menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Aras Yayıncılık’tan Betül Bakırcı: Bir yarığı açmaya çalışıyoruz

9 0
previous day

Aras Yayıncılık, 1993 yılında Hrant Dink, Mıgırdiç Margosyan, Ardaşes Margosyan ve Yetvart Tovmasyan öncülüğünde kuruldu.

Kuruluşundan bu yana “Ermenice edebiyata açılan pencere” vizyonuyla hareket eden yayınevi, hem Ermenice hem de Türkçe eserleri okura ulaştırarak, başta Batı Ermenicesi olmak üzere kültürel mirası korumayı ve görünür kılmayı hedefliyor.

Aras Yayıncılık’ın yeni genel yayın yönetmeni Betül Bakırcı ile yayınevinin yayın çizgisini, kadın ve Ermeni edebiyatına yönelik çalışmaları, çocuk kitapları ve uluslararası işbirliklerini; ayrıca yayıncılık alanındaki zorlukları konuştuk.

Bakırcı, hem geçmişten gelen birikimi hem de çağdaş edebiyatın ihtiyaçlarını birleştiren Aras Yayıncılık’ın Türkiye’de kültür ve hafıza alanında özgün bir noktaya taşıyan perspektifini aktardı.

Aras Yayıncılık’ın kuruluş hikâyesini bizimle paylaşabilir misiniz? Kurulduğu günden bu yana yayınevinin yayın çizgisinde hangi temel değerleri öncelikli olarak benimsediniz ve bu değerler günümüzde nasıl şekilleniyor?

Aras Yayıncılık 1993 yılında, Hrant Dink, Mıgırdiç Margosyan, Ardaşes Margosyan ve Yetvart Tovmasyan öncülüğünde kuruldu. Kuruluşundan itibaren “Ermenice edebiyata açılan pencere” şiarıyla hareket eden yayınevi, özellikle 1990’lı yılların politik ortamında Ermenice edebiyatı korumayı ve geliştirerek varlığını sürdürmeyi amaçladı. Başlangıçta, Margosyan’ın Gavur Mahallesi, Hagop Mıntzuri’nin Armıdan Fırat’ın Öte Yanı gibi eserlerle, burada doğmuş ve edebiyat yapmış yazarları okura tanıttı. Bu çeviriler, hem bir takdim hem de bir duruştu. Zamanla Zaven Biberyan ve Zabel Yesayan gibi yazarları da Türkçe edebiyat kanonuna dahil etti.

Hem Ermenice hem de Türkçe, çift dilli yayın yapıyoruz. Batı Ermenicesi ile yazılmış edebiyat metinlerini okuyucuyla buluşturmaya çalışırken, genç neslin Batı Ermenicesini okuyup anlayabilmesini ve kültürün bu dil üzerinden gelişmesini de hedefliyoruz. Yayınevinin vizyonu, Ermeniceyi korumak, geliştirmek ve yaygınlaştırmakla birlikte bu edebiyatı görünür kılmak. Aras, sürekli üretim ve görünürlük çabasıyla, politik ve kültürel zorluklara rağmen ayakta durmayı sürdürüyor.

Başlangıçta yerli ve çağdaş yazarların metinleri çevrilip yayımlanırken, sonraki dönemlerde hem Türkiye’deki güncel meselelere kapı aralayan hem Ermeni tarihi, kültürü ve edebiyatıyla ilgili alanlarda genişleyen bir yayın çizgisi oluşturdu. Örneğin, şimdilerde İstanbullu Ermeni Kadın Yazarlar dizisiyle belki de daha önce hiç duyulmamış Ermeni kadın yazarları gündeme getirmeye çalışıyoruz. Serinin ilk kitabı olan, Sırpuhi Düsap’ın Mayda’sıyla tarihsel olarak önem arz eden romanları da önceliyoruz. Bu çalışmalar, Ermeni feminist hareketin Türkiye’deki edebiyat ve feminist kanon içindeki konumunu yeniden tartışmayı da beraberinde getiriyor. Amacımız, nostaljik bir bakış açısıyla yaklaşmak değil zira bu dil hâlâ konuşuluyor, Batı Ermenicesiyle eser veren yazarlar var. Türkiye’de Aras Yayıncılık’ın takdimiyle Zaven Biberyan okunmaya, bilinmeye başlandı. Ancak Adrine Dadıryan ya da Sona Der Markaryan Tıngıryan gibi yazarlar muhtemelen çoğu kişi tarafından bilinmiyor ya da yalnızca Ermenice bilenler veya alanda çalışanlar tarafından tanınıyor. Biz esasında hem gündemde olmayan yazarları görünür kılmayı hem de çağdaş Ermenice edebiyatın neler sunduğunu, hangi temalar ve biçimlerle geliştiğini göstermeyi hedefliyoruz.

