menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Çocuğa edebiyat

18 1
26.07.2025

Ülkede malumu aliniz edebiyatla, kültürel-sanatsal etkinlik ve performanslarla anılan / anılmayı hak eden şehirler elbette var.

Balıkesir’in kış nüfusu (yerleşik olan) 80 binlerde seyredip, yaz nüfusu ise 400 bini aşan bir kuzey ege sahil ilçesidir Burhaniye. 2025 Temmuz’u itibariyle altı yıldır Burhaniye kitap fuarını yapıyor.

Gözlemim şu ki belediyenin sadece kültür birimi değil, kurumsal olarak bütün birimleri alarm halinde. Bunu hem fuarın olgunluk yapısında hem de kentin cadde ve sokaklarında hissediyorsunuz. Başarılı ve amatör bir ruh / heyecanı ama profesyonel bir disiplinle işlerini tesadüflere bırakmadan yapıyorlar. Fuar Koordinatörü Sinan Karahan’ın kudretli müdahilliği her yere nüfuz etmiş vaziyette.

Bu yılki fuarın son günü pazar final akşamında dostum arkadaşım Şükrü Erbaş ile birlikte “Çocuk ve Edebiyat”ı konuşacağız. Şükrü yakın zaman içinde “Ben annemin hecesiyim” çocuk kitabını hazırlayıp yayınlattı. Benim ise yine bu yıl içinde, Amida Ana çocuk kitabımın yeni basımı Everest Çocuk’ta çıktı. İki yazarın iki çocuk kitabı üzerinden bir muhabbet olacak bizimkisi…

Şükrü Erbaş’ı yakından tanıyanlar bilir ki o, bir şarkı-türkü meraklısıdır da. Sözlerin derin anlamını çok iyi bilir. O sebeple Ruhi Su’dan güzel yorumuyla ilk evvel yıllar yıllar önce İstanbul Tarlabaşı’nda bir işçi dayanışma gecesinde dinlediğim parçadır “Bir oğlum olsa”.

Diyordu ki;

“Bir oğlum olsa da gitse hocaya,

Okuya okuya çıksa heceye…”

İşte sanki bu iki dize kelamı Şükrü’nün kitap için kelamınca “geç dile gelişine” vesile olmuş. Hecenin peşine düşülmez mi? Düşülür elbet. Dememiş miydi o alim kişi ilk hece olarak “Oku”yu…

Burhaniye’de imza akşamında babası ve annesi ile henüz 12’sinde olan yedinci sınıf (eskinin orta ikisi) öğrencisi Dicle kız geldi standa. “Hocam ben sizin ‘Ahmed Arif abisi olmak halkının’ kitabınızı okudum. Sonra sınıfta kitabın sunumunu yaptım. Devamında da bir yazar olarak Ahmed Arif’i bütün sınıfa anlattım. Şimdi sıra ‘Amida Ana’ da” dedi. İmzaladım…

Hani çoğunluk, şimdinin gençleri “z kuşağı, yapay zekâ tutsağı, sosyal medya tutkunu” diye yakıştırma yapıyorlar ya! Evet bunlar kısmen doğru. Ama öyle olmayanlar da var. Okuyorlar, yazıyorlar Dicle gibileri.

Amida Ana’da yolunu şehre düşüren bir gezginin sürprizi bol şehirle tanışma muhabbeti var. Şükrü Erbaş’ın kitabı için “çocuk kitabı kılığında büyüklerin de çocukları ile birlikte okuyacağı kitap oldu” dediği Hece’si benim Amida Ana için de geçerli. Her ne kadar 8-13 yaş arası için dedikse aslında yetişkin ebeveynlere “önce siz okuyun, sonra da çocuklarınız” diyorum.

Kusmuğu olan lavın taşlaşmış halinden şehre taşlarına yazılı / kazılı serencamını bahşeden bir meseller kitabı kentin bir kaç adından biri üzerinden kadim Amida Ana kitabı…

Okuyun üzerine konuşalım.

Not: Burhaniye 6. Kitap Fuarı 27 Temmuz 2025 Pazar saat 20.00 Ören Meydanı Şükrü Erbaş & Şeyhmus Diken söyleşi programı; “çocuk ve edebiyat” sonrasında Alfa&Everest kitap standında Amida Ana ile birlikte diğer kitaplarımı da imzalayacağım. O civarda olanları bekleriz…

(ŞD/HA)

Dersimli sanatçı Delil Xıdır, yeni müzik çalışmasında dinleyicileri Ermenice bir kadın adı olan “Nırvart” ile buluşturuyor. Aynı adı taşıyan parça, bizi Delil Xıdır’ın babası Musaê Millê’nin gençlik yıllarına götürüyor ve onun on beş yaşında iken on altı yaşındaki Ermeni kızı Nırvart arasında filizlenen duygusal yakınlaşmayı anlatıyor.

