın yalanları 2016’dakinden ne daha seyrek ne de daha örtük; ama artık tanıdık, çoktan kanıksanmış gibi geliyor. Trump’ın siyasal kariyerinin onuncu yılında “hakikatle savaş” hakkında daha başka ne söylenebilir?

Yine de ikinci Trump yönetiminin en az iki yönü yeni ve açık biçimde “aptalca”. Birincisi, Atlantic dergisinin editörünün, ABD’nin askeri operasyonlarına dair bir Signal grup sohbetine yanlışlıkla eklenmesine yol açan türden bir karmaşa ve beceriksizliktir – ki bu grupta başkan yardımcısı ve savunma bakanı da bulunmaktadır. İkincisi ise, tıpkı gümrük tarifeleri ya da tıbbi araştırmaların bütçesinin kesilmesi gibi, Trump’ın destekçilerine ve çıkar çevrelerine –seçmenlerinden hiç bahsetmiyoruz bile– herhangi bir fayda sağlamadan derin zararlar verecek politikalarda ısrarcı ve anlaşılmaz bir kararlılıkla ilerlemektir.

Aşı karşıtı, sözde sağlıklı yaşam savunucusu bir ismin sağlık ve insan hizmetleri bakanı yapılması, yalnızca hakikatten bir kopuş değildir; insanın ilerleyişine doğrudan bir saldırı gibi hissedilmektedir. Utah ve Florida’da, Robert F. Kennedy Jr.’ın baskısıyla içme suyundaki florürü yasaklayan yasalar, kanıta dayalı yönetişim fikrine karşı beslenen yeni bir husumetin işaretidir. Trump’ın birinci döneminden ikinciye geçiş, irrasyonelliğin kamusal akıl yürütme alanından devletin damarlarına yayılmasıyla sonuçlandı.

Başkalarının eylemlerini yorumlarken temel bir ilke, insanların davranışlarının arkasında gerekçeler olduğuna inanmaktır – bu gerekçeler duygusal, dar görüşlü ya da çıkarcı olsa bile. Grup sohbeti fiyaskosu ve gümrük tarifeleri karmaşasının ardından, sosyal medya kullanıcıları bir tür oyuna girişerek Trump yönetiminin eylemlerini kendi favori açıklama kalıplarına uydurmaya çalıştılar. SignalGate mutlaka kasıtlı olmalıydı; tarifeler, doları çökertip belli ekonomik grupların çıkarını korumaya dönük büyük bir plan olmalıydı. Oysa bu tür aptalca eylemlere giderek daha karmaşık açıklamalar getirme çabası, yanlışlıkla bu eylemlere bir tür zekâ atfetmeye yol açıyor – siyaset bilimci Robyn Marasco’nun şu tespitini doğrular biçimde: “Komplo teorisi, güce duyulan bir aşk ilişkisidir ama eleştiri kisvesiyle ortaya çıkar.”

Bu tür spekülasyonlar genellikle, aptallık suçlamasını daha da ileri götüren bir itirazla karşılanıyor. Hayır, deniyor, Trump ve çevresi dört boyutlu satranç oynamıyor – sadece en yüksek makama delirmiş bir adamın getirilmesinin ve onun etrafını ehliyetsiz, düşük profilli yandaşlarla doldurmasının sonuçlarına tanıklık ediyoruz. Siyasi sosyoloji yetersiz kaldığında, boşluğu tıbbi psikiyatri ve üstü kapalı bir sosyal Darvinizm dolduruyor.

Trump yönetiminin ikinci döneminin ilk aylarında, Mike Judge’ın 2006 yapımı Idiocracy (Aptokrasi) adlı filmiyle yapılan karşılaştırmalar yeniden gündeme geldi. Filmde, ortalama zekâya sahip bir asker beş yüz yıl sonrasında uyanır ve ABD’nin tam anlamıyla aptallıkla yönetildiğini görür. Kültürel, teknolojik ve ekolojik açıdan çizilen bu tablo günümüzde neredeyse kehanet gibi görünüyor: Atık ve kirlilik kontrolden çıkmıştır. Başkan, profesyonel güreş yıldızlarını andıran tarz ve tavırları olan bir televizyon ünlüsüdür. Doktorların yerini hantal teşhis makineleri almıştır. Tüketiciler, ekran başında reklam ve slogan yağmuruna tutulur ve bunları birer internet “meme”i gibi tekrarlar. Asker, başarısız tarım ürünlerini sulamak için Gatorade benzeri bir içecek kullanan halka su kullanmalarını tavsiye ettiğinde, üretici şirketin kârı düşünce bu işe yarar öneri derhal terk edilir. İnsanlar ona sırt çevirdiğinde, asker çaresizlikle sorar: “Size yardım etmeye çalışan tek kişiyi havaya uçurmak istediğiniz bir dünyada yaşamak istiyor musunuz gerçekten?” Ve evet, öyle yaşamak istedikleri anlaşılır.

Sersemleten bir tüketimcilik ve kâr maksimizasyonu çağında yaşıyor olmamız, bu “aptallık çağı”nın belirtileri olarak tanımlanabilir. Ancak Judge’ın hicivinin temel varsayımı politik olarak son derece sorunludur: ABD’nin yüzyıllar içinde bu çöküşe sürüklenmesinin nedeni, “zeki” insanların (filmde takıntılı profesyoneller olarak betimlenen) çocuk yapmayı bırakması; buna karşın “aptal” insanların (şiddete meyilli, kenar mahallelerde yaşayanlar olarak resmedilen) üremeye devam etmesi ve sonunda gen havuzunu aptallıkla doldurmasıdır. Irksal öjenizm, nüfus politikaları ve IQ takıntısının yeniden yükselişe geçtiği bir dönemde, bu düşünce çizgisi ne liberallerin ne de solcuların kolayca benimseyebileceği bir şeydir. Ama öte yandan, gerici “aptallık” karşıtlarının bazen kendi içlerinde öjenist fanteziler barındırmadığından da kim emin olabilir? Brexit oylamasının ardından –tıpkı gümrük vergileri gibi, görünüşte ekonomik açıdan kendi kendine zarar........

© Birikim