Ekonomik koşullar nedeniyle Türkiye’de kitap yayıncılığı artık hayli zor. Aras olarak, siz bu koşulları nasıl deneyimliyorsunuz?

Aras olarak öncelikli olarak kültürel-politik alanı korumaya çalışıyoruz. Diğer yayınevleriyle işbirliği ve dayanışmayı da önemsiyoruz. Örneğin istos yayın ve Hrant Dink Vakfı Yayınları’nı artık Aras Kitabevi’nden okuyucuya ulaştırabileceğiz. Yılda dört kez düzenlediğimiz Aras-istos panayırlarıyla da okura doğrudan ulaşmayı hedefliyoruz. Uluslararası alanda da işbirliklerimiz var. Batı Ermenicesi dışında Fransızca, Rusça veya İngilizceden çevirilerle Ermeni kültürüne ve edebiyatına dair yelpazemizi genişletmeye çalışıyoruz. Son iki yılda özellikle çocuk kitaplarını Ermenice basmaya çalıştık. Çocuklar için dili erişilebilir kılmayı ve korkulan bir dil olmaktan çıkarmayı hedefliyoruz. Aynı zamanda, yetişkinler için Batı Ermenicesi öğrenenlerin okuyabileceği düzeyde kitaplar da basıyoruz. Dilin daha arkaik veya okunamaz hâllerini editoryal olarak erişilebilir hâle getirmeye çalışıyoruz.

Son dönemlerde görece kırılmış olsa da yönetici pozisyonlarında ve genel olarak kültür-sanat alanında hâlâ erkeklerin ağırlıkta olduğu bir ortamda, genç bir kadın genel yayın yönetmenliği görevine geldiniz. Bu sizin için nasıl bir deneyim? Kendi hikâyenizden de bahsedebilir misiniz?

Ben kadın olmanın kendi içinde zorlukları olduğunu düşünüyorum; ama belirttiğiniz gibi genç olmanın da ayrı bir zorluğu var. Genç bir kadın olduğunuzda, herhangi bir ortama girdiğinizde, özellikle erkek dilinin hâkim olduğu yerlerde, iletişim ve işbirliği konusunda bazı kaygılar olabiliyor. Bunlar belki de deneyimlerimin yarattığı kaygılardır. Ama bir yandan da umutluyum; genç olmak, dinamik olmak ve edebiyatı –her şeyden önce okur olmak– yayın dünyasını yakından takip etmek Aras’ın vizyonunu geliştirebileceğimize dair önemli bir alan açıyor kanaatindeyim.

Benim Ermenice edebiyatla ilişkim uzun yıllara dayanıyor, yaklaşık 10-15 yıl öncesine. Aslında akademide kalmayı, doktora yapmayı ve Krikor Zohrab üzerine çalışmayı planlıyordum. Master tezim de hazırdı ve doktoraya devam edecektim. Bu süreçte, aile hikâyem de işin içine girince anadilimi öğrenmeye başladım. Venedik’te ve Yunanistan’daki Ermenice kurslara katıldım, ama kaynaklar sınırlıydı; Batı Ermenicesi öğrenmek için kendi çabamla ilerlemek zorundaydım. Aras’la tanışmam bu açıdan çok önemli oldu. Aras bana alan açtı. Akademik çalışmalarım için Aras’ın kapısını ilk çaldığımda Rober Koptaş bizzat ilgilendi. Tezimi yazarken de Agos ve Aras bana çok destek oldu; ben emek verirken onlar da bana alan açtılar. “Yapabilecek miyim, dili öğrenmeye devam edebilecek miyim?” sorularına burada yanıt buldum.

Akademik serüvenim kesintiye uğradığında, üniversitem kapatıldığında artık akademiden uzaklaşmak zorunda kaldım ve “Ne yapabilirim?” sorusuyla karşı karşıya kaldım. Ama Ermeniceyi öğrenmiştim ve bu alanda çalışmak istiyordum. Zohrab’ın yayımlanmamış öykülerini,çevirmeye başlamıştım kendimce. Akademik hayatım kesintiye uğrayınca en çok da emeklerime üzüldüm tabii. Sonra Aras’a başvurdum ve editör olarak çalışmaya başladım. Şu an Aras’ta beşinci yılım. Buraya geldiğimdeki destekleri ve teşvikleri esasında Aras’ın yıllarca üstlendiği misyonunu ve vizyonunu yansıtıyor: Gelene, çalışana kapı açmak ve bir alan yaratmak. Bu, benim buradaki deneyimimi şekillendiren en önemli unsur oldu. Hem Ermenice edebiyata dair bilgi ve birikime sahip olduğum, hem dili bildiğim, hem de Türkiye’deki politik atmosferden nasibimi aldığım için —üniversitemin kapatılması ve yaşadığım diğer zorluklar dahil— Aras’a geldiğimde daha rahat bir alan buldum.

