menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Olanı Biteni Hukukla Açıklayabilir miyiz?

12 0
29.03.2025

“Gerçekten karanlık bir çağdır yaşadığım!
Nasıl bir çağdır bu,
Ağaçlardan bahsetmenin neredeyse suç sayıldığı
Birçok alçaklığa suskun kalışı içerdiğinden.
Yolu kaygısızca karşı karşıya geçen
Ulaşılmazdır artık herhalde
Zorda kalan arkadaşları için.”[1]

Bertolt Brecht’in “Bizden Sonra Doğanlara” şiiri, galiba epiğin toplumsal olanı anlatmak için nasıl güçlü bir araç olduğunu da gösteriyor. Çünkü söylediği şey, hem çağın karanlığını, hem de hiçbir şey olmamış gibi yaşamanın nasıl birilerini arkada bırakmak anlamına geldiğini gösteriyor. Hiçbir şey olmamış gibi yaşarsanız, birileri zorda kalır. Gözaltına alınan o gencecik öğrenciler gibi, gelecekleri için bir ışığı hepimiz adına yakmaya çalışırken hiç yoktan tutuklanan onlar gibi. Brecht’in söylediği şey, zorda kalan arkadaşlar için ulaşılmaz olmanın ne demek olduğunu, ağaçlardan bahsetmenin bile suç sayılışını hatırlatmıyor mu?

Toplumsal olanı anlatabilecek şeyin hukuktan ziyade epik olduğunu bana düşündüren 19 Mart sonrası oldu. Öncesi çok ferahfeza olduğu için değil ama 19 Mart’ın bu ülkenin sonrasının akıbetini de gösteren bir şey olmasından ötürü. Bir tür bardağı taşıran damlaların birikimi. 19 Mart sonrasında yani İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının geriye dönük olarak iptali, yatay geçiş işleminin yapıldığı tarihteki mevzuatta yabancı üniversitelerin tanınmasına ilişkin bir şart olmadığı halde daha sonra mevzuata eklenen “tanıma” kavramının 1990’daki yapılan bir işleme geçmişe dönük uygulanması, hemen akabinde İmamoğlu’nun gözaltına alınarak tutuklanması. Bunların hepsi, görünüşte hukuki işlem gibi görünen siyasal işlemler. Bunu şu ayrımı netleştirmek için de söylüyorum: Hukuk ile siyasal olan arasında keskin gibi görünen ayrım, aslında her an biri diğerinin yerine geçebilecek kadar ince bir çizgide duruyor.

Bunun bir normatif dayanağı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 18. maddesi. Bu madde bir tür Sözleşme’nin siyasi amaçlı kullanılmasının yasaklandığı madde. Kırım meselesi ile ilgili Rusya/Ukrayna davasında AİHM, bu maddenin amacını şöyle açıkladı: 18. Madde öyle bir genel nitelikli hükümdür ki Sözleşme’de yer alan hak ve özgürlüklerin, totalitarizme karşı korunmasını amaçlar. Dolayısıyla 18. maddenin amacı, Sözleşme’nin ruhudur. Sözleşme’nin ruhuna aykırı siyasi amaçlı kovuşturmalar yoluyla Sözleşme’deki hak ve özgürlüklerin hukuka aykırı kısıtlanmasını önlemeye yöneliktir.[2] O yüzden de aslında bugün yaşadığımız süreç eğer bir hukuk kavramıyla açıklanmak istenirse, soracağımız soru “Bu hukuka uygun mu? Hukuken bu mümkün mü?” soruları değil. Daha çok temel hak ve özgürlüklerin hükümetler tarafından siyasi amaçlı kısıtlanmasını engellemeye çalışan o maddenin, burada belirleyici olup olmadığı.

İmamoğlu’nun tutuklanmasından sonra, işleyen bir hukuk varmışçasına bir kayyım tartışması yürütüldü. Özellikle yolsuzluk dosyasından tutuklanıp, kamuoyunda terör dosyası olarak bilinen diğer kovuşturmadan tutuksuz yargılanmasından sonra kayyım atamanın hukuken mümkün olmadığı, bu riskin bertaraf edildiği söylendi. Ancak kayyım düzenlemesiyle ilgili bir kafa karışıklığını da gidermek gerek çünkü ikinci dosyadan tutuksuz yargılama, kayyım ihtimalini kaldırmış değil.[3] Belediye Kanunu'na 2016 yılındaki olağanüstü hal döneminde OHAL KHK'sı ile eklenen ve terör suçları söz konusu olduğunda kayyım atanmasını mümkün kılan hüküm, İçişleri Bakanlığı'na belediye meclisini toplamadan kayyım atama ihtimali veriyor, bu doğru. Ancak Kanun'un 47. Maddesi şöyle: "Görevleriyle ilgili bir suç nedeniyle haklarında soruşturma veya kovuşturma açılan belediye organları veya bu organların üyeleri, kesin hükme kadar İçişleri Bakanı tarafından görevden........

© Birikim