menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Dolaylı Eylem ve Performans Tutkusu

14 1
13.08.2025

Geçmişten bugüne iktidar, doğrudan baskı ya da çıplak şiddet biçimlerinden, daha incelikli ve yaygın gözetim tekniklerine evrildi. Pastoral iktidarın koruyucu-kollayıcı söylemi, biyopolitikanın nüfus yönetimi ve düzenleme mekanizmaları, psikopolitikanın içselleştirilmiş denetim süreçleriyle birleşti. Bugün ise bu iktidar, yalnızca dışsal bir zorlama değil, bireyin kendi üzerinde kurduğu bir performans rejimi olarak işliyor. Artık herkes yalnızca başkaları tarafından gözetlenmiyor; kendi üretkenliğini, görünürlüğünü ve yetkinliğini sürekli olarak kanıtlama baskısıyla, kendisini de gözetliyor. Bu ortamda hız, anında tepki ve sürekli görünürlük, sadece bireysel tercihlerin değil, neoliberal özneleşme süreçlerinin zorunlu unsurları hâline geliyor. “Dolaylı” olanın değeri, yavaşlığın ya da ara mesafenin tanıdığı imkânlar, giderek gözden düşüyor. Oysa Ulus Baker’in Dolaylı Eylem’de (2019) kavramsallaştırdığı gibi, siyaseti, iktidarı ve direnişi yalnızca doğrudan müdahale mantığıyla düşünmek, bizi hem kurucu hem de yıkıcı potansiyellerden mahrum bırakır. Dolaylı eylem, bu hız ve performans çağında, siyasetin başka türlü tahayyülüne açılan bir imkân olarak belirir.

Baker’e göre, Batı’nın eylem anlayışı köklerini hayvancılıkla uğraşan halkların dünyayla kurduğu ilişkide bulur. Bu anlayışın en tipik metaforu, çoban ile sürüsü arasındaki ilişkidir. Çoban, sürüsünü asası ve köpekleriyle gece gündüz takip eder, güzergâhını belirler, onu tehlikelerden korur ve yönlendirir. Bu modelde eylem, doğrudan ve güce dayalı bir müdahale olarak tanımlanır: özne aktif, nesne ise edilgendir. Bu ilişki biçimi, zamanla siyasal düşüncenin merkezinde yer alan bir iktidar metaforuna dönüşür. Kralın tebaası üzerindeki mutlak otoritesinden Tanrı’nın “insan sürüsü” üzerindeki yönetimine kadar, Batı siyasal ve teolojik tahayyülünde çoban figürü derin bir iz bırakır. Çoban yalnızca koruyan değil, aynı zamanda yöneten, kontrol eden ve disipline eden bir iktidar biçimini temsil eder. Michel Foucault (2024a), bu geleneği “pastoral iktidar” kavramıyla teorileştirir. Ona göre, pastoral iktidar yalnızca sürünün korunmasını değil, onun refahını, sağlığını ve hatta “kurtuluşunu” da üstlenir. Modern devletin nüfus yönetiminde kullandığı tekniklerin kökenlerinden biri bu çoban-sürü ilişkisine dayanır. Burada iktidar, salt zorlama ya da baskı ile değil, aynı zamanda nüfusun bütünsel bakımını üstlenerek işler. Hristiyanlıkla birlikte bu iktidar biçimi bireyselleşir. Papaz, artık yalnızca topluluğu değil, her bir bireyin ruhunu, günahlarını ve en mahrem sırlarını bilir ve yönetir (Foucault, 2024b). Günah çıkarma pratiği, bireyin kendini anlatmaya, açıklamaya ve ifşa etmeye zorlandığı bir mekanizmadır. Bu pratik, modern psikanaliz ve terapi süreçlerinin de tarihsel prototipi olarak görülebilir; çünkü burada iktidar, öznenin kendi iç dünyasını söz yoluyla açığa vurmasını talep eder.

