menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

'Keskin Bıçak' ve Diyarbakırsporlu Vedat

14 1
19.07.2025

“yuva olamadığı yerde başlıyor
dünyanın ıssızlığı…”*

Beşiktaşlıların efsane “büyük” kaptanı Vedat Okyar, 1 Ağustos 1945’te Bursa İnegöl’de doğar. Babası Rahmi Okyar tekstilcidir ve Beşiktaş Spor Kulübü'nde de yönetici. Vedat Okyar futbola İnegöl idmanyurdu’nda başlar. 23 yaşında iken 1968’de Beşiktaş’a transfer olur ve sekiz yıl 1976’ya kadar top koşturur Beliktaş’ta. 64 yaşında vefat eder. Beşiktaş’ta attığı 43 penaltıdan 42’si golle sonuçlanır.

Bursaspor, Beşiktaş ve Karagümrük takımlarında top koşturan Vedat Okyar, Diyarbakırspor’un Ali Kahraman’ın başkanlığı, Şeyhmus Akçadağ’ın genel kaptanlığı ve Uğur Ersoy’un takımı çalıştırdığı yapıda 3. Ligden 2.Lige çıktığı 1975-1976 futbol sezonunda da bir yıl Diyarbakırspor’da top oynar. Hikâyesi de şöyle: Vedat Okyar’ın babası tekstilci Rahmi Bey ile o yıllarda otobüsleriyle seyahat acenteciliği yapan ve Diyarbakırspor Kulüp Başkanı Ali Kahraman dostturlar. Vedat Okyar askerliğini yapmak üzere Diyarbakır’a gelir. Babası da oğlunu Ali Kahraman’a emanet eder, “Orda top da oynasın, para da vermeyin. Askerliğini de yapsın,” der. Ali Kahraman da “Gelsin, Diyarbakırspor’da oynasın, takım şampiyon olduğunda Vedat’ın da askerliği biter” der. Ve öyle de olur. Ve öyle bir takım oluşur ki, takımın ikinci lige çıkıp top koşturduğu yıl da 1. Lige çıkar ve Uğur Ersoy’un yerine bu kez Zeynel Soyuer’in antrenörlük dönemi başlar. Vedat Okyar’ın emekleri elbette bu başarıda büyüktür.

Ve o yıl Diyarbakırspor’un şampiyonluk kupasını ilk kendisi havaya kaldırır. Eşi Asuman hanım “Diyarbakır yıllarını hiç unutamadığını” hep anlatır. Ve Diyarbakırspor’da orta saha oyuncusu olarak 8 numarayla oynadığı yıl şehrin futbol tarihine geçecek bir özdeyişi olur. Der ki Vedat Okyar; “Diyarbakır’ı Brezilya’ya benzetiyorum. Diyarbakır futbolda Türkiye’nin Brezilyasıdır.”

Onu tanıyanlar centilmen ve efendi kişiliğinin altını çizer. Bir maçta hakem maçı durdurup Vedat Okyar’a sorar; “tekme attın mı?”. “Attım hocam” der. “Çıkmak zorundasın” der. Ve Vedat çıkar maçtan. Soranlara “Bir Beşiktaşlı olarak hakeme yalan mı söyleyecektim?” der.

Okuduğunuz yazının bu kadarından sonrası, yani şimdi okuyacaklarınıza Google arama motorunda bir başka arama yaparken rastladım ve onlardan derlemeyi paylaşıyorum. Yazının sonuna da kendi notumu ekleyeceğim.

[…

Evlendiğinde eşi Asuman’a “Bana sakın bir şey taşıtma. 'Biber getir' filan yapma. Ben hiçbir akrabamla görüşmem. Senin de akrabaların benim evime gelmesin. Ben akrabaları sevmem, çünkü ben seçmedim. Ben seçtiğim insanla birlikte olurum." demiş Vedat Okyar.

Evlilik iyi yürüyordur, ta ki o gün gelene kadar; "Bir gün eve geldim, akrabalar (baldız ve bacanak) var. 'Bunlar ne?' dedim, Eşim Asuman 'Eee, geldiler ne yapayım?' dedi. Peşinden de 'Eyvah, salatanın limonu yok, alır mısın?' diye ekledi. Ben de 'Alırım' dedim. Evden çıktım, lig de devre arasıydı." Hikâyenin bundan sonrası basına düşendir. şöyle: Okyar, eşi Asuman hanımla bu konuşmasından sonra evden ayrılır. Ancak limon almaya gitmez. Ligin devre arasıdır ve yolu Yalova’da termal tesislere düşer. 15 gün orada bir başına kalır. 15 gün sonra eve bir file limon ve bir gece vakti sadece kendisine yazıp hafızasına kazıdığı bir “şiir” kalır.

Sezen Aksu’yu tanıdığı ifade edilir Vedat Okyar’ın. Hikaye edenler şöyle der ve bir davette bir araya gelirler. O davette bir kağıt parçasına Yalova’da otel odasında düşüne yazdığı şiiri yazar ve Sezen Aksu’nun eline tutuşturup okumasını ister. Sezen Aksu birkaç kez üst üste okur şiiri. Sezen Aksu o günlerde “Adı Bende Saklı” albümünün ardından yeni bir albüm hazırlığındadır. Bu şiiri yeni albümde bestelemek istediğini söyler Vedat Okyar’a. Kıramaz arkadaşını Okyar ve “Bir şartla, benim adım hiçbir şekilde geçmeyecek” der. ve Sezen Aksu’nun 2000 yılında çıkan “Deliveren” albümünün künyesinde o şiir “Keskin Bıçak / Söz-Müzik: Sezen Aksu” olarak yazılır ve çıkar.

