menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Üç belgesel, üç evren, üç kahraman…

14 1
21.06.2025

Kıbrıs’ın birleşme ümidini müzikle ifade eden, Türkçe ve Yunanca barış şarkıları, aşk şarkıları, kardeşlik şarkıları söyleyen nezih bir topluluk: Kıbrıs’ta iki toplumlu barış korosu (Δικοινοτικής Χορωδίας για την Ειρήνη στην Κύπρο). Ve koronun başında, enerjisi, sıcaklığı ve samimiyetiyle insanı anında tesir altına alan koro şefi Lena Melanidou.

Belgesel sinemacı Nejla Osseiran’ın 2015 Çanakkale Koro Festivali'nde tanıştığı Lena’yla röportajı yıllar sonra tarihî bir belge olarak karşımızda. Koronun performanslarını da ihtiva eden Hangi Yarısını Sevmeli? (Which Half Should One Love?) adlı kısa belgesel, Lena’nın vefatını gecikmeli şekilde duymuş olan Osseiran’ın, kahramanı Lena’ya saygı duruşu niteliği taşıyor. Daha çok sanki televizyon için hazırlanmış, habercilik ve gazetecilik özellikleri olan 8 küsur dakikalık 2025 yapımı film barındırdığı değerli mesajlarla da takdire şayan.

Perdeden taşan varlığıyla Lena, daha önce tamamıyla müzik eğitimine odaklandığı için; ancak Kıbrıs problemleri başladığında Kıbrıs Türkleri’ni yakından tanıma isteğinin pekiştiğini belirtiyor:

“Ortak noktalarımız var mı?...
Hayallerimiz, korkularımız aynı mıdır?...
Hepimiz savaş kurbanları olarak acı çektik…
Hepimiz Kıbrıslı’yız…
Türk veya Rum fark etmez…
Aynı ilkelerle büyütüldük”.

Aynı fikirde olan Kıbrıs Türkleri ve Kıbrıs Rumları’yla oluşturulmuş koroda üyelerin müzikle anlatmaya çalıştıkları ne varsa, bölünmek istemedikleri, ayrılık istemediklerine dair. Yeşil hat istemiyorlar, birleşme istiyorlar.

Osseiran’ı kadrajda görmesek ve suallerini duymasak da kahramanıyla arasındaki armoniyi hissediyoruz.

“İyimser olmasam bunu yapmazdım” diyor Lena.

Lakin koroyu oluşturanların tümü beraberce, ahenk içinde yaşayabileceklerini gayet iyi biliyorlar.

Lena’ya göre mesele politikacıların duruma farklı açılardan bakıp bakamayacağıyla alakalı; çünkü Kıbrıs’ta halk birbirine dost.

Fakat milliyetçiler de yok değil” diyor Lena. Ama onların hislerine de saygı duyuyor. “Şüpheleri var, karşı tarafa güven duymuyorlar. Kuşku duyma haklarını saygıyla karşılıyorum.
Koroda biz beraberliği yıllar boyunca tecrübe ettiğimiz için şüphe duymuyoruz.
Karşı taraftan arkadaşları olmayanlar güven duymuyor. Onlar çözüm istemiyor, düşman bunlar diye düşünüyorlar”.

10 sene boyunca Osseiran’ın arşivinde kalmış, ama güncelliğinden ve evrenselliğinden hiçbir şey yitirmemiş Lena’nın görüntülerdeki diskurundan bilgelik akmaya devam ediyor:

“Korktuğun şeyi karşına al, bir şeyleri tecrübe et, o zaman cevabını bilirsin!”

Yalnız kadın kahramanının dirayeti, bitmek bilmeyen enerjisi, siyasi ve iktisadi sisteme karşı direnişiyle değil, belgesel estetiğinde ulaştığı zirvelerle, 16 mm filmin gözü okşayan grenli dokusuyla, video sanatı yoğunluğundaki görüntüleri ve montajıyla da sizi büyüleyecek bir belgesel sinema incisine ne dersiniz? Agatha’nın Almanağı (Agatha’s Almanac) ahenk dolu görsel bir tecrübe.

Belgeselin yönetmen, senaryo yazarı ve kurgu hanelerinde imzası olan Amalie Atkins kadınlardan müteşekkil küçük bir ekiple filmini altı seneyi aşan bir sürede tamamlarken, erkeklerden çok yetiştirdiği nimetlere düşkün teyzesi Agatha’yla işbirliği içinde gayet feminist bir esere imza atıyor.

Çok erken yaşlarda başladığı tarım faaliyetlerini modern teknolojiye yüz vermeden, ata tohumlarını koruma misyonunu üstlenmiş şekilde sürdüren filmin kahramanı bizi adeta 50’li yıllara sürüklüyor, zanaatkârlığın gücünü ve aynı zamanda şefkatini bize tenimizde hissettiriyor.