18. yüzyıldan itibaren bu pastoral iktidar sekülerleşir ve biyo-iktidara dönüşür. Artık ruhların kurtuluşu değil, bedenlerin sağlığı hedeflenir. Doğum oranları, ölüm istatistikleri, salgın hastalıklar, beslenme durumu, cinsel davranışlar, hepsi devletin ilgi alanına girer (Foucault, 2024a). Nüfus, yönetilmesi gereken bir nesne haline gelir. Hastaneler, okullar, hapishaneler, kışlalar, fabrikalar... Modern kurumlar bedenleri disipline eder, normalleştirir, verimli kılar. Bu, yaşamın her veçhesine yönelik topyekûn bir müdahaledir ve tam da Baker'ın (2019) tarif ettiği “doğrudan eylem” mantığının devlet düzeyindeki en yetkin ifadesidir. Ancak günümüzde bu iktidar modeli de dönüşüme uğramıştır. Byung-Chul Han'ın (2020) analiz ettiği “performans toplumu”nda, dışsal denetim mekanizmaları yerini içselleştirilmiş bir kontrole bırakmıştır. Artık Foucault'nun (2024a) disiplin toplumundaki gibi “yapmamalısın” yasakları veya biyo-iktidardaki gibi kitlesel yönetim teknikleri yoktur. Bunların yerini “yapabilirsin”, “başarabilirsin”, “potansiyelini gerçekleştir” gibi pozitif emirler almıştır. Modern birey, dış bir otoriteye ihtiyaç duymadan, kendi kendisinin hem gardiyanı hem mahkumu haline gelir.

Bu tarihsel hat, modern dönemde biyo-iktidarın ve psiko-iktidarın teknikleriyle birleşerek daha derinlikli bir gözetim biçimine dönüşür. Artık iktidar, yalnızca dışarıdan bakan ve yönlendiren bir otorite olarak değil, bireyin kendi üzerinde kurduğu denetim mekanizmaları olarak işler. Kişi, kendi yaşamını, bedenini, sağlığını ve ruhsal durumunu sürekli izler, ölçer ve iyileştirmeye çalışır. Bu süreç, öznenin kendisini durmaksızın değerlendirdiği, optimize ettiği ve performansını artırmaya adadığı bir iç gözetim rejimi yaratır. Neoliberal çağda hız, anında tepki ve kesintisiz görünürlük, yalnızca kültürel değerler değil, aynı zamanda ekonomik ve politik gereklilikler hâline gelir. Sosyal medya paylaşımlarından iş dünyasındaki “kendini marka olarak sunma” pratiklerine kadar, her alanda bireyden sürekli olarak kendisini sergilemesi ve ölçülebilir sonuçlar üretmesi beklenir. Bu performans rejiminde “dolaylı” olanın değeri, yavaş düşünmenin, geri çekilmenin, mesafe koymanın imkânları, giderek gözden düşer. Oysa Dolaylı Eylem’de, tam da bu hız ve doğrudanlık saplantısına karşı alternatif bir siyasal tahayyül sunar. Dolaylı eylem, geri çekilmenin, zaman tanımanın, dolayım kurmanın ve başka güçlerle ittifak oluşturmanın siyasal değerini hatırlatır. Böylece siyaset, yalnızca ani ve görünür müdahalelerden ibaret değil; güç ilişkilerini dönüştüren, ama bunu farklı ritimler ve yollarla yapan bir alan olarak yeniden düşünülebilir.

Bu bağlamda neoliberal çağın ürettiği yeni özne tipi, Han’ın (2020) tanımladığı bireydir: sürekli kendini optimize etme, geliştirme ve sergileme peşinde koşan bir özne. LinkedIn profilleri, Instagram hesapları, fitness takip uygulamaları, meditasyon programları… Yaşamın her anı bir performans alanına, her deneyim ise bir yatırım fırsatına dönüşmüştür. Tatiller bile dinlenme değil; sosyal sermaye biriktirme, network genişletme, “kendini geliştirme” zamanlarıdır. Bu performans rejiminde birey yorgun değil, tükenmiştir; çünkü kendisine biçilen ölçütler asla tamamlanmaz. Hep daha fazlası yapılabilir ve yapılmalıdır. Neoliberal özne, hem kendi üzerinde hem de başkalarıyla olan ilişkilerinde kesintisiz bir rekabet ve verimlilik baskısı altındadır. Hız, doğrudanlık ve sürekli görünürlük, yalnızca kişisel hedeflerin değil, toplumsal normların da temel unsurları hâline gelmiştir. Böylece, dolaylı olanın, geri çekilmenin ve beklemenin değeri gözden düşer. Baker (2019), doğrudan müdahale mantığına karşı, bambaşka bir eylem felsefesinden bahseder. Bu felsefenin modeli, bahçıvan halkların doğayla kurduğu ilişkidir. Bahçıvan, bitkiye doğrudan müdahale etmek yerine, onun gelişimini engelleyen unsurları ortadan kaldırır, uygun koşulları hazırlar ve doğanın kendi potansiyelini ortaya çıkarmasını bekler. “En iyi otorite, asla bir şeye müdahale etmeye ihtiyaç duymayan otoritedir” (Baker, 2019, s. 5). Dolaylı eylem, işte bu bekleyişin, koşul hazırlamanın ve potansiyeli açığa çıkarmanın siyaseti olarak anlam kazanır.

Baker (2019) bu mantığın en........

© Birikim