Uçak şirketinin dil ve had bilmezliği
Olay 10 Haziran 2025 salı günü akşam saatlerinde İstanbul Sabiha Gökçen-Diyarbakır Pegasus uçuşunun hemen öncesi Pegasus standında uçağa otobüsle taşınma anında yaşanıyor.
Hacdan gelip, transferle memleketlerine dönme yolunda olan kadınlı erkekli (sayıları 6-7 kişi) bir grup hacının karşılaştığı durum. Şimdi alenen yaşanan durumu olay anında iki çocuğu ile birlikte aynı uçuş öncesi otobüste olan yolcu Duygu Berekatoğlu’nun X (eski Twitter) hesabından alıntılayarak birebir paylaşayım:
“Bugün (dün) 10 Haziran Pegasus İstanbul/Diyarbakır uçuşunda otobüsle uçağa alınırken Türkçe bilmeyen yaşlı bir grup vardı. Ellerinde kabin valizleri haricinde birkaç poşet bulunuyordu, kişi sayısına bölünce aslında fazlalık yoktu.
Yer hostesleri yaşlıları azarlayarak, otobüsten indirip ‘Tek tek valizleri alın fazla kalırsa hareket ettirmeyeceğiz’ diye tehdit ederken, yaşlı teyzeler ve amcalar o eşyalarla 3 defa inip bindiler. En son yerde beklettirildiler.
Bir genç otobüsten inerek, ‘Benim eşyam yok, ben alayım’ dedi. Yer hostesi ona ‘Sen bu ekipten değilsin bin otobüse’ diye bağırdı.
Ben de dayanamayıp indim. Bu insanlar Türkçe bilmiyor, yaşlılara bağırmadan durumu izah etmek lazım dedim. Hostes bana dönüp ‘Burası Türkiye, Türkçe ortak dil, bilmek zorundalar’ diye çıkıştı.
Ben de ona ‘İngiliz olsak ortak dil dayatman olmaz ama değil mi’? Bu kadar Kürt yolcu taşıyorsan insanlar seni anlamıyorsa sen bilmek zorunda değilsin ama Kürtçe tercüman bulundurmak zorundasın.
O da, ‘Öyle bir zorunluluğumuz yok, Türkçe öğrensinler’ dedi. Sonrasında gerginliği gören yetkili geldi. ‘Fazla valiz’ sorun olmaktan çıktı. Yani çözülmeyecek bir problem değildi.
Şimdi burada uçuş kuralları gereği bagaj sınırlamasını anlarım, başkasına ait bagajın taşınmayacağını anlarım ama hava limanı çalışanlarının, havayolu şirketi çalışanlarının ırkçılığını, dil dayatması ve nezaketsizliğini anlayamıyorum.
Bence çalışanlarınıza insan hakları ve yolculara nasıl davranacakları konusunda eğitim vermeniz, Kürt bölgelerine olan uçuşlar için tercüman bulundurmanız gerekiyor.”
Biraz uzun olmakla birlikte tanık Duygu Berekatoğlu’nun yazdığı durum bu maalesef! İşte sırf, artık bu klasikleşen dil üzerinden ayrımcılık mevzuuna odaklanmak gerektiği düşüncesindeyim.
Malum, Ekim 2024 tarihinden bu yana giderek şekillenen yeniden çözüm süreci başladı. Biliyoruz elbette “Kurumsal ayrımcılık” yanında had safhada “Bireysel ayrımcılık” da var ve hep tedavülde bu tuhaf ülkede. Ve ne acı ki; bu “ayrımcılık” öyle basit bir hâl de değil! Çoğu kez nefret söylemi, linç ve ırkçılığa kadar da uzanabiliyor.
