menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Çözüm Sürecinde Siyaset Akrobasisi

15 9
19.09.2025

7 Ekim 2023’te Hamas’ın Aksa Tufanı saldırısı yalnızca bölgesel dengeleri değil, Türkiye’nin hem dış politikasında hem de iç siyasetinde yeni bir hattı açtı. Dışarıda ve içeride sertleşen İsrail karşıtı söylem ve paralel olarak içeride milli birlik–iç cephe retoriğiyle örülen yeni bir gündem, “devlet aklının” siyasal ajandasını hızla yeniden biçimlendirdi. Bu ajandanın zemininde ise, Devlet–PKK/Öcalan görüşmeleri bulunuyordu. Bir yılın ardından, 1 Ekim 2024’te Bahçeli’nin DEM Partili vekillerle tokalaşması sürecin kamuoyuna duyurulmasının sembolik eşiği oldu; ardından gelen gelişmeler ise en az bu “tokalaşma hadisesi” kadar çarpıcıydı: 19 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması, 11 Temmuz 2025’te PKK’nin feshi, 3 Eylül’de CHP İstanbul il yönetimine kayyum atanması vb. gibi gelişmeler Türkiye siyasetinde çelişik bir ikili hattı görünür kıldı.

Bir yandan Kürt meselesinin çözümüne yönelik tarihi adımlar atılırken, öte yandan bu adımların kalıcılığını güvence altına alacak kurumsal dayanaklar —hukuk, demokrasi ve kuvvetler ayrılığı— sistematik biçimde aşındırılmaya devam ediyor. Özellikle 2024 yerel seçimleri sonrasında CHP’nin yükselişi ve Ekrem İmamoğlu’nun alternatif bir cumhurbaşkanı adayı olarak öne çıkması, iktidar çevrelerinde anamuhalefeti etkisizleştirme ihtiyacını keskinleştirdi; bunun sonucunda ise cezai soruşturmaların ve tutuklamaların seçici kullanımı, idari müdahaleler ve kayyumlar, yargısal süreçlerin siyasallaştırılması ile medya ve bürokratik baskı aracılığıyla yürütülen delegitimasyon kampanyaları belirginleşti. Hukuki bir kılıfa bürünmüş ancak fiilen ana muhalefeti siyaset sahnesinden dışlamaya hizmet eden bu ekarte etme hattı giderek ön plana çıkıyor.

Dolayısıyla, muhalefeti yalnızca politik düzlemde saf dışı bırakmaya dönük bu araçların siyasallaştırılması, PKK’nin silah bırakması sonrasında çözümün siyasal-toplumsal zemine taşınmasını mümkün kılacak kurumsal çerçeveyi zayıflatmaktadır. Süreç ilerlerken, onu ayakta tutacak dayanakların eşzamanlı olarak erozyona uğratılması, toplumsal güveni ve çözüm umutlarını aşındıran derin bir çelişki doğurmaktadır.

Rojava–Türkiye İkilemi: Rojava’dan Sürece mi, Süreçten Rojava’ya mı?

Birinci paragrafta işaret edilen çelişik ikili hattın en kritik ayağı, Türkiye siyasetinin Kürt meselesiyle doğrudan kesiştiği Rojava(Suriye’nin kuzeyi) olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’deki çözüm arayışlarının seyrini belirleyen temel kırılmaların çoğu, Rojava’daki gelişmelerle eşzamanlı ilerlemektedir.

Tarih makarasını biraz geriye sardığımızda, 2011 sonrası Suriye iç savaşıyla birlikte, Ankara’nın Suriye’de « oyun kurucu » olma arzusu Esad’ın düşmesinden sonra her geçen gün daha da fazla görünür hâle geliyor. Esad rejiminin çöküşü sonrasında iktidarı ele geçiren Ahmed El-Şara ve HTŞ’nin sahaya hâkim olması, Türkiye’nin büyük abi rolünü üstlenmesini daha da pekiştirdi. Bununla birlikte, Rojava’da Kürtlerin olası statü kazanımları, ‘devlet aklı’ tarafından hem güvenlik hem de ekonomik hesaplar üzerinden bir tehdit ve aynı zamanda pazarlık unsuru olarak görüldü. Bu durum, Türkiye sınırlarının hemen ötesinde şekillenen dinamiklerin iç siyaseti belirleyici bir faktör haline getirdiğini söyleyebiliriz. Bu sınır ötesi dinamikler, Türkiye’deki Kürt meselesi müzakerelerinin stratejik sınırlarını tanımlayan belirleyici bir çerçeve işlevi gördü.

Şöyle ki: 2013–15 çözüm sürecinin donmasına yol açan faktörlerden biri de tam da bu dinamik üzerinden şekillenmişti. Ankara’nın YPG’yi ÖSO (Özgür Suriye Ordusu-Türkiye tarafından oluşturulan milisler) çatısı altına entegre etme talebi[1], Kürt siyasal aktörleri........

© Birikim