Bir Unutturmama Davası: 10 Ekim Ankara Katliamı
10 Ekim 2015. Ankara’nın kalbinde, binlerce insanın da evinin ortasında bombaların patlatıldığı gün. 104 insanın katledildiği gün. Kalanların ruhlarında ve bedenlerinde açılan derin yaralar siyasi, idari ve yargısal tercihlerle onarım ve tazmin mekanizmalarının işletilmemesi ile de hiçbir zaman kabuk bağlamadı.[1]
18 Mayıs 2015’te HDP Adana ve Mersin il binalarına bombalı saldırı[2] ile ilk startını veren, 5 Haziran 2015 HDP Diyarbakır mitingi, 20 Temmuz 2015’te Suruç, 10 Ekim 2015 Ankara, 20 Ağustos 2016 Antep düğün katliamları, IŞİD’ in Antep-Adıyaman hücrelerinin bu işle görevlendirilmiş üyelerinin Türkiye’deki işbirliği mekanizmaları ile gerçekleştirdiği katliamlardır. Sanıklar arasındaki bağlantıları gösteren kayıtlara, sanıklardaki ortaklaşmaya rağmen, soruşturma ve kovuşturma makamları, emniyet ve istihbaratın çizdiği sınırları aşmadı ve her bir katliam bağımsız bir olay gibi değerlendirildi. Gerekçeli kararlarda da buna özen gösterildi. Yargının bu tutumu, katliamlar arası bağlantıların işaret ettiği işbirlikçilik, suça iştirak hallerinin siyasi tabloyu dahi değiştirecek güçte olabileceğine dair şüpheleri arttırdı.
28 Şubat 2015 Dolmabahçe mutabakatı, 2013 Newrozu’nda startı verilen çözüm sürecini önemli bir aşamaya getirdi. Öcalan’ın silah bırakma çağrısına örgüt olumlu yaklaşmış, ancak sonrasında süreç, hala tam da vakıf olamadığımız sebepler ve olaylarla akamete uğradı. Siyasetin en yoğunlaştırılmış şiddet üzerinden dizayn edildiği süreç başladı.
Halka yönelik büyük katliamlar, siyasetin ve askeri mekanizmaların siyasi süreçleri yönetmekte, hâlâ en elverişli gördüğü yöntem ne yazık ki. Ankara katliamı, Türkiye siyasi tarihine, kimilerinin istediği şekilde yön verdi. Uyguladıkları ‘A planı’ sonucu oylarının arttığını itiraf ettiler.[3] . ""Bir bomba atarız işi çözeriz", "bir tuğla çekersek herkes altında kalır" bu katliamları ve sonraki yargısal süreçleri en kaba haliyle tarif eden sözler olarak da tarihe geçti.
Gerçek Zamana Sığdırılamayacak Olaylar
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ve Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) düzenleyicisi olduğu “Savaşa İnat, Barış Hemen Şimdi, Emek, Barış, Demokrasi” mitingi Türkiye’nin dört bir yanından binlerce insanın, barış ihtimalini ortadan kaldırmaya çalışan saldırılara karşı, barış talebini dile getirme, güçlendirme sorumluluğu ile Ankara’ya aktığı bir gün oldu. Hiçbirimiz evimizde duramadık. Miting toplanma alanı gar, miting yeri Sıhhiye meydanı idi. Mitinglerde, şehir dışından gelen otobüslerin şehre giriş yerleri dahil sabahın erken saatinde başlayan güvenlik prosedürü, ilk defa bu mitingde uygulanmadı. Emniyet yazışmalarında miting alanı ve saatine “Sıhhiye meydanı ve 12.00 bilgisinin" not edilmesini sorgulayan miting komitesine, “arkadaşlar öyle yazmış sıkıntı yok” dendi. [4] Devlette güvenliğin en üst safhada olduğu bir dönemde, polis kontrolünün olmadığı, polisin görülmediği kendini hissettirmediği ortamın ferahlığı kimimizde barış umudu, kimimizde ne planlanıyor kaygısı yarattı. Nitekim daha sonra gelen raporlarda Gar önünde güvenlik önlemi alınmadığı anlaşıldı. Bakanlık açılan davalarda, miting katılımcılarının ne yazık ki ulaşamadığı Sıhhiye meydanında alınan güvenlik önlemlerinden bahsetti.