Üniversite yıllarında, edebiyat öğrencisiyken, akademik alanlar oldukça sınırlıydı. Örneğin sadece Zohrab’ı ya da Ermeni Feminist Hareketi’ni çalışmak istiyor olsanız bile, bazı kurumlar size başka alanlar üzerinde çalışmanızı önerebiliyor. Aras, daralan bu alanı açmama yardımcı oldu. İlk geldiğim yıllarda Yesayan Salonu’nda Ermenice Edebiyat Atölyeleri vermeye başladım; önerimi sundum ve doğrudan kabul edildi. Atölyelerde 19. yüzyıldan çağdaş Ermenice edebiyata kronolojik bir yolculuk yapıyor, katılımcılarla birlikte eleştirel okuma yapma fırsatı buluyorduk. Uluslararası alanla da bağlantılar kurma fırsatımız oldu; pandemiye rağmen farklı insanlarla tanıştık ve dayanışma imkânı bulduk.

Biraz bahsettiniz ama yakın dönemde başladığınız “İstanbullu Ermeni Kadın Yazarlar Dizisi”nin kapsamını biraz daha açabilir misiniz?

İstanbullu Ermeni Kadın Yazarlar Dizisi’nde odak noktamız, kanonun başında çok ciddi mücadele vermiş kadın yazarları görünür kılmak. İlk kitabımız Mayda ile başladık. Mayda, feminist bir manifesto niteliğinde; kadınların birbirleriyle dayanışmasını, kendi iç dünyalarını, sorunlarla nasıl baş ettiklerini anlatıyor. Bu diziye başlamamızın temel nedeni, Sırpuhi Düsap gibi öncü kadın yazarları görünür kılmak ve Ermeni kadın yazınına dair bir açılım yaratmaktı. Dizide ikinci kitap olarak Sona Der Markaryan Tıngıryan’ın Marukyanlar’ı var. Bu kitap, Zabel Yesayan ve diğer kadın yazarlardan aldığı ilhamla, kadının kendi bedeni ve varoluşsal mücadeleleri üzerine odaklanıyor. Üçüncü kitap olarak Adrina Dadıryan’ın Kaldırımlar romanı dizimize dahil olacak. Bu kitap da bir işçi kadının büyük kentte var olma mücadelesini anlatıyor. Bu sayede kadın yazınının sadece erkek egemen bir perspektifle değil, kadınların kendi zihin dünyası ve kurgu biçimleri üzerinden anlaşılmasını hedefliyoruz.

Diziyi tasarlarken kapaklardan metinlere, sembollerden içeriklere kadar kök salan bir kadın edebiyatı hareketini vurgulamaya çalışıyoruz. Yol boyu diziyi şekillendiriyoruz, hangi eserlerin dahil olabileceğini tartışıyoruz. Hemen hemen aynı dönemde yazmış olan Biberyan ve Dadıryan gibi çağdaş eserler üzerinden de kadın yazınının toplumsal yankılarını ve tarihsel bağlarını göstermeye gayret ediyoruz.

Bu çalışma, sadece geçmişi görünür kılmakla kalmıyor; aynı zamanda günümüzdeki feminist ve toplumsal perspektifleri de edebiyat aracılığıyla açığa çıkarıyor. Böylece hem tarihsel hem çağdaş kadın yazarlara bir alan yaratıyoruz. Dizi kronolojik bir biçimde ilerlemiyor diyebilirim. Geriye dönüp eserlerini yayımladığımız kadın yazarlara baktığımızda, örneğin Zabel Asadur’u bastık. Vartuhi Kalantar’ın Hapishane-i Umumi Kadınlar Koğuşu’nu bastık. Yine bu isimler gibi geriye dönüp, başka yazarları da seçkiye dahil edebiliriz. Kısaca Ermenice üreten kadın yazarlara alan açmaya çalışıyoruz ve umarım diziyi devam ettirebiliriz.

Mayda’yı okurken hissettiğim, yazıldığı döneme göre son derece cesur olmasıydı. Anlattığınız kadarıyla dizinin diğer kitapları da böyle. Siz bununla ilgili ne düşünürsünüz?

Kadınların toplumun tüm kodlarına karşı kendi hayatlarını kurmaya çalışmaları, başkalarıyla tanışıp ne yaşayacaklarını bilememeleri çok etkileyici. Ben bunu, kadın meselesi veya öteki olma meselesi özelinde, akıntıya karşı kürek çekmek gibi görüyorum. Kadın yazarların metinlerini okudukça, bu edebiyat dizisi bağlamında gelen çevirileri inceledikçe şunu görüyorum: Hangi dili........

© Bianet