Ancak Nırvart ile Musaê Millê’nin dayısının iki kızı, 1938 Katliamı sırasında (ya da hemen öncesinde) kurşunlanarak öldürülüyor; böylece kişisel öykü trajik bir boyut kazanıyor.

Babasının bu anlatısı, Delil Xıdır’ın belleğinde yer etmiş; yaklaşık 90 sene sonra söz ve müziğe dönüşerek “Nırvart” adlı çalışmanın temelini oluşturmuştur. Söz ve müziği Delil Xıdır’a ait eser, üç sanatçının ortak seslendirmesiyle kaydedilmiştir: Delil Xıdır’a, uzun süredir birlikte çalıştığı Sürgündeki müzisyen Hasan Sağlam ile sanatçı Gulê Mayera eşlik etmektedir. Aranjör koltuğunda Ahmet Özgül otururken, klibin yönetmenliğini Hasan Sağlam üstlenmiştir.

“Nırvart” şarkısı bizi hem Dersim’e hem de trajedi kavramının daha iyi anlaşılmasına götürüyor. Dersimli ozanların bir trajediyi melodiye dökme geleneği, tarihsel, felsefi ve sanatsal birçok boyutu beraberinde getiriyor. Bu klam, kavuşamayan bir aşkın ve o dönemin toplumsal koşullarının ağıdıdır. Ozanlık kavramının tarihsel dönüşümünü ve trajedi‑ağıt ilişkisini inceleyerek, Dersim tarihi içinde bu aşk hikâyesini anlamaya çalışacağız.

Homeros’u yalnızca bir destan anlatıcısı şair olarak görmek, Platon sonrası dönem ile tek tanrılı dinlerin doğuşunun şekillendirdiği bir yaklaşımdır. Homeros, modern anlamda bir ozan değil; din kuramcısı bir ozandır ve anlatıları aynı zamanda bir dinin içeriğini oluşturur. Onun çağı, henüz şiir, edebiyat ve hakikatin birbirinden ayrılmadığı, bir daha geri gelmeyecek özgün bir dönemdir. Platon’un, ozanların tanrılar hakkında “yalan söylediklerini” ileri sürerek onları ideal devletinden kovmak istemesi bu dönüşümün yalnızca bir adımıdır. Yüzeyde salt siyasal bir müdahale gibi görülebilecek bu tutum, belki farklı koşullarda başka biçimde yorumlanabilir ya da göz ardı edilebilirdi; ancak Platon’un felsefî hamlesi, çok daha köklü bir değişimi beraberinde getirdi.

Platon, tanrıyı ve yaratılışını rasyonel bir düzene bağlayarak anlaşılabilir bir dünya tasarımı geliştirdi; ozanların değişken tanrı‑evren kavramlarının yerine, Tanrı kurallı bir kozmik düzen kurar. Timaios diyalogunda tasarladığı “Demiurgos” (ilahi zanaatkâr) kavramı, duyusal dünyadaki karmaşayı idealar örneğine bakarak düzenli bir kozmos hâline getirir. Bu dönüşümden önce Homeros, hem şair hem de din kurucusuydu; tanrılar hakkında söz almak isteyen herkes Homeros’a başvurmak zorundaydı. Sonraki çağların bir başka dâhisi Shakespeare ise yalnızca büyük bir şair olarak kaldı—artık yeni bir dinin kurucusu ve referans noktası değil.

Tek bir ozanın konumu değişmemiştir; ancak kozmik düzen ve bu düzen içindeki olayların nedenleri değişmiştir. Düzen kavramının evrimini görmek için atomculara bakabiliriz. Demokritos’a göre atomlar boşlukta düz bir çizgide, değişmez bir zorunluluk altında hareket eder; bu sistem mutlak bir nedensellik anlayışına dayanır: her şey bu mekanik zorunluluğun içindedir ve rastlantıya yer yoktur. Epikuros ise bu anlayışı kırar. Ona göre atomlar bazen, nedensel zorunluluğun dışında, küçük sapmalar yapabilir; bu sapma, doğada özgürlük ve rastlantının kaynağıdır. Doktorasını bu iki filozof üzerine yazan Marx için bu sapma, yalnızca fiziksel bir açıklama değil, aynı zamanda insan özgürlüğünün felsefî temelidir.

