Taş ve hançer bir de mavzer: Sareli Melke Hanne Haydo Destanı
Halkların belleğine bazen bir hikâye bazen de eski bir fotoğraf karesi kazınır. Ve o halkın evlatları baktıkça o fotoğraf karesine, kendi tarihinden, kurtuluş destanından, varlık ve yokluk savaşından, direniş ve mücadelesinden izler ve hatıralar görür.
Hem de öyle izler ve hatıralar ki o halkın kollektif bilincini, karakterini ve asaletini var eder. Kadim ve necib bir millet olmanın özünde uyandırdığı haklı gururunu şekillendirir.
İşte aşağıdaki renklendirilmiş bu eski fotoğraf karesi de öyledir. 1908 yılında bölgeye seyahat eden Fransz arkeolog Henry Viollet tarafından ölümsüzleştirilen bu fotoğraf karesinde otuzlu yaşlarında esmer yağız haliyle bir adam görülür. Sağ elini bir yüzü antik Asurca diğer yüzü rölyef olan milattan önceki dönemlere ait bir medeniyet taşının üzerine koymuş.
Beline sardığı o uzun Trabzon kuşağında Cizre-Botan Mirinin Haydo ailesine hediye ettiği Kürt hançerini tüm saygınlığıyla ve yüreğinin tam ortasında taşıyor. Mavzerini ise arkadaki taşlara yaslamış. Belli ki mavzer onun için objektifin önünde değil arkasında tutulması gereken bir objedir.
Fotoğraftaki bu kişinin adı Süryanicede kral anlamına gelen Melke’dir. Melke Hanne Haydo. 1876 yılında Turabdin bölgesinin İdil sınırları içerisinde kalan Basibrin-Sare’de dünyaya gelir Melke. Ağabeyi Şemun Hanne Haydo’yla beraber Mardin’in Diyarbakır Kapı olarak bilinen Deriyê Mişkina (Mişkin Kapı) mahallesindeki Amerikan Protestan Misyonu müştemilatındaki Zükur Mektebinde yatılı olarak okur.
Burada yetim Melke üzerinde en fazla etki bırakmış isimlerden birisi Misyon Okulu’nun okutmanlarından Frank Gates’tir. Ancak kişiliğinin gelişiminde en fazla etkisi olan ağabeyinden ise çok daha şey öğrenmiştir. Kendisinden iki yaş büyük ağabeyi Şemun Hanne ona hem baba hem de ağabey olmuştur. Çocukluğundan beri ağabeyinin himayesindedir Melke. O da tıpkı ağabeyi gibi en az yedi dil konuşur. Yıllardan 1913’tür.
Aynı yıl ağabeyi Şemun Hanne Haydo ileriki günlerde yaşanacakların habercisi politik bir hesapla tutuklanarak boynunda zincirle Harput zindanına gönderilir. Çünkü ağabeyi bölgede efsane olmanın bedelini boyundurukla ödemek zorunda bırakılmış lider bir kişidir. Yanında da kendisi gibi bir başka efsane lider Kürt Eliyê Batê vardır. Şemun ile Batê, keklik misali çeleb û rıbat iki dosttur.
Dostunu yalnız bırakmaktansa boyunduruğun zahmetine katlanmayı şeref madalyası olarak gören Şemun’un boynuna asılan zincir, sen Süryani misin diye sormamıştır ona. Hem zaten asalet öyle bir esnada ben değil, dostuyla beraber biz diyebilmektir onun için. Her iki dostta boyunlarına geçirilen pranganın hangi politik hesapla ve ne amaçla geçirildiğinin pekâlâ farkındadır. Ancak Şemun’un boynuna geçirilen o zincir o gün kardeşi Melke’nin omuzlarına ağır bir yük bırakmıştır. Çünkü ağabeyinin yokluğunda köyündeki ve civardaki Süryanilerinin korunup kollanması işi Melke’ye bırakılmıştır artık... Dönemin koşulları çok serttir. Başlar kaputların arasına gizlenmiş, rüzgarlar namertçesine soğuk esmeye başlamıştır.
