İsrail’in Gazze soykırımı
İsrail asıllı ABD'li tarihçi Omer Bartov (d. 1954) 2000 yılından bu yana ders verdiği Brown Üniversitesi'nde Holokost ve Soykırım Çalışmaları Kürsüsü'nde profesör. Uzmanlık alanı Holokost olan Bartov, soykırım konusunda dünyada önde gelen otoritelerden biridir.
***
7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e düzenlediği saldırının üzerinden bir ay geçmişti ki, İsrail ordusunun Gazze’ye yönelik karşı saldırısında savaş suçları ve muhtemelen insanlığa karşı suçlar işlediğine dair kanıtlar olduğu görüşüne vardım. Ama İsrail’in en sert eleştirmenlerinin iddialarının aksine, bu kanıtların soykırım suçuna vardığını düşünmedim.
Mayıs 2024’e gelindiğinde, İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), Gazze Şeridi’nin en güneyinde yer alan ve görece zarar görmeden kalmış son şehir olan Rafah’ta barınan yaklaşık bir milyon Filistinlinin, neredeyse hiç barınağın bulunmadığı Mavasi sahil bölgesine gitmelerini emretti. Ardından ordu, Rafah’ın büyük kısmını yıkmaya başladı ve bu iş büyük ölçüde Ağustos ayına kadar tamamlandı.
Bu noktada, IDF’nin operasyonlarının, Hamas saldırısından sonraki günlerde İsrailli liderler tarafından dile getirilen soykırımı ima eden ifadelerle örtüştüğünü inkâr etmek artık mümkün görünmüyordu. Başbakan Binyamin Netanyahu, düşmanın bu saldırı için “büyük bir bedel” ödeyeceğini ve Hamas’ın faaliyet gösterdiği Gazze’nin bazı bölgelerinin “enkaza” çevrileceğini söylemiş, “Gazze sakinlerine” de “şimdi terk edin çünkü her yerde güçlü şekilde harekete geçeceğiz” çağrısında bulunmuştu.
Netanyahu, vatandaşlarına “Amalek’in size ne yaptığını hatırlayın” demişti. Bu ifade, birçok kişi tarafından, Eski Ahit’te İsrailoğullarına kadınıyla erkeğiyle, süt emen bebeklerle birlikte tüm Amaleklileri öldürmelerini buyuran ayete yapılan bir atıf olarak yorumlandı. Hükümet ve ordu yetkilileri, “insansı hayvanlarla” savaştıklarını söyledi; daha sonra “topyekun yok etme” çağrısında bulundular. Meclis başkan yardımcısı Nissim Vaturi, X’te yaptığı paylaşımda İsrail’in görevinin “Gazze Şeridi’ni yeryüzünden silmek” olduğunu söyledi. İsrail’in eylemleri, Gazze Şeridi’ni Filistin nüfusu için yaşanmaz hale getirme niyetinin hayata geçirilmesi olarak anlaşılabilir. Bana göre hedef, o zaman da buydu, bugün de bu: Ya nüfusu tümüyle Gazze’yi terk etmeye zorlamak ya da —gidecek yerleri olmadığından— bombalamalarla, yiyecek, temiz su, temizlik ve tıbbi yardımdan ciddi ölçüde yoksun bırakmak suretiyle bölgeyi Gazze’deki Filistinlilerin bir topluluk olarak yaşamlarını sürdürmeleri ya da yeniden kurmalarının imkânsız olacağı hale getirmek.
Kaçınılmaz olarak şu sonuca vardım: İsrail, Filistin halkına karşı soykırım suçu işliyor. Siyonist bir evde büyümüş, hayatımın ilk yarısını İsrail’de geçirmiş, İsrail Savunma Kuvvetleri’nde asker ve subay olarak görev yapmış, kariyerimin büyük kısmını savaş suçları ve Holokost üzerine araştırmalar ve yazılarla geçirmiş biri olarak bu sonuca varmak benim için son derece acı vericiydi ve elimden geldiğince direnmeye çalıştım. Ama çeyrek asırdır soykırım üzerine dersler veriyorum. Bir soykırımı gördüğümde tanıyabilirim.
Bu yalnızca bana ait bir sonuç değil. Soykırım çalışmaları ve uluslararası hukuk alanındaki giderek artan sayıda uzman da, İsrail’in Gazze’deki eylemlerinin ancak soykırım olarak tanımlanabileceği sonucuna vardı. Batı Şeria ve Gazze için Birleşmiş Milletler özel raportörü Francesca Albanese ve Uluslararası Af Örgütü de aynı sonuca ulaştı. Güney Afrika, İsrail’e karşı Uluslararası Adalet Divanı’nda bir soykırım davası açtı.
Devletlerin, uluslararası kuruluşların ve hukuk ya da akademi dünyasındaki uzmanların bu tanımlamayı hâlâ reddetmesi, yalnızca Gazze ve İsrail halkına değil, Holokost’un dehşet verici mirasının ardından kurulan ve böylesi vahşetlerin bir daha yaşanmasını önlemeyi amaçlayan uluslararası hukuk sistemine de onarılamaz zararlar verecektir. Bu, hepimizin dayandığı ahlaki düzenin temellerine yönelmiş bir tehdittir.
