Bir yankı değil, ses: Mayda
Yaklaşık bir aydır, Türkiyeli kadın ve LGBTİ ’lar sosyal medya hesapları üzerinden kültür-sanat camiasında üretimlerini sürdüren erkekleri ifşa ediyor. Paylaşılan açıklamalarda, bazı fotoğrafçıların sektördeki güçlerini de kullanarak kadın ve LGBTİ ’ları taciz ettikleri, rızaları dışında nü (çıplak) fotoğraflarını paylaştıkları ve cinsel saldırıda bulundukları beyan edildi. İfşalar erkek fotoğrafçılarla başlasa da açıklamalarda müzisyenler, sinemacılar, edebiyatçılar ve editörler de yer aldı. Bazı kurum ve müzisyenler, hakkında onlarca beyan bulunan erkeklerle ilişkisini kestiğini ve birlikte çalışmayı sonlandırdıklarını duyurdu.
İfşalardan sonraki süreçte, ifşaları okumak kadar acı ve keder veren bir diğer durum, kadın ve LGBTİ ’ların kendilerini sürekli ispat etmek zorunda bırakılmasıydı. Birçoğu, işlerini, konumlarını ve yaşamlarını tek tek örneklerle açıklamak zorunda kaldı. Yani yük, yüzyıllardır olduğu gibi, yine onların omzuna yüklendi.
Tıpkı, 1841 yılında İstanbul’da doğan ve 1883 yılında Mayda’yı kaleme alan, Sırpuhi Düsap gibi.
1841 yılında, Ortaköy’de, varlıklı bir Katolik ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelen Sırpuhi Vahanyan, henüz bir yaşındayken babasını kaybeder. Bu erken kayıp, onun yaşamında derin bir boşluk bıraksa da, annesi Nazlı Vahan’ın güçlü varlığı ona hayat verir. Nazlı Hanım hem Sırpuhi hem de ağabeyi Hovhannes’in yetişmesinde ve eğitiminde belirleyici bir rol üstlenir. Sırpuhi, kısa bir süre Ortaköy’deki Fransız okuluna devam etse de, esas olarak evde eğitim alır. Eğitimi, onu entelektüel birikimi yüksek genç bir kadın olarak şekillendirir. Tarih ve felsefe alanlarında aldığı dersler, ona düşünsel bir derinlik kazandırırken, Fransızca, İtalyanca ve Yunanca öğrenimi, onu Avrupa edebiyatı ve kültürüne yaklaştırır.
Batılılaşma etkisi altında geçen çocukluğu sayesinde Sırpuhi, onu Osmanlı toplumunun çok katmanlı yapısı içinde özel bir konuma gelir. Ancak genç kadın kendi kökleriyle de güçlü bir bağ kurmayı sürdürür. Dönemin önemli şairlerinden Mıgırdiç Beşiktaşlıyan’dan aldığı derslerle özellikle modern Ermeni edebiyatı ile yakınlaşır.
Biricik serüveni, Osmanlı saray orkestrasının (Muzika-i Hümayûn) şefliğini yapan Paul Dussap’la evlenmesiyle yeni bir boyut kazanır. Paul Dussap’ın kadınlara yönelik eşitlikçi yaklaşımı, Sırpuhi’nin üretimlerini sürdürmesine imkân tanır ve ona entelektüel özgürlüğünü koruma şansı verir. 1871’den itibaren Dussap soyadıyla yazmaya başlayan Sırpuhi, ilk olarak çeşitli makaleler kaleme alır. Ardından üç önemli romanıyla, kadınların özgürleşmesini ve toplumsal cinsiyet eşitliğini merkeze alan güçlü bir edebiyat yolculuğu başlar. 1883’te yayımlanan Mayda, 1884 tarihli Siranuş ve 1887’deki Araksiya gam varjuhin eserleri, onun feminist perspektifini ve toplumsal meseleleri ele alış biçimini açıkça ortaya koyar.
Mayda, Aras Yayıncılık’ın yeni dizisi “İstanbullu Ermeni Kadın Yazarlar”ın ilk kitabı. Maral Aktokmakyan’ın Ermeniceden Türkçeye çevirdiği eser, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ilk Ermeni kadın romanı ve esasen feminist edebiyatın ilk eseri. Düsap’a göre romanı, toplumun kadınlara yönelik köklü haksızlıklarına değinmeyi amaçlıyor. Dolayısıyla büyük veya başarılı bir roman yazma gibi bir iddiası yok: “Tek arzum hakikati kabul edilebilir bir biçimde yansıtabilmek.”
Kocasının ölümünün ardından bekâr bir anne olarak ayağa kalkmaya çalışan Mayda ile onun akıl hocası Sira Hanım arasındaki mektuplaşmalardan oluşan kitap, Aktokmakyan’a göre, Ermeni kadınına dair algıyı ilk kez bir roman aracılığıyla sorunsallaştırır ve büyük bir başarı yakalar: “Eril ‘entelektüel’ velveleye rağmen Mayda’nın bir gecede başarıya ulaştığı ve yayımlanmasının hemen ardından ‘yüksek fiyatına rağmen tükenip yutarcasına okunduğu’ söylenir.” Keza Düsap’tan sonra gelen Zabel Yesayan, Zaruhi Kalemkaryan ve Hayganuş Mark gibi yazarlar, ondan son derece etkilenmişlerdir.
“Haksızlığa ve önyargıya karşıyım. Ne yazık ki kadını tutsak eden o zincirlerin de farkındayım. Öyle ki kadının sözü, işi ve eylemleri hiçbir zaman hakiki veya olağan kabul edilmez. Boyunduruğun altında hakikat var olabilir mi? Kadınların yaşadığı bu içler acısı durum, her daim düşüncelerimin merkezinde olmuştur çünkü kadınlar, toplumun acınası kurbanları olarak var olmaya mahkûm edilmiştir. Kadın sevmekten –yani bir yürek taşıdığını itiraf etmekten– çekinir; adalet sözcüğünü telaffuz etmekten –yani haklarının var olduğunu haykırmaktan– çekinir; dinin ve yasaların kötüye kullanıldığını dile getirmekten –yani vicdanını ve aklını açığa çıkarmaktan– çekinir. Başı eğik ve sesi kısık bir şekilde bu dünyadan usulca geçip gider.”
Romanının önsözünde Düsap, kaygılarını açıkça dile getirir. Nitekim, öngördüğü üzere, kadınların özgürleşmesi, çalışma ve sevme haklarından söz ettiği romanı, kendi toplumundaki erkek yazarlar tarafından yoğun eleştirilere maruz kalır. Bugün hayranlıkla okuduğumuz Krikor Zohrap, Arpiar Arpiaryan ve Hagop Baronyan gibi isimler, Düsap’ı yaptığı işi –ve esasen son derece güçlü bir politikayı– ciddiye aldığı noktadan fersah fersah öteye itmeye çalışır. Onu aşırı “frankofon”........
© Bianet
