Gazetecilik temalı 5 film
Gazetecilik mesleği üzerindeki baskı ve riskleri; haberciliğin etik ve sorumluluklarını işleyen filmlerden bir seçki oluşturduk. Seçtiğimiz beş film de, gazetecilerin mesleğini yaparken karşılaştığı baskı, tehdit ve sansür mekanizmalarını işleyerek sektör açısından eleştirel bir bakış açısı sunuyor. Bir haberin peşinde koşmanın, kendi haber dilini oluşturmanın ve bu amaç uğruna sarf edilen emeğinin önemine dikkat çekmek için seçtiğimiz beş filmi izleme önerisi olarak sunuyoruz.
Diyarbakır’da yayın yapan Özgür Gündem gazetesinin muhabirlerinin hikâyesini anlatıyor. Gazeteciler, bölgede yaşanan çatışmaları, faili meçhulleri ve hak ihlallerini haberleştirirken tehdit, sansür ve ölüm tehlikesiyle yüz yüze kalıyor. Film, gerçek olaylardan esinlenerek, dönemin basın özgürlüğü atmosferini çarpıcı biçimde yansıtıyor.
Gazetecilikle ilgili hep popüler filmleri duyuyoruz. Press bunlardan biri olmalı. Çünkü Türkiye’de yapılan gerçek gazeteciliğin zorluklarından, gerçekleri yazdıkları için sürekli tehdit edilen, sansürlenmelerine rağmen işlerini yapmak için farklı alternatifler üreterek üretmeleri bu işi pes etmeden yatıklarının göstergesi. Film de geçen bazı kesitler gerçekten de gazeteciliğin neden önemli oluğunu gösteriyor. Film de geçen bazı cümleler “Holdinglerden kazandığımız parayla bu işi yapmıyoruz”, “Silahla gazetecilik olmaz." Türkiye’de hala birçok gazetecinin benzer tehditlerle karşı karşıya kaldığını düşünürsek, Press sadece bir dönemi değil, bugünü de anlatmaktadır.
Press, Türkiye’de gazetecilik üzerine yapılmış en gerçekçi filmlerden biri. Film devlet baskısı altında çalışan gazetecilerin direncini güçlü bir dille anlatıyor. Bugün hala geçerliliğini koruyan “hakikati yazma bedeli” gerçeğini, sıcak çatışma ortamında çalışan muhabirlerin gözünden görmemizi sağlıyor.
Boston Globe’un araştırmacı ekibi, Katolik Kilisesi’nde yıllarca örtbas edilen cinsel istismar vakalarını ortaya çıkarıyor. Uzun ve titiz bir araştırmayla belgeler toplanıyor, tanıklarla görüşülüyor ve güçlü bir kuruma karşı haber yayımlanıyor.
Türkiye’de de benzer şekilde güçlü dini veya siyasi yapılarda istismar olayları yaşandı:
İsmailağa Cemaati istismar davası: Mağdurların sesini duyurmak uzun süre zordu. Haberi yapan gazeteciler baskı ve hedef gösterilme riskiyle karşılaştı.
Gazeteciliğin toplumsal değişimdeki gücünü gözler önüne seriyor. Haberin yalnızca bilgi vermek değil, adalet ve vicdan için bir araç olabileceğini gösteriyor. Araştırmacı gazeteciliğin sabır ve titizlikle yürütüldüğünde toplumu nasıl etkileyebileceğini anlatıyor. Film yalnızca bir skandalı ifşa etmekle kalmıyor, güçlü kurumlar karşısında gazetecilerin tutumlarını da gösteriyor.
Stephen Glass, The New Republic dergisinde yayımlanan haberlerinin çoğunu uydurur. Film, habercilikte doğruluk, güven ve editör sorumluluğunu sorguluyor.
Film, yalnızca sahte haberin değil, editoryal denetimin zayıflığının ve “çok iyi hikâye” arayışının nasıl manipülasyona kapı araladığını çarpıcı biçimde gösteriyor.
Habercilikte güvenin ve doğruluğun ne kadar kırılgan olduğunu gösteriyor. Editörlerin ve gazetecilerin sorumluluklarının önemini vurguluyor. Doğrulanmamış haberlerin toplumsal etkilerini ve medya güvenilirliği sorunlarını sorgulatıyor. Türkiye’deki dezenformasyon ve teyitsiz haber tartışmalarıyla doğrudan bağ kuruyor.
Lou Bloom, Los Angeles’ta gece kazalarını ve suç olaylarını kaydederek televizyon kanallarına satıyor. Etik sınırları hiçe sayıyor, olayları daha sansasyonel hale getirmek için tehlikeli davranıyor.
Film, reyting ve sansasyon peşinde etik sınırların nasıl zorlanabileceğini düşündürüyor. Haber ve eğlence arasındaki ince çizgiyi sorgulatıyor. İnsan hayatının ve mahremiyetin göz ardı edildiğinde medyanın ne kadar tehlikeli olabileceğini gösteriyor. Habercilikte etik değerler ile ticari hırs arasındaki gerilimi gösteriyor.
Howard Beale, televizyon kanalında düşük reytingler yüzünden işten atılacağını öğrenir. Canlı yayında öfke dolu tiradları reyting için kullanılır ve haber eğlenceye dönüşür.
Film, medyanın kar ve reyting odaklı doğasını çarpıcı biçimde eleştiriyor. Haber ile eğlence arasındaki sınırın nasıl erozyona uğrayabileceğini gösteriyor. İzleyiciye, televizyonun toplumu yönlendirme gücünü düşündürtüyor. Tık uğruna yapılan yanlışları ve medyanın buna etkisini bu filmde izlemekteyiz. Günümüz medyasında sıkça eleştirilere neden olan "tık haberciliği" ya da popüler olmanın bir aracıymış gibi kullanılması filmde işleniyor.