Güney Manitoba’nın muhteşem coğrafyasında mevsimlerin nabzı topraktan alınan ürünlerle tutulurken tabiatla insan arasındaki armoni olabilecek en yüksek zirvelere ulaşıyor. Çağdaş teknolojiden, agresif tarım ilaçlarından ve kimyasal gübrelerden uzak durulurken elde edilen hasadın kalitesi zahmete değmiş olduğunu muhakkak ki ispatlıyor.

Üstelik Agatha’nın ne otomobili var, ne de cep telefonu. Mizaha da yatkın kahramanımızın gençliğinde birkaç erkeğin alakasına mazhar olması da belli ki onu karşı cins hususunda fazla ikna edememiş. Agatha hususi dünyasını teferruatlı biçimde seyirciyle paylaşmakta hiç beis görmüyor.

Çiftliğinde inadına her şey çok ilkel, her şey çok basit; her şey senelerin tecrübesinden damıtılmış biçimde ziyadesiyle pratik.

Mühim olan kapitalist sisteme karşı, kendi kendine yeterli olabilme gücünü korumak. Karpuzlar, fasulyeler, çeşit çeşit çiçekler, otlar ve muhtelif sebzeler arasında, masalımsı bostanlarda gezinmeye doyamıyoruz. Filmin yaratıcı ekibinin bilhassa yakın çekimlerle bizi apayrı bir evrene taşıdıkları kesin.

Dünya prömiyerini CPH:DOX’ta yaptıktan sonra Hotdocs’ta ödül almış ve geçenlerde Sidney Film Festivali'nde seyirciyle buluşmuş 2025 Kanada yapımı 87 dakikalık belgesel Türkiye’de de gösterilse ne güzel olur.

(Benzer mesajlar barındıran, gene Nejla Osseiran’a ait, bahçesinde tarımla uğraşan Çanakkale’li Zuhal Acar hakkındaki Herkes Denemeli (Everyone Should Give a Try) adlı belgesele ulaşmak da hiç fena fikir değil!)

Neoliberal kapitalizme direnmek için yeterince donanıma sahip olmayıp sokakta yaşamak zorunda kalmış Polonyalı Damian, Aziz Damiano (San Damiano) adlı belgeselin esas kahramanı. İtalya’nın tarihi başkenti Roma’nın ana garı Termini’nin çevresinde hayatlarını idame ettirmekte olan büyük bir evsizler grubuyla tanışıp 86 dakikadan çok daha uzun gelebilecek bir seyahate hazır mısınız?

Roma Film Festivali’nde gösterildikten sonra İtalya’da genel gösterime girmiş ve geçenlerde Docaviv’de seyirciyle buluşmuş filmin fetişist hayran grubu oluştuysa hiç şaşırmam. Ne de olsa aylar önce seyretmiş olmama rağmen Aziz Damiano’nun içimde bıraktığı his hâlen capcanlı. Filmin bende uyandırdığı güdülerden biri, kendimi her şeyimden vazgeçerek sokakta yaşayan biri olarak tahayyül etmeye çalışmaktı. Büyük çabalarla ve ödünler verilerek çekildiği belli belgeselin niyeti bir fakirlik pornosu olmaktan çok, konforlu yaşamlar sürdüren şehirlilerin empati duygularını tetiklemek olabilir mi?

2024 İtalya yapımı filmin yönetmenleri Gregorio Sassoli ve Alejandro Cifuentes, senaryoyu da birlikte yazmışlar. Montajı Cecilia Zanuso ile kotardıkları gibi şahsen Sassoli filmin sinematografisine imza atacak kadar projeyle bütünleşmiş. Zaten toplumun püskürttüğü olağanüstü karakterlerin âlemine böylesine derin dalmak, eskimiş bir deyimle her babayiğidin harcı değil muhakkak.

Filmcilerle sokakta yaşayanlar arasında zamanla oluşan yakınlık, samimiyete, rahatlığa, hatta kamera karşısında teşhirciliğe kadar varıyor. Fakat en başta kahramanımız Damian olmak üzere hiçbirinin utanacak, saklayacak veya kaybedecek pek bir şeyi kalmamış. Bazen mallarına sahip çıkıp bir şekilde oluşmuş düzenlerini sürdürebilmek için kavgaya tutuşabiliyorlar, dostluklar, sevgili olma halleri birdenbire şiddetle harmanlanan öfkeye, acımasız kavgalara, düşmanlıkla sona eren husumetlere dönüşebiliyor; aşk bile yıprana yıprana sona erebiliyor.

Her şeye rağmen ümitlerini kaybetmemeleri şaşırtıcı sayılmalı mı?

Parlak imajıyla dünyayı cezbetmeyi âdet edinmiş İtalya’nın bu yüzü sizi mutlaka sarsacaktır, o da hakikatin bu kadar çiğ yansımalarına tahammül edebilirseniz. Hislerini değme bir........

© Bianet