Adorno ve Ülkücülük (II)
Yine rezil oldum. Burada geçen sefer Adorno’nun 1967’de yaptığı bir konuşma Türkçede acaba hangi adla yayımlanır, “Yeni Sağ Radikalizmin Veçheleri” mi yoksa “Yeni Aşırı Sağın Veçheleri” mi diye spekülasyon yaparken meğer kitap 2020’de Metis’den Şeyda Öztürk ve Tarhan Onur’un çevirisiyle çıkmış, tastamam Yeni Sağ Radikalizmin Veçheleri başlığıyla! Üstelik Adorno’nun bu konuşmada referans verdiği daha eski (1959) başka bir radyo konuşmasının metnini de içeriyor kitap: “Geçmişin İşlenmesinin Anlamı”. Bu yetmezmiş gibi, kitap üzerine dört güzel yazı hemen 1920 sonbaharı ve 1921 başında çeşitli mecralarda yayımlanmış. Emek Erez, Fatmagül Berktay, Metin Yetkin ve Özgür Amed’in Metis internet sitesinde bulabileceğiniz yazılarından sonra ilave bir şey söylemek çok zor, hatta gereksiz.
Belli bir yaştan sonra kişinin kendi lüzumsuzluğuyla başa çıkması daha kolay oluyor: “iş işten geçti”, “battı balık yan gider” ve “olacağına varır” gibi sınanmış hikmetler peş peşe yardımınıza yetişiyor, hatta “eden bulur.” Şu mazereti ben bile kabul etmem: 2020 sonbaharında maruz kaldığım ve iki yıl boyunca ancak hekimlere rağmen dostlarımın inayetiyle kısmen atlatabildiğim bir tedavi süreci beni dış dünyadan koparmıştı… “Efendi, bula bula Adorno’nun kitabının yayınlandığı tarihi mi buldun hastalanmak için!” derdim ben. Metis’teki sevgili kardeşlerim de rahatsız etmemek için kitabı yollamaktan kaçınmış olmalılar.
***
Moments Musicaux yazarının konuşmaya hangi soruyla başladığını gözden kaçırmamak gerekiyor: Yenilmesine, yargılanıp kısmen cezalandırılmasına ve üstelik toplum ve siyasette iyi kötü bir “de-Nazifikasyon” yaşanmasına rağmen faşizm niçin hâlâ canlılığını koruyor hatta 1950 sonundan itibaren NPD ile yeni bir yükselme dönemi yaşıyor. Bu noktada, “karşımızdaki yeni olgu faşizm midir, neo-faşizm midir, post-faşizm midir, sağ popülizm midir” türünden neo-platonik bir tartışmaya hiç girilmediğini de not etmeliyiz: fark ancak özdeşliğin (sürekliliğin) saptanmasından sonra soruşturulabilecektir.[1] Bu da zeminin ya da temellerin tanımlanması demektir. Sadece Adorno için değil, Enstitüyle ilişkili başka yazarlar için de (Erich Fromm hariç) her şeyden önce bir toplumsal ilişki olarak sermayedir bu temel. Ve onun belirlediği bütün bir dengesiz maddi-manevi dünya: kapitalizm.
1960’lardan sonra ABD ve Avrupa’da, 1980’ler ve 90’lardan itibaren her yerde çeşitli “veçheleriyle” narsisizmin baskın zihinsel yapı haline gelmesiyle birlikte faşizmin aceleci kültürel ve daha kötüsü psikolojik açıklamalarının popülerleştiğini gördük. (Şüphesiz, bizim yerli ve milli Ortodoks Stalinistlerimiz bu eğilimden muaf kaldı: onlar için zaten faşizmin emperyalizmden başka açıklaması yoktu. İyi ama niçin iki ayrı terime ihtiyaç doğuyordu? Belki de biri iç politikayı, öbürü dış politikayı ifade ediyordu.) Adorno ise hem Fromm’un (“otoriter kişilik” araştırmasında birlikte çalışmışlardı) psikolojist, maneviyatçı sunumlarından, hem özellikle ABD’de ama Britanya ve Avrupa’da da psikanalizi psikolojiye indirgeme eğiliminin güçlenmesinden,........
© Birikim
visit website