Çünkü uzun upuzun yıllardan bu yana sürdürülegelen bir “yoksayıcılık” üzerine inşaa edilmiş kesintisiz politikalar var. İşte tam da bu politikalara karşı bugün sabırla örülmeye çalışılan bir yeni varoluş çizgisi lazım bize; o da sanki şu: “İki toplum, iki halk arasındaki mesafe bunaltmayacak kadar ‘ferah’, yalnızlaştırmayacak kadar da ‘yakın’ olmalı…” Ferah ve Yakın bir dokunma, anlama, duyumsama ilişkisi; hem kolay hem de zor. Ama kuruldu mu pekişecek bir ilişki…
Üşenmeden klinik psikolog Duygu Berekatoğlu’nun bu paylaşımının altına döşenen 200 dolayındaki kısa yorumu okudum. Vicdanlı ve haysiyetli olanların dışındaki büyük çoğunluğun; utanma duygusunu, ar perdesini yitirmiş bir güruhun dehşet ve dehşet ötesi kışkırtıcı reflekslerini okuyarak irkildim.
İşte sırf bu nedenlerle önce gündelik hayata değen / dokunan dilin, küçük dokunuşlarla ehlileşmesine şiddetle ihtiyaç olduğunun altının çizilmesi gerektiği ekseninde bu yazıyı yazıyorum.
Mesela illa ki devlet hemen adımlar atmıyor, erteliyorsa! Özel sektör neden adım atmaz. Bu bir fırsat belki de. Sonuçta yolcu, bir yerden bir yere seyahat ediyorsa, sırf bir kargo paketi gibi kendisini taşısınlar diye avuç dolusu parayı ödemiyor. Aynı zamanda hizmeti satın alıyor. Konforlu bir yolculuk, yolcunun makul taleplerine cevap, ikramlar bu sebeple gerçekleşiyor. Tekel büfesinden üzerine narh konulmuş mamulat / müskirat satmıyorsunuz. İnsan taşıyorsunuz. Yurttaş resmi ve tek dilinizi konuşamıyor, bilmiyorsa çözüm üreteceksiniz, buna mecbursunuz.
İki gündür sosyal medyada bu olayın izdüşümlerini izliyorum. Tuhaf bir suskunluk var. Siyasilerden bir tek Dem parti grup başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit Meclis’te oturduğu yerden konu ile ilgili konuştu. Malum bir de Diyarbakır’ın üç ayrı partiden 12 milletvekili var. Sekizi DEM’li, üçü AKP’li, biri de CHP’li. Beklerdim ki asıl olarak şehrin seçili vekilleri gündeme taşımalıydı konuyu!
Yasakçı, ötekileştirici zihniyet o denli boyut kazanmış ki, doğrusu yadırgadım. Psikolog bir kadın haksızlığa uğrayan hemşerilerinin yanında “haksızlığa karşı susan, dilsiz şeytandır” özlü sözünün ilkeselliği ile tepki gösteriyor. O diğer yolcular içinde bir kişi hariç hiç kimsenin de kılı kıpırdamıyor.
Bu kötü bir durum; insani ve vicdani açıdan takibi illa ki şart. Pegasus ve dahi yer hatları, her kim sorumluysa gereği yapılmalı. Her defasında uluslararası uçuş kuralları / şartlarını hakkı hukuku gerekçe gösteren şirketlere de, yolcunun da insani hak ve hukuku olduğu bir kez daha hatırlatılmalı.
Kurumsal olarak işledikleri suça dair alenen özürleri yeter mi? Belki yetmez. Ama özürle birlikte telafi de çözüm. Hem de Kürtçe bir cümle ile;
“Em şirketê balafirgeha Pegasus’in, me efû bikin, emê lêborîna xwe dixwazin…”
Not: Duygu Berekatoğlu’nu tanırım. Vicdanlı ve hakkaniyetli bir kadındır. Mesleğinin hakkını da verenlerdendir. Kendisiyle yüzyüze görüştüğümde olayın üzerinden iki gün geçmiş olmasına rağmen halâ etkisinden........
© Bianet
