menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Erzincan’da Yüksel ve Enes’le...

7 0
15.07.2025

Geçtiğimiz 4 Temmuz Cuma günü, anne Yüksel Güran’ı ve Narin’in ağabeyi Enes Güran’ı ziyarete Erzincan cezaevine gittim.

İmkanım olsa Erzurum’a gider, Salim Güran’ı da görürdüm fakat aynı güne bu ziyareti sığdıramadığımdan oraya gidemedim. Yüksel Güran’ı ziyaret edeceğimi Şubat ayında bianet’e yazdığım yazıda söylemiştim ama araya çok şey girdi, gündemin yoğunluğu, rahatsızlanmalar, ameliyat vs. Kısmet sıcak bir Temmuz gününeymiş.

Erzincan Kadın Kapalı Cezaevi'nde kapılardan ve turnikelerden geçtikten sonra açık görüşmenin gerçekleşeceği alana girdiğim anda Yüksel Anne’yi uzaktan gördüm.

Benden yaşça genç olan bu kadın, 29 Aralık’ta Diyarbakır’daki duruşmada gördüğümden bu yana tümüyle çökmüş, minnacık kalmıştı…

Salim Güran boşuna demiyor, “Bir dağın başına gelse dağı çökertecek işler ailemizin başına geldi” diye…

Yüksel Güran beni uzaktan gördüğü anda ağlamaya başladı, hızla yanına yürüdüm ve kızkardeşime sarılır gibi sarıldım ona, birlikte ağladık ağladık…

Cezaevi ziyaretlerinde yanına hiçbir şey alamıyorsun. Görevlilerden üç kez kağıt mendil istedim. Yüksel Anne ile birlikte böyle gözyaşlarına boğulacağımı da hiç düşünmemiştim doğrusu…

Onu uzun uzun dinledim, ağlayarak sarılırken tekrar tekrar söylediği ilk şey, “Narin’imin mezarını gördüm” sözleri oldu. Aylar sonra ilk kez bir gün önce televizyon izlemiş, Narin’in mezarını görmüş ve hakimin tahliye talebini duymuş. Dilinin döndüğünce anlattı.

Belki iki saat oturdum onunla. Ne söyleyebilirdim ki? Elimden geldiğince güç ve sabır diledim. “Onu savunanların ülkesinin” güzelliğinden söz ettim. O da bana kendisine gelen mektuplardan ve hediyelerden söz etti. Onlara kızına sarılır gibi sarılıp tek tek öptüğünü anlattı.

Haftada bir saat onu görebilmek için çocuklarıyla birlikte Diyarbakır’dan sabahın köründe yola çıkan ve gece karanlıkta eve dönebilen kocasını anlattı. Bu yolculukların kendisine verdiği derin kaygıyı kendince dile getirdi…

Yüksel’e Enes’i de göreceğimi onunla uzun uzun konuşacağımı ve ona moral vereceğimi söyledim. “Bana televizyon verildiğini” de söyle dedi.

Hatta bir buzdolabı olmadığı halde, buzdolabının olduğunu da söylememi istedi. Erzincan çok sıcak olmadığından buzdolabına zaten pek fazla ihtiyaç duymadığını ekledi. “Ama Enes buzdolabım var bilsin, sevinir” dedi.

Ona dedim ki “Sabret Yüksel Hanım, lütfen lütfen aklını kötü düşüncelere takma, televizyonda neşeli bir şeyler bulup izlemeye çalış, sağlık gitti mi gidiyor.”

Mum gibi eriyip gitmiş bir kadına sağlığını koruması gerektiğinden ve dışarıda onu bekleyen iki küçük çocuktan söz ettim…

Yüksel Güran, “Ben yavrumun saçını tararken dökülen telleri atmaya kıyamazdım” diye ağladı durdu. Ona IŞİD’e esir düşen kadınlardan, eziyetin en ağır biçimlerine maruz kalmış Kürt coğrafyasının kadınlarından söz ettim. Bilmiyorum neden ama bunları bilmenin bu zulme katlanmasına yardımcı olacağını düşündüm.

Bana Narin’den başka kız çocuğu olmadığı için büyük oğulları Baran ve Enes’in kendisine ev işlerinde ve her şeyde destek olan nasıl iyi yürekli ve ne kadar olgun oğullar olduğunu anlattı. "Enes küçük kardeşlerine kek yapardı, onlar için her şeyi yapardı" dedi…

Yüksel’den sonra Enes’i görmeye gittim. Onu annesine göre moral bakımından çok daha iyi gördüm. Sanırım öfke ve isyan duyguları yerini suçsuzluğun verdiği kalp hafifliğine ve tevekküle bırakmış. Dışarıda ailesine ve ona inananların sayısının çığ gibi artıyor olması, ortaya çıkan yeni deliller ve raporlar da muhtemelen bu hafifliğe ve güvene çok yardımcı olmuştur.

18 yaşında bir insan için fazlasıyla olgun bir sohbet sürdürdü. Ona da dilimin döndüğünce elimden geldiğince bir şeyler anlattım. Tarih boyunca maalesef birçok insanın payına suçsuz yere hapse atılmanın düştüğünü hatırlatmak istedim.

Bunun geçeceğini, muhakkak geçeceğini söyledim. O da bana kitap okuduğunu söyledi ve okuduğu kitaplardan söz etti. Ona da kendini duygusal olarak hırpalayacak düşüncelerden zihnini uzaklaştırmaya çalışmasını söyledim. Hiç kolay olmasa da sabırlı olmasını… Spor yapıyormuş, bunun iyi geldiğini söyledi. Annesine söz vermiştim. Enes’e onun yerine de sıkı sıkı sarıldım. Umarım bir parça iyi hissettirmiştir.

Yüksel’i ve Enes’i derin bir çaresizlik duygusuyla Erzincan’da bırakmak gerçekten çok üzücüydü. Çok geç olmadan bir gün onları köylerinde, evlerinde ziyaret etmeyi, birlikte Narin’in mezarına çiçekler ekmeyi çok isterim. Yazık bu insanlara…

Mesela şu........

© Bianet