menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Dünyalararasında: Bedenden Zihne, Ölümlü Sonsuzluk

13 0
26.07.2025

Ayhan Geçgin’in Uzun Yürüyüş ve özellikle onun devamı niteliğindeki son romanı Dünyalararasında, uzun süredir zihnimi meşgul eden eserler arasında. Dünyalararasında, zihin felsefesinin temel sorularını kendi roman yapısı içinde başarıyla eritebilmiş bir eser. Geçgin’in edebiyat ile felsefeyi özgün bir biçimde harmanladığı aşikâr ancak son romanında bu yaklaşımını âdeta doruk noktasına taşımış. Eser, tıpkı hayat gibi devingen ve metafizik bir yapıya sahip. Bu eserlerle meşguliyetim süresince, sorularıma ya da eserin kendi içinden sorduğu sorulara yanıt ararken Fransız filozof Henri Bergson’un düşünceleriyle karşılaştım. Onun kavramlarıyla birlikte romanlar kendini daha fazla açmaya başladı.

Uzun Yürüyüş: Metafizik Bir Hicret

Uzun Yürüyüş ile başlayacak olursak roman, Erkan’ın/Mahmut’un kimliğini, bedenini ve belleğini aşmaya çalıştığı metafizik bir yolculuğu konu alır. Karakter bir hicret hâliyle, evrende iz bırakabilme gayesiyle dağa doğru yürürken de mağaraya/kovuğa/mezara ulaştığında da insan olmaktan, yaşama içgüdüsünden ve toplumsal belleğin izlerinden kurtulmanın kolay olmadığını gösterir. Nietzsche’nin Zerdüşt’ünü akla getirir elbet, zaten yazarın ilk eserlerinden beri Zerdüşt’ün varlığı hissedilir. Roman, bir benliğin ve bedenin varlık, özgürlük ve yoklukla imtihanını göstermekle kalmaz. Bergson’un yaratıcı ve özgür bir hareket olan hayat hamlesi kavramı ile sıfırdan yarattığı bir yaşam alanının varlığını ve yokluğunu sonsuz bir devingenlikle okura sunar.

Dünyalararasında: Metafizik Bir Roman

Dünyalararasında, yapısı gereği kapalı ve soyut bir eser. Ancak Bergson’un rehberliğinde “bilinç” ve “bellek” kavramlarını; “zamanın akışı”, “evrimsel gelişim” gibi konularla birlikte düşünmeye başladıkça metin açıklık kazanmaya başlar. Yine de metafizik alanlara yöneldikçe anlatının yer yer karmaşıklaştığı söylenebilir. Fakat bu karmaşıklık, yazarın bilinçli olarak tercih ettiği, okuru düşünsel ve sezgisel bir yolculuğa davet eden anlatım tarzından kaynaklanmakta. Bu bağlamda felsefe yalnızca bir araç olarak işlev görmez, onu edebî bir forma dönüştürmeye çalışan bir filozof-yazarla birleşerek romanla derin bir bağ kurar.

Dünyalararasında’da Rayber adında bir karakter vardır; fakat bu kişi, romanda anlatılan anlar ve diğer kişiler gibi belirsiz ve karmaşıktır. Doğup doğmadığı, yaşayıp yaşamadığı bile meçhuldür. Romanda “ölümden beter bir savaş” vardır; Rayber’in yanından ölüler geçer, insanın var olduğundan beri süregelen savaş hâli sorgulanır. Bunun yanlışlığı ve acımasızlığı okura sezdirilir. Zamanın önemi yoktur; kim olduğu, nerede bulunulduğu da. “Sen ölmedin, kardeşin öldü,” denir ona. Romanın başında Rayber, dünya için “Yıkılıp gitmedi mi?” diye sorar. Kör bir gözle -ki zaten göze gerek yoktur, çünkü bellek vardır- geçtiği şehri anlatır. Bir zamanlar surları olan bir şehirden söz eder, sonra o şehrin yok oluşunu dile getirir.

Bu yok oluş, yalnızca bir yapısal çöküş değildir; belleğin, bedenin, kimliğin ve tarihin birlikte yerle bir olmasıdır. Roman bu yönüyle, 2015 yılında yaşanan Hendek olaylarını; günlerce süren çatışmaları, sokağa çıkma yasaklarını ve göç etmek zorunda kalan insanları merkezine alır. O dönemin tanığı ya da tam da tanıklık edemeyeni olan Rayber, parçalanmış bir benliğin temsilcisine dönüşür. Dolayısıyla Dünyalararasında, yalnızca bireysel varoluşun kırılmalarını değil, aynı zamanda Kürt coğrafyasındaki devlet şiddetinin ve yıkımın da izlerini taşır. Roman, Kürt meselesine doğrudan bir siyasal tartışma üzerinden değil, sessizlik, hafıza ve bedenin silinmesi yoluyla temas eder ve belki de tam da bu nedenle tanıklığın mümkün olup olmadığını sorar.

Kentinin ve öz varlığının yıkıldığını anlattığı pasaj ile devam edersek gerçek bir roman karakterinin olmadığını anlarız. “[…] yıkılan kent değil, yıkılan benim, benim öz varlığım. Çok önce yıkıldı, yeniden yıkılıyor, hep yeniden yıkılarak o her başlangıçtan önce başlayan yıkımını tamamlıyor.”[1] Kör ama topyekûn görebilen bir göz/bellek söz konusudur. Rayber’in anıları romanda silsileler hâlinde saçılır ve saçıldıkça metafizik bir roman okuduğumuz gerçeği bizi daha da içine çeker. Bununla birlikte evrimsel gelişim zamanın döngüsel akışı içinde kendini tekrarlar. Bu tekrarlar, sonsuzluk ve çoğulluk fikrini beraberinde getirir. Tekil olan yoktur, varsa da zamanın içinde eriyip giderken bir bellek olarak varlığını korur, çoğalır ve sonsuzlaşır. Savaşın sürekliliği bu felsefî düşünceyle örtüşür çünkü savaş insanlık tarihi boyunca var olmuştur. İnsan var olmaya devam ettikçe o da var olacaktır ne yazık ki. Bu bağlamda, romanın bize düşündürdüklerinden yola çıkarsak; bugün devlet ile PKK arasındaki savaşsızlık hâli, tarihsel bir kırılma ihtimalini taşımaktadır. Ne var ki, Kürt coğrafyasında silinmiş tarih, zorla göç ettirmenin derin yaraları ve sosyo-ekonomik eşitsizlikler vb. hâlâ çözülmeyi bekleyen meseleler olarak varlığını korumaktadır.

Bellek: Tekillikten Çoğulluğa ve Bitimsizlik

Dünyalararasında’da karakterler üzerinden anlatılan çoğulluğu ve sonsuzluğu anlamamız önem arz etmekte. Rayber/o, bir karede mağaranın kovuğunda, cennette yaşamaya devam eden ve hatırlanan Erkan/Mahmut’tur. Zamanın içinde ‘bilincine varan belleğini yoklayan’ biridir; insanoğludur. Seslerden yapılmış sessizliği dile getirir. Maddedir, bedendir. Son kertede, dilin ve sözün kalmadığı an da hesaba katılır. Yaşam, kısır döngü içinde, devingenliğini sürdürür çünkü bellek bitimsizdir. Hayatın adı geçiyorsa, bellek de oradadır. Bu konuya Uzun Yürüyüş’e girerek biraz daha odaklanacağız.

Uzun Yürüyüş’te de Erkan/Mahmut sesten kaçar ancak sessizliği bulduğunda, bu kez........

© Birikim