Gelmekte olanın geldiği böylesi bir zamanda Harput zindanından Midyat’taki Süryani kanaat önderlerinden İsa Zette’ye Şemun Hanne’nin kendi el yazısıyla kaleme aldığı bir mektup ulaşır. Mektup kırık bir Osmanlıcayla yazılmıştır.
Mektubun alt kısmında Hevêrkan Sultanlarından Haco Ağa ve Eliyê Batê gibi aşiret reislerinin de ismi görülür. Şemun ve zindandaki Kürt dostları büyük bir ferasetle yaşanacakların ve gelecek fırtınanın haberini verirler bu mektupta. İsa Zette’nin şahsında tüm Süryaniler uyarılır, Yezidilerle birlikte hareket edip tedbirli olmaları istenir. Mektupta dost olanlara, “kendilerini kullandıracak olurlarsa bu durumun ruhlarını öldüreceğini bildiren” başka mektuplar da kaleme aldıkları yazılıdır.
Çok önemli olan bu mektubun bir cümlesi özellikle manidardır. Durumu ve kısa süre sonra yaşanacakları özetler şekilde şöyle yazılıdır: Dil-i azâr ile arz ederiz ki na-malum bir zamandayız ve işler de na-makul kişilerin eline kalmıştır. Bi-baht, na-makul ve ders-i ibret almayan Kürtler de bunlara iştirak edecektir…
Görüleceği üzere mektupta kesin bir dille Kürdün bahtlısı ile bahtsızı birbirinden ayrılmıştır. Yani Şemun ve Şemun’un zindandaki Kürt dostları açısından mesele Kürt, Arap ya da Süryani olmanın ötesinde iyi ile kötü, bahtlı ile bahtsız arasındaki mizanla belirlenmiştir. Ancak Melke’ye hiç zaman kaybetmeden bir savunma hattı oluşturması için tedbirli olmasını salık veren gerekli öneriler, mektuba değil mektubu Midyat’a getirenlerin diline yazılmıştır.
1915’in Nisan ayında kaleme alınan bu mektuptan sonra Melke, ağabeyinin de önerileri doğrultusunda köyü Sare başta olmak üzere Basibrin ve civar köylerde bir savunma hattı oluşturarak mücadeleye başlar. Hem de en has şekliyle. 1915-1916 yılları arasında Sare, Basibrin ve çevredeki 18 köyden yaklaşık 5 bin Süryani’nin Basibrin’de toplanmasını organize eder. Aktif bir direniş komitesi kurar, güçlü ve dahiyane bir savunma hattı oluşturur. Palamut unundan yapılmış taş gibi ekmekler yeseler de bu sayede yüzlerce belki binlerce Süryani kıyımdan kurtulur. Böylelikle Melke Süryanilerdeki direniş umutlarını canlı tutmayı başarır ve adını tarihe altın harflerle “Turabidin’in Direniş Kahramanı” olarak yazdırır.
Ancak 1917 yılında Osmanlı güçlerine silahını teslim etmeyi kabul etmesi kendisi ve dostları için sonun başlangıcı olur. Silahlarını resmi mercilere teslim ettikten kısa bir süre sonra Basibrin’de askeri karakola dönüştürülmüş Mor Dodo kilisesine davet edilir. Burada karakol komutanı Murteza’nın şehvet ve tutku kokan bir komplosu neticesinde pusuya düşürülerek mübarek Ramazan ayının idraki içindeki Müslümanlar tarafından öldürülür. Silahların teslimi o günden sonra onu ve mücadele dostlarını ölüme götüren bir hikâyeye dönüşür. Tıpkı tarihte Abbasîleri iktidara taşıdıktan sonra kılıcını resmi otoriteye teslim ettiği gün davet edildiği halifenin çadırında infaz edilen Ebû Müslim-i Horasanî’nin hikâyesi gibi...
Melke o gün öldürülür öldürülmesine ama ağabeyi Şemun Hanne gibi o da Süryanice ve Kürtçe kılamlarda yaşatılır uzunca bir süre. Nesli kesilmiş bu ölümsüz direnişçiye........
© Bianet
