menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Barış Ayrıcalığı ve 10 Ekim Anıt Ağaçları (II)

7 20
09.10.2025

Adı belirsiz bir adada, totaliter rejim insanların hafızasından nesneleri, kavramları ve anıları sistematik biçimde silmeye girişir. Ancak bu silinme kendiliğinden ya da büyülü bir şekilde olmaz; halkın bizzat iştirak etmesi gerekir. Herkes, bu nesneleri ve onların taşıdığı bütün çağrışımları kendi elleriyle yok etmek zorundadır. Hafıza Polisi, her şeyin eksiksiz unutulduğundan emin olmak için sokaklarda devriye gezer, insanları sorgular. Bunu yapmayanlar olursa, tıpkı nesneler gibi, bir gün ansızın ortadan kaybolabilir. Ana karakter, direnen az sayıdaki “hatırlayan”dan biridir. Sessiz, gösterişsiz bazen korkak ama inatçı bir direniştir bu. Çabası yalnızca bireysel değildir; hafızayı muhafaza edenler arasında, kırılgan ve her an çözülme tehlikesi taşıyan da olsa bir dayanışma ağı da vardır.[1]

***

10 Ekim Ankara Katliamı'nın üzerinden 10 yıl geçti.

Sarsıcı, yakıcı, mahfazada yarık ve çatlaklarla dahi olsa tutulamayan olaylar, hafızanın içine yerleşse de onun bütünlüğünü bozar. Travmatik deneyimler söz konusu olduğunda, hatırladıkça hem geçmişin hem de şimdinin tanıklığını çağırır, geleceği gasp eder, yasın ertelenemez yükünü dayatır. Böylesi bir durumda yas tutabilmenin, hatırlamanın ve hatırlatmanın imkânı nedir? Yetki alanında muktedir olanıniktidarın hem kurucu hem de yıkıcı hafıza siyaseti içinde, kaybın acısını taşıyan, tanıklığın ağırlığını sırtlanan, barış talebinde ısrar edenler için şimdide nasıl bir hatırlama mümkün olur? Hafıza Polisi kimi zaman denetime çıkar ve asıl yakıcı sorular orada başlar: Kim için, nasıl ve neyi hatırlatmak istiyoruz? Hangi sözlerle, hangi kelimelerle geçmişin ağırlığını bugüne çağırıyoruz? Hafıza, burada sadece kayıt tutan bir arşiv değildir; dile gelen direniştir. “Unutma, unutturma” ifadesi de bu yüzden bir çağrıdan çok daha fazlasıdır: unutulduğuna vurgu yerine muhafaza eden ve edilene dair bir adalet talebi, susturulmak istenen hafızanın konuşma ısrarı, dile dökülmek isteyen tanıklığın politik müdahalesi olabilir.

Birikim Güncel’de a 2020 Ocak ayında yayımlanan aynı başlıklı yazıda 103 olarak geçen kayıplarımıza Piro Yıldırım da eklendi. Davada, avukatlar ve ailelerin olağanüstü dirayeti sonucunda bir sanık hakkında TCK 77 kapsamında “insanlığa karşı suç” iddiası gündeme gelse de, asıl mesele cezaların verilmesinin yanında, katliamlara giden süreci bugüne de bağlayan ipleri, politik işbirliklerinin açığa çıkarılmamasıydı. Yerine göre muktedir, kimi zaman mahkemede kimi zaman anmalarda kimi zamansa belediye kraralarında katliamın anısını kuşatma altına alırken, barış talebi, yalnızca savaşın karşıtı olarak değil, adalet ve hakikat mücadelesinin, dayanışmanın ve kolektif yasın bir erdemi olarak ortaya çıktı. 10 Ekim Dayanışması, “Örgülü Mücadele” gönüllüleri, 10 Ekim Ankara Katliamı’nın 3. Yılında “10 Ekim’in ve diğer katliamların kamusal hafızasını canlı tutmaya yönelik 'gayri resmî' hafıza çalışmaları neler olabilir ve nasıl hayata geçirilebilir? Bu çalışmaların kolektif iyileşme ile hakikat ve adalet talepleriyle bağlarını nasıl güçlü kılabiliriz?” sorularıyla yola çıkmıştı. Katliamın üzerinden geçen 10 yılda “dayanışmayla birlikte iyileşme çabası” ve devam eden adalet arayışı 10 Ekim’in çok katmanlı hafızasını oluşturan temsilleri yeni sorular, yöntemler ve yordamlarla ele alma ihtiyacıyla şekillendi: fotoğraf, resim sergileri ve kolektif üretilen origami turnalardan enstalasyona, video ve belgesel gösterimlerine uzanan bir çeşitlilikte 2015’te insanları bir araya getiren barış talebiyle unutturmama borcu 10 Ekim’in çok katmanlı hafızasını bir yerinden tutanların yürüttüğü hafızalaştırma pratikleri, unutturmama borcunu ilmek ilmek ördüğü battaniyeler ve Anıt-Ağaçlar aracılığıyla somutlaştırdı; 104 barış güvercinini unutturmama borcu, yasın ve hatırlamanın iyileştirici, en önemlisi de direnişçi bir pratiğe dönüşebileceğini gösterdi.

“10 Ekim’i Unutma, Unutturma!”

