menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kirchner’e siyasi yasak: Arjantin’de sol ne yapacak?

11 71
19.06.2025

Arjantin eski devlet başkanı Peronist Cristina Fernández de Kirchner’in siyasal kariyeri, 6 Aralık 2022’de Federal Ceza Mahkemesi’nin (TOF 2) verdiği karar ile keskin bir dönemece girdi. Mahkeme, Santa Cruz eyaletinde 2003-2015 arasında açılan 51 karayolu ihalesini aile dostu iş insanı Lázaro Báez’in Austral Construcciones şirketine usulsüz biçimde yönlendirdiği, işlerin yarısı dahi bitmemişken tam ödeme yaptığı ve devleti yaklaşık 84 milyar peso (700 milyon dolar) zarara uğrattığı gerekçesiyle Kirchner’i “kamu zararına nitelikli dolandırıcılık”tan altı yıl hapse ve ömür boyu kamu görevinden men cezasına çarptırdı.

Kirchner tarafı ise davayı başından beri, yargı yoluyla siyasi tasfiye olarak niteledi. Cristina Fernández, mahkeme salonlarında ve yaptığı kamu konuşmalarında, Bolsonaro’dan Lula’ya, Rafael Correa’dan Evo Morales’e uzanan Latin Amerika dosyalarını hatırlatarak kendisine karşı da aynı şablonun işletildiğini öne sürdü. Kirchner’e göre iddialar, teknik ayrıntılara boğulmuş, siyasi bağlamından koparılmış ve medya gücüyle büyütülmüş manipülasyonlardı; asıl amaç Peronist hareketi parçalamak ve 2025 ara seçimleri öncesi muhalefeti zayıflatmaktı.

Fernández, mahkûmiyeti Federal Temyiz Mahkemesi’ne (Casación) taşıdı; ancak 13 Kasım 2024’te temyiz reddedildi. Son hamle olarak yapılan itiraz 10 Haziran 2025’te Yüksek Mahkeme tarafından da geri çevrilince hüküm kesinleşti. Arjantin Ceza Kanunu’nun ilgili maddeleri bu suça zorunlu surette “özel ve kalıcı kamu görevi yasağı” eklediğinden, Fernández artık hiçbir seçilmiş ya da atanmış makama aday olamayacak.

Kararın açıklanması Buenos Aires sokaklarında anında yankı buldu. Plaza de Mayo çevresinde toplanan Kirchner yanlıları, “Cristina’ya dokunan, milyonlara dokunur” sloganlarını yeniden hatırlattı. Toplumsal tepkilerin ötesinde, Peronist koalisyonun geleceği artık “CFK sonrası” denklemlere göre kurgulanacak gibi duruyor. Parti içindeki farklı fraksiyonlar yeni bir liderlik arayışına girerken, Kirchner’e sadık kesimin onu sahnenin gerisinden de olsa belirleyici aktör olarak tutma çabası sürecek. Çünkü her ne kadar seçme ve seçilme hakkı elinden alınmış olsa da, medyayı ve kamusal alanı etkileyen retorik gücünü hâlâ koruyor.

Diğer yandan hukuki süreç infaz aşamasında tamamlandı ve Federal Ceza Mahkemesi, Cristina Fernández’e ev hapsi cezası verdi. 72 yaşında olması nedeniyle Arjantin yasaları uyarınca bu cezayı alma hakkına sahipti. Ayrıca iyi hâl indirimiyle 2031’de şartlı tahliye ihtimali masada. Ancak bunlar, siyasi yasağın kalkması anlamına gelmiyor; yasak, başka bir yargı yoluyla bozulmadıkça ömür boyu geçerli.

Hapis cezası kararı açıklanır açıklanmaz Buenos Aires başta olmak üzere pek çok kentte iki farklı ruh hâli aynı anda sokağa taştı. Kirchnerci kitleler, yasaklamayı “siyasal intikam” ve “yargısal tasfiye” zincirinin Arjantin halkasına bağlayarak protesto etti; iktidar çevreleri ise bunu “cezasızlık kültürünün nihayet kırıldığı” söylemiyle karşıladı.

Ülkedeki dördüncü siyasi güç olarak temsil edilen İşçi ve Sol Cephesi – Birlik (FIT-U) dört bileşeniyle (PTS, Partido Obrero, MST, Izquierda Socialista) yasak kararını “antidemokratik siyasal bir yasaklama” olarak kınadı; fakat Peronist Parti’nin “Argentina con Cristina” mitinglerine eklemlenmek yerine bağımsız bir mücadele hattı ördü. 14-16 Haziran’da toplanan XX. PTS Kongresi, Comodoro Py Adliye Sarayı önünde 18 Haziran Çarşamba bağımsız sol kortej oluşturulmasını, üniversitelerde işgal-ders kesme eylemlerini ve sendikal konfederasyon CGT’ye ulusal genel grev çağrısını karara bağladı. Partido Obrero mitinge katılıp “yolsuzluk iddiaları da soruşturulsun” diyerek eleştirel desteğini dile getirirken, MST ve Izquierda Socialista korteje tamamen mesafe koydu.

Lakin, bu eylemler üzerine tartışmalar bu Cephe içinde tüm keskinliğiyle de devam ediyor. PTS, Partido Obrero’yu (PO) Kirchner’e getirilen siyasi yasak karşısında “sekter pasiflik”le suçluyor: Kararın açıklandığı ilk gün oluşturulan ortak FIT-U heyetine katılmayan, Kirchner’in evi önündeki acil toplanmaya dahi gelmeyen PO’nun “Peronizm’le karıştırılma” kaygısıyla kitlesel mobilizasyondan kaçınarak siyasi yasağın sıcak saatlerinde ona set çekme fırsatını heba ettiği savunuluyor. PTS’ye göre PO, saldırıyı geniş demokratik, siyasal bir mesele yerine dar “ekonomik talepler” düzlemine sıkıştıran sendikalist bir bakışla genel grev, yol kesme ve fakülte işgali gibi militan eylemleri geri plana atıyor. PO, PTS’nin “pasiflik” suçlamasını reddedip. Kirchner’in evinin önündeki eyleme giderek Peronizm’le siyasî dayanışma kuranın PTS olduğunu, gerçek mücadelenin CGT’ye dayatılacak ulusal grev ve bağımsız işçi asamblelerinde verileceğini savunuyor. Bu tartışmalara rağmen ve kendi içlerinde farklı noktaları daha öne çıkarmalar da olsa, ortak adımların belirlendiği bir çerçeve de var.

Cristina Fernández’e getirilen ömür boyu siyasi yasak, Arjantin’de hem yolsuzlukla mücadele tartışmalarını hem de “yargı gücünün siyasete müdahalesi” meselesini keskinleştirdi. FIT-U cephesi, Peronist liderliğe yedeklenmeden bu kararı demokrasiye yönelmiş sistematik bir saldırı olarak değerlendiriyor ve yanıtı meydanlarda, grevlerde, işgal edilen fakültelerde arıyor. Bu strateji bir yandan kirli ihaleler iddiasının üzerindeki sis perdesini işçi-halk denetimiyle kaldırmayı, öte yandan IMF eksenli neoliberal programa geçit vermemeyi hedefliyor. Yani Peronist liderliğin “soğukkanlı seçim hesabı” yerine kitlesel mobilizasyon, genel grev ve geniş bir özsavunma dalgası çağrısı yapıyor; siyasal yasağı ancak böyle yenilebileceğini savunuyor. Arjantin solu için asıl soru, bu bağımsız seferberliği ülke çapında kalıcı bir güç dengesine dönüştürüp dönüştüremeyeceği; zira FİT-U cephesininden gelen tavır, siyasi yasağının kaderini nihayetinde hukuki formüller değil, sokaktaki kitlesel baskı belirleyecek olmasına yapılan vurgu. Muhalefeti susturmak için çeşitli nedenlerle siyasi rakipleri yasaklı ilân ettirmek, Latin Amerika’da ve Türkiye’de gündemde kalmaya devam edeceğe benziyor ve buna karşı nasıl bir yol izlenmesi gerektiği ise önümüzdeki dönemde daha çok tartışılacak gibi görünüyor. (VHY/TY)

Türkiye, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına gireli bir buçuk yıl geride kaldı bile. 6 Şubat depremlerinin yıkımı altında 2023 Mayıs’ında Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler, ardından 2024 Mart’ında yerel seçimler yapıldı. En genel hatlarıyla söylersek ilkinde iktidar, diğerinde muhalefet ‘kazandı’. Ardından ‘normalleşme’, kayyım atamaları ve ekim ayında ‘terörsüz Türkiye’ girişimi geldi. 27 Şubat 2025’te "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı" ile söylemde somutlaşan süreci İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) yönelik 19 Mart gözaltı ve tutuklamaları ile buna karşı gelişen direniş izledi. Her iki ‘süreç’ de devam ediyor:

İlki, iktidarın ‘terörsüz Türkiye’ için feshin ardına silah bırakılmasını, silah bırakacakların ise buna uygun düzenlemelerin yapılması ve demokratik bir ortamın sağlanması beklentisiyle ‘devam ediyor’.

19 Mart süreci ise -şimdilik- İBB’de 5. dalgaya ulaşmış, özel tasarım görüntülerle süslenmiş hukuksuzluklar ve antidemokratik uygulamalarla, ana muhalefet ya da nam-ı diğer Türkiye’nin en büyük birinci partisinin Kongre’sinin iptali/kayyım atanması ihtimali gölgesinde sürüyor.

‘Ek’ yapalım: Ülkede ciddi bir enflasyon, ekonomik kriz ve yoksulluğun yaşandığı genel kabul görüyor. Vatandaş hemen hemen bütün anketlerde en önde gelen sorun olarak 60-70 gibi bir yüzdeyle, açık ara ekonomi/hayat pahalılığını işaretliyor. Bunu işsizlik ve adalet takip ediyor. Sağlık ise; Kürt sorunu ile aynı, yüzde 1’le sağlık dokuz ve Kürt sorunu onuncu sırayı paylaşıyor.

Dünya Trumplı Amerika ile ve genel olarak otoriter yönetimlerin işbaşında olduğu, insan haklarının çoook gerilere düştüğü, Ortadoğu’da ise İsrail’in başı çektiği emperyal amaçlara hizmet edecek dizayn müdahaleleriyle bir fotoğraf veriyor. Son olarak, İsrail-İran savaşı ile ‘yeni’ bir Ortadoğu sürecinde olduğumuzu da söylememiş olmayalım.

Sağlıkta hâl ve gidiş nedir derseniz, Türkiye’de piyasacı sağlık politikası uygulamalarının ‘yenidoğan skandalı’nda olduğu gibi herkesçe gerçek yüzünün görünür olduğu (ya da ‘biz’ öyle sanıyoruz) örneklerle obezite taraması gibi içi boş reklam faaliyetleri arasında, sağlık turizminin ‘kurtaracağı’ umuduyla, özellikle genç hekimlerin umudunu yitirdiği, tıpta uzmanlık alanı tercih öncelikleri üzerine ‘karamsar’ yorumların yapıldığı, hizmetin ana gövdesinin acil-hep acil yürütüldüğü ve şiddetin sıradanlaştığı ortamda kâr elde edilen bir sektör olarak ‘sürdürülüyor’.

En genel hatlarıyla hatırlatmaya çalıştığım yakın geçmiş ve bugün içerisinde yazının konusuna, TTB’ye odaklanalım.

*****

2024 Haziran sonunda TTB’nin seçimli Büyük Kongresi (BK) yapıldı.

2024 TTB seçimli Büyük Kongresi’nin hemen hatırlanacak -ki hiç unutulmamalı- bir ‘farklılığı’ oldu: İlk kez mevcut iktidarın izlediği politikalara (sağlık başta olmak üzere) muhalif olanlar seçimi (sonuç olarak mevcut iktidarı/anlayışını destekleyenlere) kaybetme riskini çok somut bir tehlike olarak yaşadılar.

Neden? Rivayet muhtelif. Nedenini sorgulamak ve tekrarlamaması için gereğini yapmak önemli. Ama bu yazı ‘neden?’e ilişkin -kısa değinmeler dışında- kapsamlı bir değerlendirmeyi hedeflemiyor (İsteyenler için bianet’te geçen yıl çıkan yazım........

© Bianet