30 Yıllık Tutsaklık: “Müebbetlikler”
Bir gazeteci, bir programda yaptığı yorumda, infaz düzenlemesi ile birçok PKK’linin sağlık, kocama ve türlü nedenlerle her gün tahliye edildiğinden şikâyet eden bir beyanda bulundu. Araştırmacı bir gazeteci olmasına rağmen, muhtemelen ırkçı sosyal medya hesapları üzerinden yaptığı okuma ile bu sonuca vardı. Affedilerek tahliye edildikleri algısı yaratmadan önce, tahliye olanlarla ilgili haber linklerine bile baksaydı, kamuoyundan özür dilemesini gerektiren bu büyük hatayı yapmayacaktı. Ama muhtemelen “PKK’nin yayın organı” diye nitelediği basın organlarının yaptığı haberlerin içeriklerine haberci gözü ile dahi bakmamıştı. Yıllardır tekçi devlet aklı ırkçı ve ayrımcı bilgileri ile büyümüş, malul hale gelmiş bir toplumun, gerçeklerle yüzleşmeye de cesaret edememiş bireyi olarak tek yanlı bakmış ve düşünmüştü.
Verdiği haber yorumdaki tek doğru 1990’larda tutuklanmış birçok PKK’li mahkumun tahliyelerinin gerçekleşmeye başladığıydı. Müebbet hapis cezası hükümlüsü tutsaklar, infaz yasası gereği 30 yıllık sürelerini doldurduğu için tahliye edilmektedirler. Bugün “30 yıllıklar” dediğimiz insanlar 1992-1993 yılındaki DGM yargılamalarında idam, ağırlaştırılmış müebbet veya müebbet hapis cezası almış kişiler.[1]
Hatta birçoğunun cezaevindeki son yılları, kamuoyunda da oldukça eleştirilen, Cezaevi İdare ve Gözlem Kurulları’nın işletildiği döneme denk geldiğinden, tahliyeleri gecikti, koşullu salıverilme hakları, iyi halli olmadıkları veya pişman olmadıkları gerekçesi ile tanınmadı. Örneğin “pişman değil misin” sorusuna “ayıp değil mi bu soruyu soruyorsunuz” diyen mahkumun cezası 6 ay ertelendi. Neredeyse 3 yıla varan fazla sürelerle cezaevinde kalanlar oldu.[2] 30 yılın sonunda tahliye edilmedikleri her günün, aileleri ve kendileri için nasıl ağır bir işkence olduğunu, tahliyeleri engelleyen siyasi irade de bilmektedir.
18 yaşlarında başlayıp 50’li yaşlara kadar süren tutsaklıktan sonra, nerede bırakmışlardı, nereden başlayacaklardı? Aslında ne bırakılan, ne de yeni başlayan bir şey vardı onlar için. Hayat biraz değişmişti, en çok da telefonlu, sosyal medyalı hayat değişik geldi. Dünyayı ve kendilerini anlama, anlamlandırma çabasına hiç ara vermemiş olanlarda olabilecek biçimde, dışarıyı vakar ve mütevazı karşıladılar. Bizler cezaevi kapılarında onları karşılarken, onlar yeni hayatı karşılıyorlardı.
KİMDİR BU 30 YILLIKLAR: TÜRKİYE SİYASET VE YARGI TARİHİNDEKİ YERLERİ
1990’lı yıllar siyasal ve toplumsal dönüşümlerin en keskin yaşandığı tarihler.12 Eylül askeri darbesi sonrası, 1983 yılında Milli Güvenlik Konseyi gözetiminde her partinin ve her adayın katılamadığı ilk seçim yapıldı. Kasım 1987’de Anayasa referandumu ve Kenan Evren nin CB seçilmesi sonrası Aralık 1987 yılında yapılan seçim, siyasi yasaklıların yasaklarının kaldırıldığı ilk seçim sayılır.
1984 yılında PKK ilk silahlı eylemi gerçekleştirdi. Buna devletin cevabı 1985 yılında Geçici Köy Koruculuğu, 1987 yılında ise Kürt coğrafyasında OHAL ilan etmek oldu. Faili meçhul cinayetler, sistematik işkence, gözaltında kaybettirilme, köy boşaltma, köy yakma, koruculuğa zorlama gibi ağır hak ihlallerinin en yoğun yaşandığı dönemlerdi. Yargı süreçleri de buna paralel olarak, adil yargılanma hakkı, masumiyet karinesi, işkence yasağının tanınmadığı, sadece cezalandırmanın esas alındığı bir sistematik ile yürütüldü. Halen de yöntemsel farklılıklarla olsa devam eden bir yönetme ve yargılama sistemi varlığını koruyor.
