menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Amir Etminan: "Cafer Panahi'yi hiç kimse, hiçbir yasak durduramaz"

13 0
19.09.2025

İranlı yönetmen Cafer Panahi’nin 2025 yapımı “It Was Just an Accident” filmi, 78. Cannes Film Festivali’nde kazandığı Altın Palmiye (Palme d’Or) ile uluslararası sinema dünyasında büyük yankı uyandırdı.

Trajik bir araba kazasıyla başlayan film, İran’daki muhaliflerin ve siyasi mahpusların yaşadığı baskılara odaklanıyor.

Türkiye prömiyerini dün (17 Eylül) Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nde yapan film, İran, Fransa ve Lüksemburg ortak yapımı. Panahi, 2023’te cezaevinden tahliye edilmesinin ardından çektiği ilk filmde, resmî izinler olmadan çalışarak İran rejimini daha sert bir dille eleştiriyor. “It Was Just an Accident”, önceki filmlerindeki toplumsal eleştirilerle paralellik gösterse de, daha çarpıcı ve sert bir hikâye sunuyor.

Film, son olarak dün, 98. Akademi Ödülleri’nde En İyi Uluslararası Film dalında Fransa’nın adayı olarak seçildi.

Cafer Panahi’nin sinemaya bakışını ve İranlı sinemacıların yaşadığı zorlukları, filmin kurgusunu üstlenen Amir Etminan ile konuştuk.

Filmin yoğun baskı ve sansür ortamında, İran’da çekildiğini biliyoruz. Bize bu süreci anlatabilir misiniz?

Filmi resmî izinler olmadan çektik. Başka bir sinemacı üzerinden sahte bir izin belgesi aldık ve o tarihleri kullandık. Böylece çekim için bazı yerlere gidebildik. Polis ancak 26 gün sonra durumu fark etti ve gece geldi, beni yakaladı. Panahi gitmişti, zaten kameraları arabaya kurmuşlardı. Beni de dışarıda çalıştığım için görmüşler, geldiklerinde hemen diğerlerine haber verdim. Hard disklere format attılar, dolayısıyla bir şey bulamadılar ve yakalama gerçekleşmedi. Ellerine bir şey geçmedi. Düşünün, 20 kişi geldiler ve bir kare bile bulamadılar. Set boyunca sürekli tedirgindik; ama Allah’tan bu olay yaşandığında setimiz bitmişti. Zaten hemen sonra, iki günde, filmi tamamladık. Kaldı ki, polis ve yönetim aslında artık Panahi’yle uğraşmaktan çekiniyor. Çünkü bu kötülükler dünyada büyük yankı yaratıyor ve Panahi, başlarına bela oluyor. Öte yandan zaten yeterince sorunları var, protestolar ve politik krizlerle uğraşıyorlar.

Filmdeki diyalogların, önceki Panahi filmlerine göre daha sert bir tonda olduğunu fark ediyoruz. Bunun nedeni nedir?

İran’daki baskılar her gün daha da artıyor. Dolayısıyla artık biz de daha açık ve sert konuşuyoruz. Eskiden baskı bu kadar yoğun değildi, bu yüzden anlatım daha yumuşaktı. Şimdi her şey daha sert. Ancak bu sertliğe karşı da daha önce görmediğimiz politik bir genç nüfus var. Gençlerin gözü daha kara, hiçbir şeyi kabul etmiyorlar. Sokağa çıkıyorlar, protesto ediyorlar. Protestoların öncüsü ise kadınlar. Bu bir mücadele, bir savaş; 43 sene önce başladı ve hâlâ devam ediyor. Filmdeki diyaloglar da bu gerçekliği yansıtıyor; ama tabii ki bunu sanatsal bir biçimde sunuyoruz.

Örneğin diyaloglar, tamamen tutuklulardan bize ulaşan cümlelerden oluştu. Bir arkadaşımız vardı, şu anda hapiste. Protestolar ve devlet karşıtı eylemleri nedeniyle cezaevlerine dair neredeyse her şeye hâkim. O, özellikle Mahsa Amini protestolarında tutuklanan gençlerle iletişimimizi sağladı, bize tek tek onların hikâyelerini anlattı. Bazıları hapisten çıktıktan sonra yaşadıklarını paylaştı. Bu bize çok yardımcı oldu. Böylece film, kurgusal bir anlatı olmaktan çıktı.

Onunla çalışan biri olarak Panahi’nin, rejimin sansür yöntemlerini aşma pratikleri hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Artık film çekmek çok daha kolay. Küçük bir cep telefonuyla bile kaliteli bir film çekebilirsiniz. Bence zaten bir filmde hikâye ve senaryo en önemli şey, teknik detaylar ikinci planda. Panahi de bunu çok iyi biliyor. Sete büyük kameralarla başladık; ama az önce de söylediğim gibi bir süre sonra yakalandık ve cep telefonu kullanarak sahneleri tamamladık. Ve tahmin ettiğimiz gibi teknik eksiklikler hikâyemizi gölgelemedi.

