Solun "Terörsüz Türkiye" İle İmtihanı
Siyaset sahnesi irili ufaklı depremlerle çalkalanan Türkiye’de majör sorunlarla etkileşimli güncel meselelerin istikametini kestirmeye çalışmak fal açmak bir yerde. Kürt meselesini, yasadışı örgütlenmelerin varlığına son vererek sulha kavuşturma amacına bağlanmış yeni uzlaşma arayışı bu gibi meselelerin başlıcası. “Terörsüz Türkiye”yi o vesileyle önümüzde bulduk. Din ve milliyetçilik merkezli toplumsal militarizasyon Ortadoğu’yu salkım saçak kaplarken. Güney Mezopotamya’ya kadar genişleyen savaş atmosferinde kotarılan “Terörsüz Türkiye” bir tür savunma doktrini olarak yapılandırılmış görünüyor. Cumhuriyet’in 100. yıldönümü açıklamalarında anılmayan bir iç dinamik, sonuçları itibariyle İsrail’e stratejik avantaj kazandıran Aksa Tufanı saldırıları ardından hatırlandı. O sıra dile dökülen “inşallah bizim devlet sınırımız değişmeden kalır” kaygısı dikkat çekmişti. Vekillerini kıpırdayamaz hale getirerek Şii Hilali’ni geriletme, mümkünse İran’daki rejimi değiştirme hedefini saklamayan İsrail’in zorladığı yolun getirdiği ürküntü burada bir tür harbe hazırlık psikolojisini tetikledi. Devlet Bahçeli’nin önayak olduğu silahsızlandırma arayışı, son on yılda azami taarruza dayanan terörle mücadele konseptine ara vermeyi de zorunlu kıldı. Taarruzla alınacak sonucun sınırlılığını kabul mü bu yoksa dönemsel mecburiyet mi; amaç hasıl olduğunda anlaşılacak. Barışta tam tekmil mutabakat olunduğu varsayılıyor ama Cumhuriyet’i Kürtlerle Türklerin beraber kurduğu, bağımsızlık mücadelesi esnasında verilen sözlerin kuruluşun ardından yok sayıldığı kuvvetle hatırlatıldığına göre muhataplardan birinin hafızası negatif sonuçların bilgisiyle yüklü.
Çökertme planının yürürlüğe konulmasından bu yana birbirlerinden hızla uzaklaşan, hatta birbirinin varlığına kasteden iki muhatap, meseleyi gerekirse 1930’lardaki gibi ortadan kaldırmaya kilitlemiş MHP’nin genel başkanı Devlet Bahçeli’nin kefaleti üzerine yeniden uzlaşmayı konuşuyor sonuç olarak. Güvenilir muhatap sorunu bu yolla aşıldı. Böylelikle fiili sınır değişikliklerine rastlayan bir zaman diliminde, devletin ana eğilimi örgütün esneyip kolaylaştırıcı olma kabulüyle örtüştü. Çatısını kurduğu, yürütmesinde yer aldığı, geride kalan aylarda yaşananlara bakıldığında devlet kararına dönüştürerek ilerletmekte yer yer zorlandığı “Terörsüz Türkiye” çabasında Bahçeli’nin tutturduğu üslubun muhataplarında güven uyandırması, sıralanmaya kalkışılsa güvensizliği pekiştirecek pek çok çeldirici detayı bir süreliğine görmezden gelmeyi sağlamış gibi. Bahçeli geride kalan aylarda türlü açıklamalarla devlet geleneğinin azami esneme kapasitesinin sınırlarını çizmeyi elden bırakmadı ki bunu devlet kadrolarındaki endişelerin derinliğine yorabiliriz. Kürtleri, bir dış savaşta, yabancı güçlerin potansiyel işbirlikçisi sayanların ikrah ettirici ırkçılığına mesafe konulması, tartışma seviyesinin buralara düşürülmekten özenle kaçınılması da görmezden gelinemeyecek bir gayret. Gerçek milli misak sayılan Musul-Kerkük’ü kapsama arayışlarıysa bir tür mini Turan ideali olarak canlı tutuluyor. Bununla birlikte öncelikli amaç, bağ yerlerinden çözülmeye yüz tutan Kürt Türk ilişkilerini 1071’e, Yavuz Sultan Selim’le İdris-i Bitlisi ilişkisine, Cumhuriyet’in kuruluş demlerine referanslardan anlaşılacağı gibi, en azından birkaç asır daha sürdürecek önlemler almak.