1982 Anayasası’na 1983 yılında eklenen madde ile Ankara, Diyarbakır, Erzincan, İstanbul, İzmir, Kayseri, Konya ve Malatya İl merkezlerinde kurulan Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) esasen Kürtleri ve solcuları yargılamak için kuruldu. Yüzlerce insan hukuka, kanuna aykırı yargılamalar sonucunda TCK’nın 125. ve 146. maddelerinden idam ve müebbet hapis cezaları aldı. DGM sistematiğinde işkence yasal olmayan ama zorunlu delil elde etme yolu idi. Bu nedenle hiçbirinin işkence iddiası da, raporları da dikkat alınmadı. Ağır işkencelerle alınan beyanlar mahkeme ilamlarında “beyanının zora dayalı alındığını iddia etti” şeklinde geçti. Ancak bu iddia yargılama süreçlerinde asla araştırılmadı, dikkat alınmadı.
Yargılandıkları dönem askeri hakimlerin de heyette olduğu dönemlerdi. Tutsak Abdullah Altun’un, heyette askeri hakimin bulunmasının adil yargılanma hakkının ihlali olacağı iddiasını da içeren başvurusunda AİHM[3] ihlal kararı verdi. İhlal kararının uygulanmaması üzerine yapılan başvuruda ise, Anayasa Mahkemesi, “yeniden yargılama kararı verilmelidir” diyerek ihlal kararı verdi.[4] Lehine ihlal kararı verilen tutsağın yeniden yargılama başvurusu dahi ilk aşamada reddedilirken Hizbullah davalarından yargılanıp ceza almış tutsakların, bahsedilen ihlal kararına dayanarak yaptıkları başvuruları kabul edildi ve tahliye edildiler.
Ağır Ceza Mahkemeleri, PKK ve sol örgütlerden ceza almış olanların tamamının başvurularını reddetti. [5]
2000’li yılların başında Avrupa Birliği uyum süreci vardı ve idam cezasının, uygulanmasa dahi varlığı büyük sorundu. Üstelik Abdullah Öcalan hakkında bir idam kararı vardı ve sağcı kesimlerden dönem dönem “idam” sesleri yükseliyordu. 03.08.2002 tarih ve 4771 Sayılı Yasa’nın 1/A maddesi ile idam cezaları müebbet ağır hapis cezasına dönüştürüldü. 21.07.2004 tarihinde Ceza Kanunu maddelerinde geçen “idam”, “ölüm” ibareleri “ağırlaştırılmış müebbet hapis” olarak değiştirildi.
2005 yılında ise İnfaz Kanunu’nun 107. maddesine 16. fıkra eklenerek[6] ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde, koşullu salıverilme hükümlerinin uygulanmayacağı, cezanın ömür boyu süreklilik arz edeceği hükmü eklendi. [7] Bu madde de asıl olarak Abdullah Öcalan’ın tahliye ihtimalini ortadan kaldırmak için getirildi. Koşullu salıverilme hakkının bu şekilde ortadan kaldırılması umut hakkı[8] tartışmasını da gündeme getirdi. AİHM İkinci Daire 18 Mart 2014 tarihinde Türkiye hakkında vermiş olduğu ve doğrudan Türkiye’deki infaz sistemini ihlal olarak kabul eden Öcalan/Türkiye[9] kararı ile, ölünceye kadar hapis cezası ve infazını Sözleşme’nin “işkence yasağı” başlıklı 3. maddesinin ihlali olarak değerlendirdi. Umut hakkı tartışmalarının temelini de bu karar oluşturmaktadır. Ancak bu karar hâlâ uygulanmış değil.
BİR ÖMÜR NASIL KALDILAR?
Türkiye yargı tarihinde, adil yargılanmanın mutlak bir hak olarak görülmediği, siyasi iktidarın şekillenme biçimine göre yargının da şekillendiği bir gerçek. DGM dönemi........
© Birikim