Ama örneğin, Panahi ev hapsi ve yurt dışına çıkış yasağı gibi pek çok engelle karşılaştı.

İran’da bir kural var: Hiç kimse iki seneden fazla yurt dışına çıkış yasağı alamaz. Panahi’ye 20 yıllık bir yasak verdiler. Sonra bir avukat itiraz etti ve bu hükmün yasal olmadığını belirtti. Sonuçta ceza kaldırıldı; ama yine de çalışmalarına kısıtlamalar getirildi. Sadece Panahi değil, başka bazı yönetmenleri de hapse attılar. Bununla ilgili de protestolar oldu; ama yakalamalar da devam etti. Özellikle Mahsa Amini protestolarında benzer baskılar yaşadık. Ama Panahi, bu yasaklara rağmen çalışmanın yollarını buldu. Panahi’yi hiç kimse, hiçbir yasak durduramaz.

İran sinemasının uluslararası arenadaki yerini nasıl görüyorsunuz?

Buna mütevazı bir yanıt vermek istiyorum, yanlış anlaşılmak istemem; ama bence İran sineması son derece özgün bir yere sahip. İzleyiciye yeni bir bakış, farklı bir yönetmenlik tarzı ve anlatım dili sunuyor. Bunu bize sağlayan en önemli isimlerden biri ise Abbas Kiyarüstemi. İran’daki hikâye odaklı anlatım, baskı altında bile sanatı özgürleştirme çabası ve kültürel zenginlik, sinemayı benzersiz kılıyor. Panahi de bu yöntemiyle hem politik mesajlarını hem sanatsal vizyonunu uluslararası arenada çok güçlü şekilde sunuyor. Elbette Türkiye’de de çok iyi yönetmenler var; Emin Alper, Özcan Alper gibi. Tabii Nuri Bilge Ceylan gibi ustalar da var, harika filmler yapıyorlar. Ama İran’da baskı altında bile hikâye odaklı anlatım ve sanatsal özgünlük çok güçlü. Panahi de bunu çok iyi temsil ediyor.

Kadınlar ve yeni nesil sinemada nasıl yer alıyor?

Yeni nesil sinemada da kendi sesini güçlü şekilde duyuruyor. Yeni nesil rahat hareket ediyor, başını kapatmıyor ve kendini en iyi şekilde ifade etmeye çalışıyor. İranlı kadınlar şu an dünyaya örnek oluyor. Bence bu, ilk büyük kadın devrimi olacak; hâlâ bitmedi. Çünkü devrimler yıllar sürer ve süreklilik gerektirir.

Anladığım kadarıyla sizin de bir “çekinceniz” yok?

Hayır, bizler baskıdan ya da hapisten korkmuyoruz. Bir-iki kez zorluk yaşadıktan sonra alışıyorsunuz; sonra umursamıyorsunuz. Ülkemizde gençler ve kadınlar özgürlükleri için hayatını kaybediyor, biz onların yanında hiçbir şey yapmıyoruz. Cannes’da ödül aldıktan sonra Panahi de korkmadığını söyledi ve hatta “Yarın da Tahran’dayım. İran benim ülkem,” dedi. Rejim tabii ki filmin yurt dışına çıkmasını istemedi; ama baskı arttıkça film daha çok yayıldı. Ben İstanbul’da yaşıyorum; ama İran’a gidiyorum. Çünkü hakikaten baskılar umurumuzda değil. Orası bizim ülkemiz ve kimse elimizden alamaz. (TY)

Seyir Derneği ve Ayvalık Belediyesi işbirliğiyle bu sene dördüncüsü düzenlenen Ayvalık Uluslararası Film Festivali, ikinci gün programıyla sinemaseverlerle buluşmaya devam ediyor.

Festivalin ilk gününde 12 film seyirciyle buluştu. Cafer Panahi’nin Altın Palmiyeli filmi It Was Just an Accident ve Ari Aster imzalı Eddington, Türkiye prömiyerlerini gerçekleştirirken, söyleşi ve panellerle geçen bir gün geride kaldı.

Genç Sinema öğrencileri, güne Ayris Alptekin’in konuşmacı olduğu kurgu atölyesi ile başladı. Gösterimlerin ardından ise film ekiplerinin katılımıyla söyleşiler gerçekleştirildi. İlkay Nişancı’nın 6 Şubat Türkiye-Suriye depremleri sonrasında Hataylı gençlerin hayallerine odaklanan belgeseli Zamanın Kıyısında Sınav'ın ardından, Nişancı ve filmin yapımcısı Hakan Fıçıcı, seyircilerin sorularını........

© Bianet