menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

“LGBTİ+’ları ima etmeyin, açıkça adımızı anın"

10 7
28.05.2025

Transların kimlikleriyle görünür olduğu, mücadele ve dayanışma çağrılarının öne çıktığı İstanbul Trans Onur Haftası, bu yıl “Başkaldırı/Serhildan” temasıyla 16-22 Haziran tarihleri arasında gerçekleştirilecek.

Etkinlikler, 22 Haziran Pazar günü yapılacak yürüyüşle son bulacak.

Tedip edilmiyoruz, tenkil edilmiyoruz, taassuba başkaldırıyoruz. Başkaldırmak yaşamaktır,” diyerek yürüyüşe çağrı yapan 11. İstanbul Trans Onur Haftası, bu yıl da olası yasaklara karşı alternatif yöntemler geliştirmeye çalışıyor.

11. İstanbul Trans Onur Haftası Komitesi’nden Yusuf, Jiyan ve Beren, bu yılki Trans Onur Yürüyüşü’ne giderken hissettiklerini, muhalefetten beklentilerini ve karşılaştıkları ayrımcılıkları bianet’e anlattı.

İstanbul Trans Onur Yürüyüşü’nün bu yıl 11’incisi düzenleniyor. Temanızdan bahseder misiniz? Neden “başkaldırı”?

Bu yılki tema önerileri daha çok "Aile Yılı" etrafında şekillenmişti. Ama biz Erdoğan'ın kurduğu faşist rejime karşı "Aile Yılı" ilânını temellendirmeyi, bu temaya yaslanmayı doğru bulmadık. Başka bir tema arayışındayken "Başkaldırı/Serhildan" önerisi geldi ve onu seçtik.

“Aile Yılı” ilânıyla birlikte 2025 yılında LGBTİ ’lara ve özel olarak translara yönelik yoğun bir saldırı başladı. Bu saldırıların ayak seslerini aslında Kasım 2024’te duymuştuk. O dönem hormonlara erişim yasaklandı, cinsiyet/beden uyum süreçlerimizin önü tıkanmaya çalışıldı. Şu an gündemde olan yasa tasarısı da bu sürecin devamı niteliğinde. Ayrıca 19 Mart’tan itibaren CHP’li belediyelere de sirayet eden kayyım siyasetinin özellikle kadınların ve LGBTİ ’ların kazanımlarını hedef aldığını görüyoruz. Filistin’e yönelik saldırılar ve Kürdistan’daki baskılar da gündemimizde.

İktidar tarafından genel olarak bir “ahlâki panik” yaratılmak istiyor. Bu da aslında iktidarın artık ayakta kalamayacağını fark etmesiyle birlikte daha doğrudan hedefler belirlemesine neden oluyor. Tüm bunlar birleşince bu yılki temayı “Başkaldırı” olarak belirlemek bize daha anlamlı geldi. Çünkü hedef alınan tüm grupları kapsayan bir tema bu. Başkaldırı, sadece ses çıkarmak değil; aynı zamanda varoluşumuzu sahiplenmektir. Bu temayla, direncimizi kutluyoruz; hem bastırılmaya çalışılan sesimizi duyurmak hem de kendi içimizdeki dayanışmayı güçlendirmek istiyoruz. Çünkü biz temsiliyetin kırıntılarını değil, yaşamın tümünü istiyoruz.

Bu yıl, geçen yıldan farklı olarak Kürt sorununda çözüm tartışmalarının yeniden gündeme geldiği bir dönem oldu. Barış görüşmeleri ekseninde yeni bir süreç var. Sizce bu süreç LGBTİ ’ları kapsıyor mu?

Ne yazık ki kapsamıyor. Sürecin biraz daha gerisine, buraya nasıl geldiğimize bakmak lazım. Örneğin HDP’nin kapatılma davasından sonra yeni isimler altında yapılanmalar oldu; ama biz o yapıların kurucu bileşenleri arasında sayılmamaya başladık. Neredeyse adımız silindi. Bizlerden bahsederken parti tüzüğünde sadece “cinsel yönelim farklılıkları” gibi yüzeysel bir ifadeye yer verildi. Sembolik görünebilir; ama bizim açımızdan çok önemli bir geriye gidişti bu. Söz konusu tutumlar, bizim manevra alanlarımızın nasıl daraltıldığını açıkça gösteriyor. Elbette şu anda en yakın müttefiklerimizden biri DEM Parti; ama adı konmamış bir uzaklaşma yaşandı ve bu sürecin nasıl örüldüğünü çok net gördük.

Önceki Çözüm Süreci’nde akademisyenler, gazeteciler, sivil toplum temsilcileri ve sanatçılar gibi farklı kesimlerden isimler yer almıştı. Şimdi ise sanki birileri süreci yürütüyor, geriye kalanlar da dışarıdan ne olup bittiğini izliyor. Topluma yeterince anlatılan, içselleştirilen bir süreç değil bu. Ama biz bu mücadelenin parçasıyız ve toplumun tüm kesimleri için mücadele veriyoruz. Kapımız çalınırsa, elbette bu sürece de destek vermeye hazırız. Keza, henüz kapımız çalınmamasına rağmen bu mücadeleye omuz vermeye devam ediyoruz.

Yeniden barış konuşuluyorsa, biz de yeniden hatırlatmak zorundayız: Biz trans lar, LGBTİ lar bu coğrafyada barışın, adaletin ve özgürlüğün taşıyıcısı politik özneler olarak var olmaya çalışıyoruz; ama bugünkü süreçte ne adımız ne de sözümüz var. Bu, sadece bir eksiklik değil; bilinçli bir dışlama, sistematik bir yok sayma. Önceki Barış Süreci’nde Sırrı Süreyya Önder bu coğrafyada barış tahayyülünün kimleri kapsaması gerektiğini açıkça ifade ediyordu. Bugün o tahayyülden fazlasıyla uzaklaşılmış durumda.

CHP lideri Özgür Özel’in Saraçhane konuşmasında “toplumun tüm renkleri” ifadesini kullanması dikkat çekmişti. CHP veya DEM Parti içinde daha güçlü sesler çıkabilir mi?

Bizce bu söylemler hâlâ çok yetersiz. Özel’in ‘toplumun tüm renkleri’ demesi kulağa hoş gelse de, biz bu tür ifadelerin nasıl kolayca içi boşaltılan, samimiyetsiz bir kapsayıcılık iddiasına dönüştüğünü defalarca gördük. Renk demek, yalnızca çeşitlilik demek değildir; kimlik demektir, beden demektir, mücadele demektir. Eğer bu renkler arasında LGBTİ ’lar gerçekten varsa, o zaman süslü sözler değil, açık ve doğrudan destek görmek istiyoruz. Somut politikalar, anayasal güvence, doğrudan temsiliyet görmek istiyoruz. LGBTİ ’ları ima ederek değil, açıkça adını anarak, haklarını tanıyarak ve yanında durarak konuşulsun istiyoruz.

DEM Parti ve CHP’den bazı milletvekillerinin sürekli yanımızda olması elbette önemli; ama hep aynı kişiler olduğu için sözlerinin etkisi de sınırlı kalıyor. Partilerin mücadelemizi kurumsal anlamda sahiplenmesinden söz edemiyoruz. Newroz alanında bize yönelik saldırılarda bile bir ya da iki seçilmiş yanımızda oluyor. Söz konusu tutum ne yazık ki bizi gerçek anlamda güçlendirmiyor.

Örneğin yürüyüş öncesi tüm muhalif milletvekilleriyle görüşmek isteriz; ama çoğunun dönüş yapmayacağını da biliyoruz.........

© Bianet