Demokritos tanrılar hakkında pek konuşmaz, doğayı tamamen mekanik süreçlerle açıklar. Epikuros tanrıların varlığını kabul eder, fakat onların doğaya ya da insan yaşamına müdahale etmediğini savunur. Aristoteles’in tanrısı ise “ilk hareket ettirici”dir; düzene ve yaşama karışmaz. Ancak Aristoteles’in tasarladığı evren, nedenselliğe dayandığı için zaman içinde düzensizlikten düzene yönelen bir süreçtir. Antik Yunancada “kâinat” anlamına gelen kosmos, köken olarak “iyi düzenlenmiş” demektir. Homeros da savaş sahnelerinde ordu için “kosmos haline getirmek” — yani hat nizamına sokmak — ifadesini kullanır. Kısacası kósmos, belirli bir düzen kurulunca var olur.

Platon ile Aristoteles’in oluşturduğu “totalite” içerik bakımından doruğa ulaştıktan sonra, Helenistik dönemde içeriğin yerini farklı bilinç tutumlarının—yani “öznel form”un—öne çıktığı Epikür‑Stoa‑Septisizm evresi alır. Marx bu geçişi ele alırken tezinde şöyle sorar:

“Platon ve Aristoteles’ten sonra gelen yeni sistemler neden bu iki zengin düşünce kişiliğine yaslanmak yerine, fizikte ilk doğa filozoflarına, ahlakta ise Sokrates’e geri döner?”

Ona göre bu mesafeli tutumun iki anlamı vardır. Birincisi, Platon ile Aristoteles öylesine kapsayıcı bir bütün kurmuştur ki Helenistik düşünürler onların üzerine yeni içerik inşa edemez; bu yüzden taze malzemeyi ancak Platon öncesi doğa okullarında bulabilirler.

Platon’a doğrudan eklemlenememek, sisteminin tamamlanmış olmasının—dolayısıyla büyüklüğünün—dolaylı kanıtıdır. İkincisi, felsefî ilgi alanı dış dünyanın bilgisinden çok öznenin kendi tutumunu kurmaya yönelmiştir; Marx, sonraki akımları, önceki sistemlerden aldıkları içeriğin her bir yönünü bağımsız bir öz‑bilince dönüştüren hareketler olarak tanımlar. Böylece Platon’un bütünlüğü parçalanır. Sonuç olarak, Epikürcülerin, Stoacıların ve Septiklerin doğa anlayışında Demokritos ile Herakleitos’a, ahlak anlayışında ise Sokrates’e dönmeleri, Platon‑Aristoteles felsefesinin içerik ve tarih bakımından bütüncül niteliğinden kaynaklanır.

Marx, diyalektik gelişim mantığı içinde Platon’da tarihsel bir ilerleme görür; buna karşılık Nietzsche ve Heidegger Platon’u bir gerileme noktası sayar: Heidegger, onun “varlığı unutturduğunu” ileri sürerken; Nietzsche, hakikatin akıl yürütme yoluyla kavranabileceği varsayımını içeren diyalektiğini reddeder. Temelde Platon’un idealist de olsa rasyonalist anlayışına karşı gelirler.

Platon’un Homeros’ta “yalan” diyerek reddettiği şeyler, aslında bir önceki dönemin hakikatleri ve hakikat üretme yöntemleriydi. Bu reddediş yalnızca siyasal bir müdahale değildi; edebiyatın, ozanın ve dinsel anlatıların dayandığı temelleri değiştirerek yeni bir bütünsellik kurmayı hedefliyordu.

Karl Marx, doktora tezinde antik düşünürlerin doğa anlayışlarını incelerken Plutarkhos’un Marius biyografisinde aktardığı çarpıcı bir örneği analiz eder. Plutarkhos, anlatısında Cimbri kavminin Roma’ya karşı verdikleri savaşta neredeyse tamamen yok edilişini anlatır; savaş alanında binlerce ceset kalmıştır.

Cesetler o kadar çoktur ki Massalia (bugünkü Marsilya) halkı bunları toplayıp parçalayarak bağlarını gübrelemiştir. Ardından yağan yağmur toprağı bereketlendirmiş ve o yıl tarihin en verimli üzüm‑meyve hasadı gerçekleşmiştir. Plutarkhos’a göre bu durum, ister ilahî düzene ister doğadaki bir dönüşüme işaret etsin, sonuçta “bereket” getirmiştir. Marx ise durumu şöyle eleştirir:

“Demek ki bir halkın gübre yığınına dönüşmesi bile arzu edilen ahlâkî coşku zevki için fırsat sunabiliyormuş!”

Trajedilerin kaynağı sorusu, içinde bulunulan çağa göre farklı biçimlerde ele........

© Bianet