Yoğun bakım kapısı
Her sabah işe giderken ve dönüşte, yakındaki bir hastanenin acil servis girişinin önünden geçerim. Acil servise ve hastanelerin yoğum bakım servislerine yolu düşmüş olanlar bilir, o kapılarda "endişe - tedirginlik - yas" içinde bekleşen, kıvranan ve bu duyguları suratlarından açıkça okuyabildiğiniz insanlar vardır.
Kendimden biliyorum... Kim bilir kaç kez, birinci derecede aile yakınlarım ya da dostlarım nedeniyle o kapılarda "bekleşenlerden-kıvrananlardan" olmuşluğum vardır.
İnsanın en "düşmeyi" istemediği iki yerden biridir hastaneler. Biri de adliye koridorlarıdır.
Her ikisinde de, "Ne olacak acaba?" sorusunu mütemadiyen beyninde ve yüreğinde taşıyan insanların kapkaranlık ruh halini adeta görebilirsiniz.
Bugün Türkiye’nin neresine giderseniz gidin; çarşıda, pazarda, sokakta, otobüste, vapurda, ofislerde, fabrikalarda, tarlalarda, kampüslerde, dağ başında, dere boyunda, deniz kıyısında on milyonlarca insanın suratında bu durum hakim.
Ülkenin neredeyse topyekûn bir "yoğun bakım servisinde tıbbi cihazlara bağlı olarak yaşam savaşı veren" hali söz konusu. Cihazların tümünden gelen ve anlamaya çalıştığımız, kimi zaman anlamlandıramadığımız kimi zaman da geçici olarak umutlandığımız "uyarı sesleri" günlük yaşam rutinimizin ayrılmaz bir parçası haline geldi.
O yaşam destek cihazlarının ekranlarında ve acil servis ile yoğun bakımda odalara girip çıkan hekimlerin ve hemşirelerin suratlarında bir "gelecek belirtisi - umudu" okumaya çalışırız ya, bugünlerde de ülkemizde o tür "okumaların" telaşı içindeyiz.
Mesleki konumumuzdan kaynaklanan bir şekilde, insanlar bizleri her yerde durdurup soruyor:
"Abi/kardeş/birader/hocam/Zafer Bey ne olacak bu durumlar?"
Bu standart cümledeki "bu durumlar" tanımlaması her........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Gideon Levy
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein