Hayaletlerin zamanı
“Marx’ın hayaletinin bugün bile taşıdığı, manik ve coşkun bir biçimde def edilmesi gereken (Freud’a göre, başarılamamış bir yas çalışmasında gerekli bir evredir bu) anlam nedeniyle yaslı, ama gizil olarak kendi kendinden ve yaslı. Bütün bu başarısızlıklar ve bütün bu tehditleri kendinden gizlemekle, Marksist eleştirinin ilkesi, hatta, gene hep aynı alay havasında kalıp, Marksist eleştirinin ruhu diyebileceğimiz şeyin gizil gücünü –güç ve sanallık– kendimizden gizlemek isteğindeyiz.”
1930 yılında Cezayir’in El-Bair kasabasında doğan; Althusser, Foucault gibi dönemin görkemli düşünür ve aydınlarını “yetiştiren” Jacques Derrida, böyle diyor “Marx’ın Hayaletleri” (1993) kitabında. “Borç Durumu, Yas Çalışması ve Yeni Enternasyonal” alt başlıklı kitabın elimdeki edisyonu, 2001 yılında 2 bin adet basılan ve Alp Tümertekin çevirisiyle Ayrıntı Yayınları’ndan yayımlanan ilk baskısı.
Beni, lisans döneminde okuduğum ve hayal meyal hatırladığım bu kitaba yeniden yönlendiren, özellikle sosyal medyada denk geldiğim yeni barış süreci tartışmaları oldu. Tartışmalarda öne çıkan bazı figürlerin, yeni sürece karşı aldıkları tutum ve “Kim daha Marksist?” gibi iddialı soruları benim açımdan dikkat çekiciydi. Tartışmayı yürüten figürler, “Kim daha?” sorusundan da anlayabileceğimiz üzere ağırlıklı olarak erkek kullanıcılar. Başka bir bağlamda süren başka bir tartışma kapsamında okuduğum yazılardan biri ise “Lacan, Marksist değil,” diyordu. Bu da benim için son derece dikkat çekici bir “bilgi”ydi.
Hissedilen sıcaklıkların 50 dereceyi aştığı bu günlerde, nemden buharlaşmama hız kazandıracak bu tartışmayı geride bırakıp Derrida’ya sarılmamın nedenlerinden en önemlisi, onun Marx’ı ve Marksizmi tamamen geçmişte kalmış bir düşünce olarak görmeyi reddetmesi oldu sanırım. Ona göre Marx’ın fikirleri bir “hayalet” gibi bugün hâlâ aramızda dolaşır. Adalet, eşitlik, mülksüzlük gibi meseleler çözüme kavuşmadıkça bu hayalet asla huzur bulmaz. Derrida bu kavramla, Shakespeare’in Hamlet oyununa gönderme yapar. “Zamanın dengesi bozuldu,” diyen Hamlet gibi Derrida da hayaletlerin daima kulağımıza fısıldadığı bir çağda yaşadığımızı söyler. Derrida, kitapta “tarihin sonu” gibi, kendi deyimiyle “liberal” zafer ilânlarını eleştirir ve Marx’ın düşüncesinin yeni bir biçimde çağrılabileceğini savunur. Ona göre tek bir Marx ve Marksizm yoktur. Nasıl ferahlatıcı ve zihin açıcı değil mi?
Kitabı elime aldıktan sonra beni ferahlatan başka bir an daha yaşadım. Sanırım iki yıl önce TÜYAP Kitap Fuarı’ndaki bir sahaftan aldığım kitabın içinde iki parça kâğıt vardı. Kâğıtlardan saman olanı 1676 tarihli, Spinoza’nın Hugo Boxel’e yazdığı bir mektubun daktilo edilmiş hâliydi. Mektupta Spinoza, hayaletlerin varlığı lehine öne sürülen argümanlara yeniden yanıt veriyordu: “... Hayaletlere ve ruhlara gelecek olursak, hiçbir akıl alır nitelikleri olduğunu şimdiye kadar işitmedim, ama, yalnızca hayalin onlara yüklediği ve kimsenin anlayamayacağı özellikleri olduğunu duydum. Eğer onlara inanmaya hazır olsaydık, o kadar çok ünlü filozof tanrıbilimci ve tarihçinin anlattığı –hayaletleri doğrulayan tek bir örneğe karşı, size bin örnekle gösterebileceğim gibi– Meryem’in ve Azizlerin mucizelerini yadsımak için hangi nedenimiz olurdu?”
Diğer kâğıt ise, Radikal 2’de yayımlanan, 2002 tarihli bir Perihan Mağden yazısının çıktısıydı. Pazar günlerini “nereye koyacağını........
© Bianet