Güncel mesele Kürtler hakkında belki ama henüz açıkça bahsedilmeyen diğer dinamik Aleviler. Gaye ikisinin de olurunu kazanmak. Öylesi eski tip uç milliyetçilikle yürürlükteki siyasal İslamcı programın geride bırakılmasını gerektirir. Böyle bir çaba var mı, henüz belirsiz. Kürt meselesi bağlamında taraflardan biri mevcut ilişki tarzını muhafaza ederek rıza kazanmayı kollarken diğer tarafın asgari zemini eşitlikte bulduğunu defaatle tekrar etmesine bakılırsa başlangıç koşullarındaki farklılaşma azımsanmayacak düzeyde. İrili ufaklı krizler doğabilir buradan, kesintiler, keskin virajlar. Temelli bir başarısızlık Ortadoğu’daki kronik savaş sarmalına bir yenisinin daha katılması, hatta toplumsal iç savaş potansiyeli. Ankara ve İmralı’nın engelleri en az hasarla aşmaya azmetme çabasını elden bırakmayacakları öngörülebilir bu durumda. Yasadışı konumda olan ve sistemin içine girmeyi isteyen taraf, yasal gereklerin yerine getirilmesiyle eş anlı olarak feshi pratikleştirme sözüyle kendisini bağlarken devlet adına konuşanlar buna dünden hazır olunduğunu açıkladıysa iyimserliğe bir mani yok.
Devlet Bahçeli’den gelen davetin İmralı’da karşılık bulması, oradan yapılan çağrı ardından örgütün fesih kararı alması, Serxabun gibi sembolik bir örgütsel yayının sonlandırılması gibi jestlerle yanıtlanması birkaç ay içinde gerçekleşince şimdi ne olacak beklentisi doğdu. Bir iki ayda her şeyin olup biteceği izlenimi uyandırılmıştı çünkü. Öyle olmadığını, olamayacağını gün gün izledik. Hatta iktidar sözcüleri silahların teslimi gerçekleşmeden adım atılmasının beklenmemesi gerektiği argümanını dolaşıma çıkardı. Devlet Bahçeli’nin konuşmaları, pazarlık dilinden hususen kaçınan İmralı’dan ifade edilen “gereklilikleri” karşılayabilecek bir esnemeyi dışlamazken iktidar partisinin “önce şu silahları ellerinden alalım, gerisine bakarız”ın ötesine taşan bir planı olup olmadığı sorusu tartışıldı Kürt siyasal çevrelerde. Devlet geleneğinin aktörleri aşan tarihsel eğilimleri hakim bizde, bu da herkesi ihtiyatlı davranmaya sevk ediyor haliyle. Sulhta hayır olmakla birlikte asgari risklerden kaçınmanın idarecilerde davranış çizgisine dönüşmesi önceki uzlaşma arayışlarının akıbetini akla getiriyor, başarısızlığın her seferinde daha büyük bir şiddet dalgasına yol açarak toplum olma duygusunu tahrip edişini. Bunca tahribatın adlı adınca toplumsal çöküntüye dönüşme olasılığını… Geçmişin bilgisi iyimserliği yer yer baskılıyor bu yüzden.
Sembolik jestlerden uzak durulmasından anlıyoruz ki devlet cenahında buzlar çözülmüş değil. Atılması beklenen asıl adımlara cesaret edilebilir, meseleyi basit bir silah bırakma-teslim olma çerçevesine sıkıştırmaktan vazgeçilebilir; dahası devlet “milleti” bu stratejiye hangi şartlarda dahil eder pek bilinmiyor. Oysa İmralı’nın genel stratejisinin “Ne inkâr ne isyan” arayışı doğrultusunda olduğu sarih. 1978’de illegal ve silahlı biçimde ortaya çıkılmasına neden olan şartların hukuki ve anayasal güvencelerle ortadan kaldırılması yoluyla yasal mücadele stratejisine bütünsel geçişe dayalı bir dönüşüm bu. Zafer veya yenilgi biçimindeki geleneksel düşüncenin ötesine taşmak, toplumsal hayatı aşağıdan yukarıya örgütlemeye talip olmak, illegaliteyi geride bırakmak isteyenlerin ilkesel arayışı. Amaca ulaşmanın gerek şartlarından biri iyi kötü işleyen bir demokrasi ama bu bahiste olacaklar da belirsiz ki bu da taraflardan birinin böyle büyük bir dönüşüme pek hazır olmadığını akla düşürüyor.
Anayasayla teminat altına alınmış yasal siyasal faaliyet, örgütlenme, talep üretme mekanizmalarının şarta bağlı olmaksızın tesis edilmesi çatışmalı dönemin temelli biçimde geride bırakılması demek. Ancak Türkiye solunda bazı kesimlerin bu tip arayışları peşinen tasfiyecilik, hatta teslimiyet olarak yaftalaması mümkün. Barış siyasetinin yaşama geçirilmesiyle muhtemel bir sol yükseliş arasında bağ kurma fikrinin rağbet görmemesi de. Uzlaşmanın şu veya bu biçimde yaşam bulmasının solun önünü tümden kapatacağı düşünülüyor da olabilir. Son kırk yıldaki süreğen ve kesintili harp ortamının çatışmalı veya fiili eylemsizlik dönemlerinin solun konumunda değişime yol açmadığına bakılırsa solun önünün açılması için barışın yanı sıra başka bazı esaslı değişimlere........
© Birikim