Özgür Sevgi Göral, Yaramız Derindir’de Türkiye’de hafıza alanının salt geçmişi kayıt altına almakla ilgili değil, doğrudan politik bir mücadele alanı olduğunu yanına saha koyarak, hafıza sahasıyla vurgular. Ona göre (muhalif kesimlerin sıklıkla sitem ettiği üzere) sorun pedagojik değil, politik kökenlidir.[2] İnsanlar hangi tarafta olursa olsun yaşananları gerçekten unutmamıştır; her şeyin farkındadırlar. Ancak hâkim ideoloji bu yaşananları ya meşru ya da mazur gösterdiği için onlar üzerine söz kurulmaz, tartışma açılmaz. Göral bu nedenle “amnezi” (unutma ya da hafıza kaybı) yerine “afazi” kavramını önerir. Afazi, geçmişi bilmeye rağmen onu dile getirmek için gerekli sözcüklerden, kavramlardan, fikirlerden yoksun kalma halini anlatır. 10 Ekim’in sözünü kuracaklara daha o zaman hafızalarında neleri yoklaması gerektiği hatırlatılmıştı. Devlet aklının “hafızamıza” büyük ölçüde damgasını vurmuş bir süreklilik noktası var, öyle ki bütün siyasal özneleşme süreçlerimizi önüne “siyasi” sıfatı getirilen davalarda adalet arayışında, hakikat mücadelemizi ise Rancière’nin “çifte ortadan kaldırma süreci”[3] dediği: ortadan kaldırılmanın ortadan kaldırılması ve ortadan kaldırılmalarının izlerinin, kendinin adının kaybolması”na maruz bırakılmış katliamlardan hasıl bir süreklilik bu. geçmişte olan bitenin gözlerden saklanmış izlerine dair hatırlatıcı amillerin tortularının bu süreklilikten tasfiye edilmemiş olması da ve gerektiğinde işe koyulabileceğini söyleyen pek çok “imge” ile defaetle karşılaşmamız da bundan. Elbette, döngüsel bir tarih, yekpare çerçeveler veya eskimiş politik hamleler değil burada söz konusu olan. Birike birike katmanlaşan bu tortuda taraflara dair tablo iyice karmaşıklaşıyor; tabiri caizse hiç kimse boş durmuyor. Bütün bunların içinden nasıl yeni veya yeniden zuhur ettiğini görmeye anlamaya çalışmak, hangi biçimiyle yeniden dolaşıma sokulduğuna, anlatıya koyulan ve/ya çıkarılan hatırlatıcıya şerh koymak geçmişin hangi çerçevelerle yeniden işlendiğini düşünmeye sevk ediyor. Bu bakımdan, “hafıza” ve “bellek” genelde birbirinin yerine kullanılsa da aslında bizi farklı yönlere götürebilir. Özgür Sevgi Göral’ın yaklaşımı 10 Ekim’in her anmasında tekrar tekrar dile getirilen “unutma, unutturma” sloganıyla kesiştirmeye çalışılabilir: “unutma, unutturma” sloganı, afazinin kırılma noktasında yükselir. Bu slogan, gerçek bir unutmaya değil, hatırlamanın dilinin sözcüklerden yoksun bırakılmasına ve hangi anlatıyla kurulacağına karşı bir direniş haline gelir. Hafıza burada pasif bir arşiv değil, politik bir eylem olarak sahneye çıkar: hatırlatmak, unutturmama borcunu yerine getirmek, söz kurmak, geçmişi tartışmaya açmak, geçmişi şimdide işlemeye çağrı yapmak… Bunu yaparken de hatırlanması gereken, gömülmüş, susturulmuş olan için değil, belki de daha çok hatırlayana dair bir faaliyet olarak yapılabilir, söylenebilir, düşünülebilir olanın sınırlarını kaydırma işinin öncelikle bu bağları tanımakla mümkün olan bir edim olur. Bu nedenle “bellek” gibi bireysel ve nötr çağrışımları olan bir kavram yerine “hafıza” kavramını kullanmak burada daha yerinde olabilir. Zira hafıza, toplumsal ve siyasal bağlamıyla birlikte düşünülür; iktidarın dayattığı sessizliği veya istediği anlatıyı bozar, geçmişi bugünün mücadelesine dâhil eder. “10 Ekim’i unutma, unutturma” tam da bu işlevi yerine getirir: muhtevasıyla hafızanın dile gelişini, söz kurma hakkını ve politik hatırlamanın zorunluluğunu ısrarla savunmaya çağrıda bulunur.

Hal böyle olunca, gün geçtikçe ağırlaşan hatırlatma sorumluluğu, katliamdan bugüne birbirine bağlanan, dolanan ve sıklıkla da düğüm olan iplerden her biri hafıza sahasında ayrı bir mücadele alanı haline geliyor. 10 Ekim’in çok katmanlı hafızasını katliamın yaşandığı yerde resmi olarak “planlamak ve heykelleştirmek”[4] de 10 yıl boyunca başlı başına bir mücadeleye dönüştü.

Katliamın hemen ardından 10 Ekim ailesi ve çeşitli sivil toplum kuruluşları Ankara Tren Garı önüne bir anıt yapılması ve alanın "10 Ekim Barış Meydanı" olarak adlandırılması talebinde bulundu.10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneği ve aileler kendi olanaklarıyla katliamın gerçekleştiği meydana hayatını kaybedenlerin fotoğrafları ve isimleriyle birlikte üç ayrı yüzünde “emek, Demokrasi, Barış” sözcüklerinin yer aldığı bir sembolik anıt da yerleştirdi. Bu anıt “sembolik” sıfatıyla anılıyor(du) zira ilk başta bu alana bir “kalıcı” bir anıt yapılana kadar bir anma mekanının hatırlatıcısı olarak geçici olacaktı. Fakat, Üzerinden geçen 10 yılda ve 10 yıl boyunca da katliamın yaşandığı alana hangi ismin verileceği ve buraya bir anıt........

© Birikim