Bıcır
1993’ün sıcak bir ekim gününde, Kadıköy’den Moda’ya uzanan kıyı parkında hayatımda ilk kez bir köpekle yürüyüş yaptım. Köpeğin adı Bıcır’dı, teriyer ve fino melezi Tenten’in köpeğini anımsatan altı aylık bir yeni yetme. Ona bakamayacağını anlayan hemşire bir kız Bıcır’ı Beşiktaş’ta yaşayan bir arkadaşıma vermiş ama arkadaşımın yaşadığı apartmanda da köpek istenmiyormuş. Arkadaşım Bıcır’ı pazartesi hemşireye iade edecekti ama hafta sonu bir yerde kalması gerekiyordu ve buna uygun tek yer benim Moda’daki evimdi. Kenar mahallede büyümüş, yatılı okulda okumuş bir delikanlıydım, köpeklerle hiç işim olmamıştı. Hatta evde köpek beslemeyi küçük burjuva şımarıklığı olarak görüyor ve bunu yapan insanları küçümsüyordum. Beşiktaşlı arkadaşım vapurda bana eşlik etti ve Kadıköy’de ayrıldık. O andan sonra Bıcır ve ben ilk kez baş başa kaldık.
Bıcır’ın adını hemşire “anne”si koymuştu. O gün başlayan ve on sekiz yıl sürecek yolculuğumuzda yaşayacağımız tüm güzellikleri biliyormuş gibi ona “Keyfigıcır” soyadını verdik. Bıcır Keyfigıcır’la Moda burnuna varana kadar aramızda bir aşk doğdu. Tasmasını çözdüm ve o beni merkeze alıp bir o yana bir bu yana deli gibi koşturdu. O kadar sevimliydi ki köpeklerle ve küçük burjuvalarla olan husumetim daha ilk adımlarda yok oldu. Hacı Ahmet Bey’deki öğrenci evimize vardığımızda iki ev arkadaşımın kapısına ve kendi kapıma “Odaya Bıcır giremez” notu yapıştırdım. Tamam, çok sevimliydi ama sokağın bütün kirini pasını üzerinden taşıyan bir canlıyı yatak odalarımıza almamalıydık. İki gün hemen geçti ve pazartesi Bıcır’ın gitme vakti geldi. Telefon açıp “Bir süre daha burada kalabilir” dedim. Herkes çok sevindi. Birkaç gün sonra uyandığımda yastığın öteki ucunda onun minik kara burnunu gördüm. Bütün bariyerlerimizi kırması bir hafta bile sürmemişti.
Bıcır ne pati verdi, ne otur dediğimizde oturdu, ne koşma dediğimizde durdu. Hiçbir eğitim ve terbiye almadan kafasına göre yaşadı. Biz onu eğitmedik, o da eğitilmek istemedi. Sevmediği insanların poposunu ısırdı, onun şerrinden........
© Birgün
