Düşlerinin peşini bırakma
Ülkemizin içinde bulunduğu siyasal ve ekonomik kriz içinde festivallerden söz açmamızı okurlarımız garip karşılamaz umarım. Evet, hukuksuzluk diz boyu, arkadaşlarımız tutuklu, yaşam günden güne daha dayanılmaz hale geliyor. Nüfusumuzun önemli bir bölümü ev kirasını, elektrik parasını ödeyemez hale gelmiş. Dünyanın başka ülkelerinde de işler iyi gitmiyor. Otoriter rejimler dört bir yanı sarmış. Gösteriler, çatışmalar durmak bilmiyor. Bu ortamda sinemadan söz edilir mi?
Edilir elbet; çünkü yalnızlığımızın panzehridir sinema. Dünyada olup bitenlerle duygudaşlık kurmak, ötekileştirilen insanlara, direniş öykülerine tanıklık etmek bizi zenginleştirir. Aşk öykülerini de küçümsemeyelim. İnsanlık sevgiyi unuttuysa, hatırlatmak gerekmiyor mu? Erkek egemen ideolojinin tutsağı olmuş kadınların özgürlük mücadelelerini izlemek ilham verici değil mi?
Kadın yönetmenler dünyadaki eşitsizliği en iyi anlatan sinemacılar içinde önemli bir oran oluşturuyor. Dünya sinemasında da bizim sinemamızda da… Hafta içinde programı açıklanan Cannes Festivali ile başlayalım. Bu yıl, Altın Palmiyeli (Titan) Fransız yönetmen Julia Ducornou (Alfa), Amerikan bağımsızlarından Kelly Reichardt (Büyük Usta- The Mastermind), Tunus-Cezayir asıllı Fransız yönetmen Hafsia Herzi (Küçük Sonuncu), Japonya’dan Chie Hayakawa (Renoir), Almanya’dan Mascha Schilinski (Düşüşün Sesi), İspanya’dan Carla Simon (Romeria) Uluslararası Yarışmada… Festivalin açılış filmi de bir kadın yönetmenin........
© Birgün
