menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Han Kang’ın Vejetaryen'i: İnsan/Hayvan Olmaktan Kurtuluş

17 2
10.05.2025

2024 Nobel Edebiyat ödülünü kazanan Güney Koreli yazar Han Kang eserlerini yazma serüveninde cevaplanması kolay olmayan sorular sorarak ilerlemeyi tercih eder/ettiğini söyler. Bu sorular okurun benliğinde yer edecek genişlikte ve güçtedir. O, hayatın karmaşık ve ifade edilemeyen taraflarını kendine has üslûbuyla arayıp bulan ve okuruna hissettirebilen; kendi sorularının dışında başka soruların da doğmasına vesile olan, pek çok esere sahip özge bir yazardır.

Veda Etmiyorum ve Sevgilinin Soğuk Elleri’ne Kısa Bir Bakış

Hayli dikkat çekici olan Veda Etmiyorum[1] romanında Han Kang yarattığı dünyanın kapısından bir anda davet etmez okurunu, edemez. O kapıdan girip olacakları görmek kolay değildir. Tarih, insan bilincinde bir nesneye dönüşür. Özne olan roman karakterleri hakikâti/tarihi yeniden yaratmak ister. Migren, mide ağrısı, uzuv eksikliğinin acısı, kar tanesi, erime, hafiflik, soğuk, donma, açlıktan ölen evcil kuşlar ile ‘yok edilme/olma’, ‘ölüm/kayıp ölüler’, Jeju Adası’nda katledilenlerin yokluğuyla büyüyen acı, katliamı yaşayanlardan sonraki kuşağa aktarılır. Yaşanan gerçeklik ve bu gerçekliğin insan zihnindeki son tahlildeki durumunu okuduğumuzda, kelime ve cümleler birden fazla duyumuza nakşedilirken kendimizi başka türlü deneyimleriz. Han Kang, bu eserinde geçmişte yaşananların ve kuşaklar boyunca aktarılanların ağırlığını anlatma yolunu; ruhsal açıdan çekilen acıların dışa vurumunu, fiziksel açıdan da acı çeken karakterler çizmekte bulur.

Türkçeye son çevrilen romanı Sevgilinin Soğuk Elleri bulimia nervoza hastalığı yaşayan devasa vücutlu bir karakterle, insanların vücutlarının tamamını ya da parça parça kalıbını alan heykeltıraş bir karakterin hayatının kesişmesinin anlatıldığı bir eserdir. Beden kalıpları birer tabut ve onu çağrıştıran diğer semboller olarak da düşünülebilir. Bu yazıda incelemeye çalışacağım Vejetaryen ile paralellik ve tezatlıklar içermesi sebebiyle adını anma gereği duydum.

Yararlı ve Uysal Bedenden Vazgeçiş

Vejetaryen üç ayrı bölüm ve anlatıcıyla ilerler. Ana karakter Yonğhe’nin iç dünyasına girilmez; rüyaları, davranışları ve anlatıcılar aracılığıyla onu tanımaya çalışırız. Başta da söylediğim gibi Han Kang’ın ele aldığı konular ve sorular çeşitlidir. Her bir bölümün olay akışını takip ederek Nietzsche ve Foucault sayesinde bedene ve bedenin dönüştüğü hâllere odaklanıp bir okuma denemesi sunacağım. Şiddet, cinsellik, sanat ve hastalığın (kliniklerin) beden üzerindeki iktidarına karşın ‘kendini yaratma’ ile ‘hakikât’in sınırlarında dolaşırken cevabını bilmediğim, düşünmenizi istediğim sorular da olacak.

Romanın “Vejetaryen” adlı ilk bölümünü Yonğhe’nin kocası, Conğ’dan dinleriz. Yonğhe, kocasının gözünde sıradan biridir. Evden çalışarak aile ekonomisine katkıda bulunur, hafta sonları odasında kitap okur. Önemli bir detay daha verecek olursak, on sekiz yaşına kadar babasından “gıkı çıkmadan” fiziksel şiddet görmüştür. Bu şiddet Yonğhe’nin geleceğini şekillendiren, unutmadığı, rüyalarında açığa çıkıp sonuçlarını tüm ailenin yaşayacağı, onun ‘iliklerine işlemiş’ türden bir şiddettir.

Yonğhe gördüğü bir rüya sonrasında evde ne kadar et varsa çöp torbasına doldurur. Ancak ne Conğ ne de Yonğhe’nin ailesi bu durumu anlar. Pek çok toplumda olduğu gibi Kore’de de et yememek ‘anormal’dir. Sorun, ailesi açısından et yememesi ve kilo kaybetmesi gibi düşünülse de gördüğü rüyalardan ötürü uyuyaması asıl sorundur. Vejetaryenliği sadece görünen, ilk sebeptir. Çocukluğunda şiddete maruz kalması, kocasıyla sevgisiz ve diyalogsuz ilişkileri onda büyük kırılma yaratmıştır.

Üç bölümde de panoptikon kavramı karşımıza çıkar. İlkinde yavaş yavaş düşüncesi verilen bu kavramın bilhassa son bölümde doruğa çıktığını fark ederiz. ‘Sıradan’, evli bir çiftin aile, toplum tarafından belirlenmiş, özellikle Yonğhe’nin, ‘tek taraflı’ yerine getirmesi gereken sorumlulukları vardır. Kocası için mümkünse et yemekleri pişirmesi, işe giderken uğurlanıp yardım verilmesi ve cinsel ilişki en önemlileridir. Conğ’un gözünde de görülmek istenen Foucault’dan ödünç alacağımız ‘yararlı ve uysal bedenler’dir.

“Bedenlerin düzenlenmesi, yararlı ve uysal bedenlerin genel olarak gözetim altında tutulmasını ve yönetilmesini doğuran yeni düşünce biçimlerini ve kurumları gerektirir.”[2] Aile, evlilik kurumu bireyleri gözetim altında tutan, denetleyen ve yöneten olarak, iktidar mekânizmasındaki zincirin en önemli halkalarından biridir. Beden, cinsellik, erdem yukarıdaki iktidar kurumlarının çıkarı doğrultusunda inşa edilmiştir; aksi kabul edilemez. “Klasik toplum teorilerinin çoğunda (Hobbes, Weber, Durkheim ve Freud) beden topluma, cinselliğin kurumlaştırılmış düzenlenişi biçiminde hazzın yadsınması yoluyla girer. Bu eğilim sonuçta olumlu bir fedakârlık teorisine yol açar.[3] Kırılma yaşamaya başlamadan önce itaatkâr olan Yonğhe fedakârdır da. Bu noktada ataerkilliği; kadın ve erkek cinsiyetlerindeki dengesiz ve eşit olmayan bakış açısını görürüz. Ancak ikinci bölümde cinsellik ve haz konusunda Yonğhe’nin değiştiğini göreceğiz. Rüyaları ile geçmişinden ve kim olduğundan kurtulup kendini yeniden yaratmaya çalışır; uyku problemleriyle başa çıkamadığını gördükçe de “delirerek” topluma başkaldırır.

Yonğhe’nin belirlenmiş çerçevenin dışında davranış sergilemesi yahut talebinin olması özellikle Conğ'un ve ebeveyninin gözünde kabul edilmezdir. Onlar, karısının/kızlarının bedeninin akıbetinden sorumludur; müdahale/tecavüz etme hatta istedikleri gibi olmayacaksa onu reddetme hakkına sahiptirler. Yonğhe’nin iç dünyasında ne yaşadığıyla ailesi ilgilenmez; onun kişisel tarihinin bilincine erişmezler. Yalnızca Inhe kendi yaşadıklarından ve çocukluklarından yola çıkıp kardeşini anlar. Çok az konuşan Yonğhe’yi okuyan okur, onun hayatı hakkında ‘tanıklık anlatımı’ ve gelişen olaylar üzerinden fikir sahibi olur. Eser, iktidar........

© Birikim