menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yargıç Freisler ve Münihli Alexander: Karanlık Zamanlardan İki Portre

17 1
25.05.2025

Faşizm, hukuk devletinin en temel ilkelerinin dahi ortadan kaldırılmasıyla, yargının bütünüyle iktidarın kontrolünde bir baskı ve haksız cezalandırma aygıtına dönüştürülmesiyle ve süresiz bir istisna halinin icra edilen bir rejimdi. Devletin baskı ve zor aygıtlarının etkin bir şekilde kullanıldığı bu rejimde, kolluk kuvvetleri ve yargı, rejim karşıtı sesleri bastırmak için aktif olarak kullanılıyordu. Devlet bürokrasiyle ile iktidardaki partinin (Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi) iç içe geçtiği bu rejimde, gizli polis teşkilatı olan Gestapo (Geheimes Staatspolizeiamt) gündelik hayatın her alanında rejim karşıtlarını tespit edip tutuklamaktaydı. Yaratılan korku atmosferi ile basın, üniversiteler ve aydınlar büyük bir baskı altına alınıyordu. Halk, muhalifleri, komşuları olsa dahi ihbar etme yönünde teşvik ediliyordu. Faşizm bu yönüyle gündelik yaşamı ve toplumsal yapıyı hücrelerine kadar kuşatmaya çalışan ve kontrol edemediği her unsuru tehdit olarak gören paranoyak bir ideolojiye yaslanmaktaydı ve Max Horkheimer’in de dediği gibi böyle bir rejimde, yani “kötülerin totaliter iktidarında insanlar salt yaşamlarını değil, Ben'lerini de sadece rastlantıyla koruyabilirler.”[1]

Bugün Almanya’da faşizmin tarihi aynı zamanda hatırlamanın ve yüzleşmenin kültürel sahasıdır. Etkinlikler, sergiler, konferanslar gibi sayısız formlarda faşizm hatırlanmakta, tartışılmakta ve yüzleşme alanı olarak toplumun önüne çıkarılmaktadır. Şüphesiz bu yüzleşmede semboller önemli bir yer tutmaktadır. Zira semboller, sembolik olaylar ve sembolik karakterler toplumsal hafızada, geçmişin hatırlanma biçimlerinde ve geçmişin bugün hala diri kalmasında önemli yere sahiptirler. Geçmişi hatırlama bu imgeler etrafında sembolize edilir ve bu semboller yaşanılanların toplandığı hafıza mekanları, anları ve simgeleridir. Maurice Halbwachs’ın da vurguladığı üzere “her kişilik ve her tarihsel olay bu hafızaya girdiği anda bir öğretiye, bir nosyona, bir sembole aktarılır; bir anlam kazanır ve toplumun fikir sisteminde bir unsur haline gelir.”[2] Toplumsal hafızadaki semboller bu anlamıyla neyin ve kimin nasıl hatırlandığını açık bir biçimde gösterme özelliğine sahiptirler.

Meselemize dönersek, faşizm gibi tarihin baskı ve şiddet dönemlerinden bugüne arta kalanlar genelde kırılma anları olarak değerlendirilebilecek tarihi olaylar ve sembolik karakterler üzerinden hatırlanmaktadır. Nasyonal Sosyalist rejimin hukukçularından, infazcılarından ve Holokost’un organizatörlerin biri olan yargıç Karl Roland Freisler (1893-1945) ile faşizme karşı direnen ve çoğunluğu öğrencilerden oluşan Weiße Rose (Beyaz Gül) hareketinin öncülerinden olan Alexander Schmorell (1917-1943) (Münihli Alexandre olarak anılmaktadır) faşizm tarihinin iki sembol ismi olarak hatırlanmaktadır: İlki insanlığa karşı işlediği suçlarla, ikincisi ise kötülük zamanlarında cesaretin, umudun ve direnişin çağrıştırdığı duygularla.

Roland Freisler: Bir Operasyon Yargıcı

Kariyeri bir avukattan Nazi yargıcına doğru dönüşen Roland Freisler imza attığı kararlar nedeniyle “Blutrichter” yani “kanlı yargıç” olarak anılmaktadır.[3] Hukuk alanında doktora gibi oldukça yüksek bir eğitim geçmişine sahip olan Roland Freisler, 1925’te Nazilerin partisine üye olmuş ve sonraki yıllarda Nasyonal Sosyalist yargının inşasında önemli bir rol üstlenmiştir. 1933’te Nazilerin iktidarı ele geçirmesinden sonra kariyerinde........

© Birikim