‘Aynaların Çıkmazı’nda: Bir ben olma hikâyesi
"Sanki burası bir kerteriz noktasıydı ve dünyanın geri kalanından bir şekilde ayrılıyordu. Evet, adeta başka bir düzleme geçiş noktasıydı bu çıkmaz sokak. Adı çıkmazdı belki ama sonu bir yerlere çıkıyor gibiydi…" derken kitabın başlarında, Vural sonu muştuluyor aslında. Tıpkı kitap boyunca merkeze yerleşen ayna asimetrisi gibi, kitabın kurgusu da baştan sonunu söylerken, sonunda ise yepyeni hikâyeler başlıyor. Ayna Çıkmazı sokakta birleşen hayatların, bir duvarın yıkılmasıyla yaşadıkları yüzleşmeye tanık olduğumuzda, çapraz aynalar gibi, sonsuz bir döngüye benziyor hayatlarımız.
Yolları rastlantısal biçimde 'Aynı Çıkmazı Sokağı'na çıkan üç karakter; Adem, Rabia ve Musa'nın öykülerini okurken, aynalarla çevrili bir dünyada, derinlikli varoluşsal sorgulamalarını, kitap ilerlerken gittikçe güçlenen bir şekilde görüyoruz. Baştan sonu söyleyelim: Ayna Çıkmazı'nın özellikle son bölümleri, adeta bir varoluşçu manifesto.
Her bir karakter, yer yer oldukça ağırlaşan yüzleşme ile 'öteki ben'lerine bakıyor, 'öteki ben'leriyle iletişim kuruyor, yaşamlarındaki önemli ötekilerin akisleriyle yeni bir hikaye kuruyorlar. Burada yazar, oldukça yaratıcı bir fikir üretmiş oluyor. Aynaya baktığımızda, aslında kimi görürüz? Kaç 'ben' vardır, 'ben'in içinde? "Bir bedende kaç kişidir insan?" diye sorar Vural. Benim hayatımda olan biten her şeyle ben şimdiye kadar nasıl bağ kurdum? Aynada gördüğüm kimdir, peki ya aynada hiçbir şey görmüyorsam: Bunu Musa'nın dilinden şöyle anlatır: "Çocuk çehremin yansımasını görmeyi umduğum aynanın yansımasında koca bir boşlukla karşılaştım. Ne bir akis ne de bir yankı... Yaşadığım ilk şokun etkisi altında etraftaki eşyalara tuttum el aynasını. Her şeyin yansıması vardı. Sadece benim sure-tim noksandı. İkinci şok dalgası... Varlığımı sorguladığım, oluşumdan kuşkulandığım bir geçiş ânı... Varlıktan hiçliğe... Lakin buradaydım ben; soluk alıp veriyor, satıhta işgal ettiğim alanı hissediyordum. Sezmek yeterli miydi var olmaya? Fark edebilir miydi insan yok olduğunda? İkisi arasında bir fark var mıydı? Varsa anlaşılır mıydı?"
Yüzyıllardır varoluşçu felsefecilerin sorduğu en temel soruları sorar Musa, aynada kendisini göremediğinde. Buradaki ironi, aslında belki hepimize ayna tutmaktadır: Ancak kaybettiğimizde mi aramaya başlarız kendimizi? Görünmez olduğumuzda mı, görmeye çabalarız?
İsmet Vural, yaşamın, varoluşun, belirsiz ve tekinsiz tarafına da tüm yalınlığıyla işaret eder: "Muamma denizinde yüzüyoruz her birimiz. Dört bir yanımızda yükseliyor bilinmezlik dalgaları; içinde insanların, olguların ve kendimizin olduğu koca su yığınları. Kulaçlarımızla kaçmaya çalışıyoruz onlardan, en çok da kendimizden; öteki benliğimizden." Yaşamın tekinsizliği, varoluşumuzun belirsizliği kaygıyı getirir. Kaygıyı duymak, dünyaya doğru yönelimimizin yoludur. Ne zamanki kaygıdan kaçmaya başlarız, o zaman aslında "en çok da kendimizden, öteki benliğimizden" kaçıyor oluruz. İşte 'Aynı Çıkmazı Sokağı' sakinleri, bu varoluşsal kaygıyla yüzleşiyor aslında aynalarda. Aynalarda gördükleri öteki benlikleri, kendilerini gösteriyor.