Ceza yargılamasında usuldendir; olayı tüm gerçekliği ile anlamak için her daim olay anına gidilir. Olay yeri keşfi o nedenle önemlidir. Tanıklar olay yerinde dinlenir. Mümkün ise olay yeniden canlandırılır. Bu katliam, olay yerinin genişliğine rağmen, olay yeri en hızlı temizlenen katliam oldu. Ailelerin açtığı idari yargı davalarında İçişleri Bakanlığı ve Valilik savunmasında, dünya örnekleri ile karşılaştırma yapmış, olay sonrası en hızlı müdahalenin ülkemizde yapıldığını, kısa sürede keşif yapıldığını, olay yerinin sabunla yıkandığını, temizlendiğini belirtti. Delil kararttık demiş oldular. Patlama sonrası güvenlik güçlerinin gazla saldırısı, katiller aramızda mı hala şüphesi ve öfkesi yarattı.[5] Uluslararası protokollere uygun bir keşif yapılmadığını görüp, kalanlarımızla, gece sabunla yıkanmış olay yerine tekrar gittik. Savcının çizdiği değil gerçek olay yeri şeridini kafamızda çizip, etrafa saçılmış uzuv parçalarını (savcılar ve kolluk ilgisiz kalınca) kendimiz toplayıp yakındaki Sıhhiye adliyesine, savcılığa teslim ettik. Hem kimbilir hangi insanımıza aittir diyerek, hem de katliamdaki ikinci bombacının kimliğini tespitte işe yarar mı diyerek. Kalanlar gidenlere karşı görevlerini yapmak zorundaydı.
Savcıların peşinde, mobese kayıtlarının incelenmesi, şehir çıkışlarının kapatılması, kontrolü, bombacıları getiren muhtemel kişilerin tespiti vb taleplerimize boş gözlerle bakıldı. Belki de mesleki tecrübeleri ile olayı çoktan anlamış ve yapabileceklerinin sınırlarını görmüşlerdi. Savcılığın bizleri kibarca savuşturma girişimlerinden anladık ki, bu deliller toplanmayacak, bu iş başka iş. Normal koşullarda çok ender rastladığımız o nezaketin bizde yarattığı derin kaygı.
Tüm yargılama sürecinde temel sorumuz "bu katliamı kimler yaptı, kimlerin talimatı, onayı ve yol vermesi ile oldu." 10 yıldır süren yargılama bu soruların yanıtını ortaya çıkarma gayretidir.
Savcılığın ilk işlemleri olay yerini gece sabunla yıkatmak dışında, sabahına da dosyaya kısıtlama ve yayın yasağı koymak oldu. O sırada katliamcılar Antep’te gizlenmeden, saklanmadan yaşadıkları mahalleye varmış, katliam delillerini depo ve evlerinden toplamak ve temizlemekle meşgul idi. Üstelik, Ankara’ya geldikleri araçların plakalarını dahi değiştirme ihtiyacı hissetmeden, yaşadıkları sitelerin kamera kayıtlarındaki görüntülerine aldırmadan. Savcılık olay yerini temizlerken, katliamcılar katliam delillerini temizliyordu. 15 Ekim’de tüm depo ve evler boşaltıldıktan sonra bu yerlere kolluk operasyonu düzenlendi.
Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün gece ara verdiği yol uygulamasına 10 Ekim günü saat 9.00’da başladığı, bombacıları taşıyan aracın da 8.30'da Ankara’ya giriş yaptığı tespit edildi.........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d