menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

‘Açıklanamayan’a bakmak...

25 1
13.10.2025

Hem Ira Levin’in romanını okuduğumda, hem de romandan uyarlanan Boys from Brazil/Vahşetin Çocukları’nı (1978) izlediğimde hissettiğim dehşet duygusunu hep hatırlarım: Auschwitz-Birkenau’da Yahudiler ve Çingeneler -özellikle çocuklar- üstünde yaptığı korkunç deneylerle ‘ölüm meleği’ lakabını alan Josef Mengele gibi bir canavarın hiçbir şeyin hesabını vermeden, refah içinde ve kötülüğünü sürdürerek yaşıyor olabileceği düşüncesi, kan ter içinde uyandığınız bir kabusu andırıyor; uyanmışsınız, ama nasıl oluyorsa, kabus hâlâ devam ediyor...

Vahşetin Çocukları’nda, Ezra Lieberman adlı Nazi avcısının Güney Amerika’ya kaçan Mengele’nin izini sürmesini, Adolf Hitler’in DNA örneğini kullanarak minik Adolflar yarattığını ortaya çıkarmasını izleriz. Bu hikayenin yarattığı dehşet duygusunun temelinde, sanıyorum ‘açıklanması olanaksız olan’ var: Aradan onca zaman geçmiş, Nazi dehşeti tüm detaylarıyla ortaya saçılmış, 1933-’45 arası dönem insanlık tarihinin utanç sayfalarındaki yerini almış, yani bunun ne kadar korkunç bir şey olduğunu tüm dünya kabul ediyor. Hatta savaş bittikten sonra yakalanan Alman askerlerine toplama kamplarında çekilmiş görüntülerin izletildiği anların fotoğraflarında görünen askerlerin yüzleri bile aynı şeyi söylüyor -”Nasıl? Biz bunu nasıl yapabildik?”- Ve tüm bu dehşet bilgisine rağmen hâlâ birileri ortaya çıkıp aynı şeyleri tekrarlamak için çalışıyor... Böyle bir şey nasıl bir mantıkla açıklanabilir ki?!

∗∗∗

Vahşetin Çocukları, tüm dünyada sağcı politikaların yeniden yükselişe geçtiği bir dönemde yazıldı ve filmleştirildi. The Stepford Wives (1975) adlı romanında kadınları ev ve aile işlerine ‘gönüllü köle’ eden eril sistemi anlatan........

© Birgün