İsmet Vural, bu ilk kitabıyla yepyeni bir dil müjdesi de veriyor bizlere. Türkçe'nin sınırlarını genişleten sözcük kullanımıyla, mizahı en gerilimli anlarda bile terk etmeyen, ustaca diyaloglarla metni hareketlendiren, benzersiz bir kitap var elimizde. Metin boyunca, romanın temel nesnesi olan ayna, sanki metnin kendisine de tutulmuş gibi. Dil kullanımında, yansımalar ve simetri/asimetri oyunları; metni oldukça haz alarak okumayı sağlıyor. "Akışkan bir durgunluğun içinde kayboldular" ya da "Gerçekten bu, yıkılan duvar değil de kırılan bir ayna mıydı?" örneklerinde görüldüğü gibi, benzetme, yansıtma, simetri/asimetriyi ilişkisel olarak kullanma yetisi, metnin özgünlüğünü oldukça güçlendirmiş.
Yüzleşme gibi ağır bir temayı, güçlü dil kullanımı ve mizah ile ferahlatmak, kitabı zorlayıcı olmaktan çok, merakla ve kendine temas etmeye dair güçlendirici bir istekle okumaya yaklaştırmış. Çünkü yazar da biliyor ki, yüzleşme zordur: "Acı bir anlam, bilmemenin âlâ olduğu can acıtıcı bir gerçek. Yine de inmeli o kuyuya her zât; aynada bakmalı saklı yüzüne ve yüzleşmeli onunla. Anca o zaman boynumuzu sıkan tasmadan kurtulabilir ve koştururuz ruhumuzu dörtnala." Evet, gerçekten yüzleşme acılıdır. Bununla birlikte, kendimize yabancılaştığımız her an, daha bitimsiz acılara gebedir, bizi cansızlaştırır, hayatı kurutur. "İnsan bir kere kendine yabancılaştı mı her şeyden ve herkesten uzaklaşır, hayata kayıtsız kalırdı" derken yazar, okuyucuları yüzleşmeye, aynaların karşısına geçmeye davet eder gibidir.
Ayna Çıkmazı’nı okuduktan sonra, bir daha hiçbir aynaya eskisi gibi bakamayacaksınız ve çıkmaz sandığınız yollar, aksinizi gördüğünüzde yeni başlangıçların ışığı olacak. Bu çıkmaz sokağa, hepiniz davetlisiniz. Duvarları yıkmak, 'öteki ben'lerle karşılaşmak ve ben olmanın sorumluluğunu kucaklamak için...
Kitap Adı: Ayna Çıkmazı
Yazar: İsmet Vural
Yayınevi: Mona
Sayfa Sayısı: 296
Ebat: 13,5 x 21
İlk Baskı Yılı: 2025
(SY/AB)
Filmin en güçlü ve etkileyici tarafı, şüphesiz, başrol oyuncusu Nadir Sarıbacak’ın hikâyeyi baştan sona taşıyan incelikli ve etkileyici performansı. Sarıbacak, oynadığı karakter Yakup’un acısını ve tükenmişliğini derinlemesine bize hissettiren bir ustalıkla sergiliyor.
Son yirmi yılda sinema, siyasi baskılar yüzünden, yurtlarını ve sevdiklerini ardında bırakmak zorunda kalan insanların öykülerine sıkça yer verdi. Gazelle filmi de kızına çok düşkün bir baba ve öğrencileri tarafından çok sevilen müzik öğretmeni Yakup’un, Türkiye’de tutuklanmamak için karısını ve beş yaşındaki kızını geride bırakıp, ABD’ye sığınmanın dokunaklı hikâyesini ele alıyor.
Film, New York'ta bir camide başlar ve burada, imam cemaate halk edebiyatında bilinen ceylanın kıssasını anlatır. İmamın vaazı sürerken, Yakup’un yüzündeki acı dolu ifadeyi ve arka planda duyduğumuz karmaşık sesler üzerinden, onun........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Sabine Sterk
Stefano Lusa
Mort Laitner
Ellen Ginsberg Simon
Gilles Touboul
Mark Travers Ph.d