Tarih boyunca kimi buluşmalar, kültürün akışını yeniden çizer: Viyana’da Schönberg’in atonal devrimi, müziğin sınırlarını parçalarken; Harlem’de Langston Hughes’un şiirleri, siyah estetiğin manifestosu olurken; Diyarbakır zindanlarında 1990’ların karanlığına inat, Mezopotamya Kültür Merkezi’nin (MKM) yaktığı kültür meşalesi, Kürt sesini dünyaya duyurdu.
Bu yazı, Van Kent Müzik Platformu’nun -yaklaşık 70 müzisyenin "yalnızlığa karşı kolektif ses" arayışıyla o güçlü nehrin -ilk dalgasının hikâyesidir.
Van Gölü'nün kıyısında ceviz ağaçlarının gölgesinde yankılanan şu soru, her şeyin başlangıcıydı: "Bin yıllık dengbêj geleneği, elektronik müziğin istilası altında nasıl hayatta kalacak?"
Platformun kuruluş bildirgesindeki 7 ilke bu sorunun yanıtı oldu: Öz örgütlülük, anadilde üretim, kadın yaratıcılığı, kolektif hafıza, ekolojik duruş, evrensele açılan yerellik ve görünürlük.
Bu felsefe etrafında kenetlenen müzisyenler, müzik pratiklerinin kuramsal temellerini derinleştirmek, tartışmak ve kolektif üretimi başlatmak için Van Gölü’nün kıyısında iki günlük bir müzik kampında buluşmaya karar verdi.
Öğleden sonra araçlar bizi kamp alanına taşıdı. Ancak oraya vardığımızda sert bir gerçekle yüzleştik: Alanı, İranlı turistlerin yüksek sesli 'house müziği' istila etmişti. Kentin ekonomik lokomotifi olan bu gruplardan yükselen elektronik ritimler, ceviz ağaçlarının gölgesini bile titretiyordu. O an, kültürel bir çarpışmanın tam ortasındaydık. Bir yanda anlık eğlence için kendini izole eden küresel bir gürültü; öte yanda bu toprakların bin yıllık hafızasını taşıyan ceviz ve kayısı ağaçlarının altında belki de filizlenecek nitelikli müzikal arayışlar…
Beynimde bir fırtına koptu: "Bu gürültü, Van'ın kültürel dokusunu nasıl da yıpratıyor?" diye düşündüm. Platformun "ekolojik duruş" ilkesi o an somutlaştı... Kültürel yozlaşmaya karşı bir direniş başlamalıydı. Derken, doğa bize yardım etti. Turistlerin partisi sona erdi. Ve 100 yıllık tanıklar -o görkemli ceviz ve kayısı ağaçları- gölgelerini üzerimize uzattı. Sanki fısıldıyorlardı: "Gelin, sözünüzü söyleyin. Bu toprakların sesi sizsiniz."
Çok geçmeden, ceviz ağaçlarının gölgesinde toplandık. Zeynep Yaş’ın "19. Yüzyılda Kürt Kadınlarının Sesi" oturumu başlıyordu. Kendini bu toprakların müzik hafızasına adamış araştırmacı, sözlerine başladı.
O an, tarihin karanlık dehlizlerinden sızan bir ışıktı yaşadığımız:
Kimliği gizlenmiş, kayıtlara "anonim" diye düşülmüş, hatta erkek isimleriyle anılmış Kürt kadın dengbêjlerin sesleri ilk kez kulaklarımızda yankılandı. Zeynep Hanım’ın yıllar süren arşiv çalışması, kadınların yüzyıllık sessizliğine indirilmiş bir balyoz darbesiydi. Platformun "kadın yaratıcılığı" ilkesi, o an toprağa düşen bir tohum gibi açtı.
Sunumun ikinci bölümünde Zeynep Yaş’ın çarpıcı bir iddiasıyla sarsıldık: "Zerbej kadınlar, bu kültürün gerçek taşıyıcılarıdır! Erkek egemen sistem onları 'ev içi sesler' diye yok saydı, hapsetti…"
Etnomüzikolog Serdar Canan ile Zeynep Yaş arasında, kayıp kadın seslerinin kültürel ve tarihsel bağlamına dair derinlikli bir akademik diyalog başladı. Salonun havası elektriklenmişti; tüm dinleyicilerin gözlerindeki dikkat ve zihinsel odaklanma neredeyse dokunulabilirdi.
Tam o anda hissettiklerimi olduğu gibi aktarıyorum:
18 yaşındaki genç bir müzisyenle 60 yaşındaki deneyimli bir müzisyenin aynı anda nefesini tuttuğu o an, zamanın donduğu hissine kapıldım. 70'e yakın insanın -farklı kuşaklardan, farklı deneyimlerle- Kürt müziğinin akademik ve kuramsal katmanlarına bu derece kolektif bir ilgi ve heyecanla dalması, içimi tarifsiz bir mutluluk ve umutla doldurdu. Yüzümde beliren gülümsemeyi hissederek kendi kendime mırıldandım: "İşte burada, Van'da, Kürt müziğinin uzunca yıllardır karşı karşıya olduğu tıkanıklıklar açılıyor."
Bu kolektif aydınlanma anı, bugün bu yazıyı yazma motivasyonumun özüdür. Buradan hareketle, katılımcı ve konuşmacılara yöneltmek........
© Bianet