Sosyal medyada denir ki; 20 Temmuz 2009’da 64 yaşında kanserden vefatından iki yıl önce Vedat Okyar Keskin Bıçak’ın hikâyesini etrafındakilere böyle anlatmıştır…

…]

Ve bugün YouTube’ta şarkıyı yeniden dinledim, 32 milyon kez tıklanıp dinlenen şarkının sözleri şöyledir:

Geldim yarım,
kaldım yarım
Neydi, ne oldu şu tez canım
Ertelendim hayattan,
sevdim yarım
Derken bugün olmazsa, olur yarın

Kendimden kaçak
Yarim keskin bıçak
Nerede bende o yürek
Yardan cayacak
Hep köşe bucak
Ben bu dünyayı anlayamadım
Niyetlendim de
altından kalkamadım…

Evet, Keskin Bıçak şarkısına dair Vedat Okyar’ın adına izafeden kendisine ve şakıyla ilgili hakkında yazılanlara düşeni böyle de! Hikayenin bir de şarkıyı albümünde okuyan ve altına imzasını atan muhteşem sanatçı Sezen Aksu cephesi var. Bir şekilde bir dost aracılığıyla ulaşıp sordurdum Sezen Aksu’ya; özeti şu “Sahiplerinden alınıp kullanılan bütün eserlerin kaynağı albümlerin künyesinde mutlaka yer alır. Bu şarkı da bir başkasına ait olsaydı, yazılırdı. Her yıl bu şarkıya ya da kimilerine dair bir şeyler çıkar ve yazılır işte.”

Doğrusu aidiyet anlamında Keskin Bıçak’taki çok güçlü dizelerin ruhu Sezen Aksu’yla çok örtüşük. Ve Vedat Okyar’ın da ne öncesinde ne de sonrasında başka hiçbir yazılmış paylaşımının olmaması ardında sadece güzel bir “Hikâye” bırakmış oluyor…Hayatın zaten kendisi keskin bıçak değil mi?

* Rona Aslan / Dalgın / Everest Yayınları, 2025.

(ŞD/TY)

Yeni Zelanda yerlileri Māoriler’in partisinden parlamento üyesi Hana-Rāwhiti Maipi-Clarke geçen sene parlamentoda geleneksel Haka dansı yapıp görüşülmekte olan yasa tasarısının bir nüshasını yırtmıştı. Akabinde genç parlamenter için yedi, ona dansta katılmış olan partinin üç yöneticisi için 21 gün parlamentodan uzaklaştırılma cezası öngörülmüştü.

Yeni Zelanda parlamentosunda bir üyeye daha önce verilmiş en uzun süreli uzaklaştırma cezası sadece üç gün olduğuna göre, mevzubahis hareketin çoğunluğu temsil edenlerce pek hazmedilmediği aşikârdı.

Ülke nüfusunun beşte birini bile oluşturmayan yerliler nasıl böyle bir münasebetsizliğe cüret etmişlerdi?

Daha önce parlamentoda Haka performanslarına şahit olmuş iktidar temsilcileri nedense bu defa fazlasıyla rencide olmuşlar, taşkın dansı bir tehdit gibi algılamışlar ve kendilerini tehlike altında hissetmişlerdi!

Muhalefete gerekli ders verilmeli, ayrıca iktidara oy vermiş millete, isyan tohumları ekebilecek bu küstah davranışa asla geçit verilmeyeceğinin mesajı abartılarak ulaştırılmalıydı.

Oysa Māori parlamenterler, memleketlerine sonradan gelenlerle belirli bir uyum içinde yaşayabilmek üzere bir zamanlar Birleşik Krallık’la imzalanmış Waitangi Antlaşması ilkelerinin radikal ölçüde tekrar tanımlanmasının haklarını zayıflatacağını düşünüyorlardı.

Acaba bu masalımsı diyarın beyazlarıyla koyu tenli yerlileri arasındaki uyumun zaten iddia edildiği gibi parlak olmadığı, Māoriler’den hâlâ asimile olmaları beklendiği inkâr mı ediliyordu?

Yönetmen ve senaryo yazarı Katie Wolfe bizi ülkenin mazisine, 1979 yılına layıkıyla sürüklerken, her zaman sessiz ve mütevazı olmaya koşullandırılmış coğrafyanın yerlileriyle empati kurmamızı muhakkak ki sağlıyor.

Kendini ülkenin hâkimi ilan edenlere karşı ilk sansasyonel başkaldırı sayılabilecek Auckland Üniversitesi hadisesini unutulduğu tozlu raflardan çıkarıp mesafe katetmekte zorlanılan uyum sürecine katkıda bulunması, layıkıyla günah çıkarılması ve hakikatlerin unutulmaması için tekrar gündeme taşıyor.

Üniversitenin Mühendislik Fakültesi Birliği öğrencilerinin Haka dansını sahiplenerek bunu edepsiz bir şaklabanlığa dönüştürmüş olması, üstelik eleştiri ve uyarılara rağmen seneler içinde dozunu artırmaları Māoriler’in canını çok........

© Bianet