Soykırım suçu, 1948 yılında Birleşmiş Milletler tarafından “ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubun tümünü ya da bir kısmını, sırf o grup olduğu için, yok etmeye yönelik niyet” olarak tanımlanmıştır. Bu nedenle bir eylemin soykırım sayılabilmesi için hem bu niyetin saptanması hem de bu niyetin eyleme dönüştüğünün gösterilmesi gerekir. İsrail’in durumunda, bu niyet çok sayıda yetkili ve lider tarafından alenen ifade edilmiştir. Ama niyet, sahadaki operasyonların genel örüntüsünden de tespit edilebilir; bu örüntü Mayıs 2024 itibarıyla belirginleşmiş ve o zamandan beri daha da netleşmiştir: IDF, Gazze Şeridi’ni sistematik biçimde yok etmektedir.
Çoğu soykırım araştırmacısı, bu terimi güncel olaylara uygulama konusunda temkinlidir; zira 1944’te Yahudi-Polonyalı hukukçu Raphael Lemkin’in bu kavramı ortaya atmasından bu yana, her katliam ya da insanlık dışı eyleme soykırım denmesi gibi bir eğilim oluşmuştur. Hatta bazıları, bu kategorinin tamamen terk edilmesi gerektiğini, çünkü çoğu zaman belirli bir suçu tanımlamaktan çok öfkeyi dile getirmeye yaradığını savunmaktadır.
Ama Lemkin’in de fark ettiği ve daha sonra Birleşmiş Milletler’in de kabul ettiği gibi, belirli bir insan grubunu yok etmeye yönelik girişimlerin uluslararası hukuktaki diğer suçlardan —savaş suçları ya da insanlığa karşı suçlardan— ayrıştırılabilmesi hayati önemdedir. Zira diğer suçlar sivillerin rastgele ya da kasıtlı biçimde bireyler olarak öldürülmesini kapsarken, soykırım bir grubun üyelerinin, bizzat o grubu geri dönülmez şekilde yok etmek amacıyla hedef alınması anlamına gelir. Amaç, o grubun siyasi, toplumsal ya da kültürel bir bütün olarak bir daha kendini yeniden var edemeyecek hale getirilmesidir. Ve uluslararası toplum, bu sözleşmeyi kabul ederek, böyle bir girişimi önlemeyi, gerçekleştiği sırada durdurmak için elinden geleni yapmayı ve ardından bu suçların faillerini —suç egemen bir devletin sınırları içinde işlenmiş olsa dahi— cezalandırmayı tüm imzacı devletlerin yükümlülüğü olarak kabul etmiştir.
Bu tanımın büyük siyasi, hukuki ve ahlaki sonuçları vardır. Soykırım şüphesiyle itham edilen, suçlanan ya da bu suçtan mahkûm edilen ülkeler, siyasetçiler ve askerî yetkililer insanlık dışı kabul edilir ve uluslararası toplumun bir parçası olarak varlıklarını sürdürme haklarını kaybedebilirler. Uluslararası Adalet Divanı’nın, bir devletin soykırım yaptığı sonucuna varması ve bu kararın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından uygulanması, ağır yaptırımlara yol açabilir.
Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından soykırım ya da diğer uluslararası hukuk ihlallerinden suçlanan veya suçlu bulunan siyasetçiler ya da generaller, kendi ülkeleri dışında tutuklanma riskiyle karşı karşıya kalabilirler. Ve yurttaşlarının bireysel tavırlarından bağımsız olarak, soykırımı onaylayan ve ona ortak olan bir toplum, nefretin ve şiddetin ateşi sönse bile, bu “Kabil lekesi”ni çok uzun bir süre üzerinde taşımaya devam edecektir.
***
İsrail, savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve soykırım iddialarının tümünü reddetti. İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), suç iddialarını soruşturduğunu söylüyor; ama bu soruşturmaların sonuçları nadiren kamuoyuyla paylaşıldı ve disiplin veya protokol ihlalleri kabul edildiğinde, genellikle sorumlu personele yalnızca hafif uyarılar verildi. İsrailli askeri ve siyasi yetkililer, IDF’nin yasalara uygun davrandığını, saldırı düzenlenecek alanlarda sivillere önceden haber verildiğini ve Hamas’ın sivilleri canlı kalkan olarak kullandığını tekrar tekrar dile getirdiler.
Oysa Gazze’de yalnızca konutların değil; hükümet binalarının, hastanelerin, üniversitelerin, okulların, camilerin, kültürel miras alanlarının, su arıtma tesislerinin, tarım arazilerinin ve parkların da sistematik biçimde yok edilmesi, bu topraklarda Filistinlilerin tekrar bir hayat kurmasını son derece düşük bir ihtimal haline getirmeyi amaçlayan bir........
© Birikim
