menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Toplumsal Doğa ve Sorunsallık

12 1
07.06.2025

Politik raporun yedi bölümden oluşan ilk bölümün içerik ve çerçevesine kısaca değinmiştim.

Bugün, metnin en uzun bölümü olan ikinci başlığa bakacağız.

İkinci bölüm, eleştirel teori geleneğine bağlı olarak yol alıyor. Fakat bunu yaparken batı merkezli soyutlamalara girmeden; yerel, mitolojik, tarihsel argümanlar eşliğinde yol almayı tercih ediyor.

Bir diğer nokta, Gılgameş örneğinde görüldüğü üzere, Öcalan daha önce üzerinde durduğu konuları tekrar tekrar çalışıyor. Cinsiyet sorunu, mitolojik gerçeklik, sosyalizm, üretim ilişkileri, toplumsal ilişkiler başlıklarında çokça çözümlemesi var, ama yetinmeyerek yeni şeyler ifade ediyor. Elbette bu durum aynı zamanda tartışmaya davettir, meseleleri dönemin ruhuna uygun şekilde yeniden ele alarak konuşma talebidir.

Bu ikinci başlık/bölüm, perspektifin en detaylı bölümü niteliğindedir. Savunmalarda değindiği ve geliştirdiği tezlere yeni bakış açıları, bir nevi aşmaları da gördüğümüz önemli bir bölümdür. “İnsan, doğanın farkında olan bir doğadır” sözüne denk bir çerçeve çıkarma çabasıdır.

Bölümde ele alınan konu ve değinmelere dair özetle anladıklarım ise şöyle:

2.Bölüm: Toplumsal Doğa ve Sorunsallık

Öcalan bu bölümde “toplumsal doğa” kavramını merkez alarak, bu kavram etrafındaki sorunları ele alıyor. Tanımlama mahiyetinde ifade etmek gerekirse; toplumsal doğa, insanoğlunun hem biyolojik varlığına hem de sosyal ilişkilerine içkin olan doğallığı ifade ediyor. Bir önceki yazıda Öcalan’ın insan toplumunu doğal süreçlerin bir devamı ve parçası olarak gördüğünü ifade etmiştim. Yani toplumu, doğadan ayrı, ona hükmeden bir oluşum değil; bilakis doğanın evriminde ortaya çıkan özel bir aşama olarak konumlandırıyor. (İkinci doğa)

Öcalan’ın burada genel değerlendirmelerden farklılaştığı ve savunmalarda da ifade ettiği nokta, toplumsal doğanın özünde ‘ahlaki ve politik toplum’ olduğunu ifade etmesidir. İnsan toplumunun “doğal hali”nde uyum, iş birliği, politika ve ahlaki düzen bulunduğunu, sorunların ise sonradan, toplumsal doğadan sapmalar sonucu ortaya çıktığını savunmalarında da uzunca anlatmıştı. İnsanlık tarihinin büyük bir bölümünde ‘toplumsal sorun’ diye tanımladığımız sorunlar yoktur. (Doğal toplum, Neolotik dönem) Mesela toplum, doğayla kurduğu uyum sayesinde zaten ekolojiktir. Toplumun ekoloji sorunu, insan eliyle sonradan üretilmiş bir sorundur.

Öcalan toplumsal doğanın sorunsal bir hale gelişini, tarih içinde belirli dönüm noktalarına dayandırır. Örneğin, ilk devletlerin kurulmasıyla toplumsal doğadan sapıldığı, insan toplumunun hiyerarşi ve tahakküm sarmalına girdiğini söylemesi ilk defa değildir. Fakat Öcalan’ın bu bölüm genelinde de açığa çıktığı üzere temel tezi, toplumsal sorunların sınıfsal veya devlete dayalı ayrımlardan çok daha önce, eril ve dişil öğeler arasındaki ilişkide ve bu ilişkinin bir güç mücadelesine dönüşmesinde başladığını iddia etmesidir. Tüm sorunların odağına kadın-erkek ilişkisini koyması, Öcalan felsefesinin en özgün yanlarından biridir. Marksizme dair bazı eleştirilerini de bu gerçek üzerinden geliştirir. Bu eleştirileri marksizme katkı değil de onu reddetme üzerinden anlayanların niyeti iyi değil, olamaz.

Bu ikinci ana başlık ve devamında kadın-erkek oluşunun diyalektik yorumu, devlet-sınıf ve kapitalizm gibi başlıklarla devam ediyor. İlk olarak diyalektik üzerinden ele alınan eril-dişil durumuna bakalım. Öcalan insan türünün cinsiyet farklılaşmasının kökenlerini, doğanın diyalektik yapısını ve bu farklılaşmanın toplumsal sorunsallıklara nasıl yol açtığını tartışıyor. Burada en başta ifade etmek gerekirse, tarih ve toplum, diyalektik dualizm (dişil-eril çatışması) ile şekillenir. Toplumsal sorunun kökü, diyalektiğin donmasıdır. Çözüm, onu yeniden akışa sokmaktır. Öcalan’ın kavram setinde diyalektik durum gerilim yaratır (toplumsal dönüşüm), denge sağlar (metafizik yaklaşımları engelleme) ve aşmayı mümkün kılar.(özgür toplum)

Öcalan eril-dişil ayrımının yaklaşık milyonlarca yıl önce doğanın diyalektik bir süreci olarak ortaya çıktığını ve bunun evrendeki temel ikilemlerin bir uzantısı olduğunu belirtir. Bu biyolojik farklılaşmanın özünde bir üstünlük taşımadığını, aksine yaşamın çeşitliliği ve devamlılığı için gerekli doğal bir "farklılaşma" olduğunu vurgular. LGBTİ bireylerin ve cinsiyetin akışkanlığının, eril-dişil ayrımının katı ve aşılmaz bir uçurum olmadığını gösterdiğini, geleneksel ahlaki yargıların ise bu gerçekliği göz ardı ettiğini belirtir. Asıl toplumsal sorunun bu doğal farklılığın insanlar tarafından bir, kutsallık ve üstünlük mücadelesine dönüştürülerek "karşıt hale getirilmesiyle" başladığını iddia eder. Bu eril-dişil temelli çatışmanın, devlet ve sınıf gibi diğer toplumsal sorunlardan daha eski ve daha temel bir sorunsallık olduğunun altını çizer. Yani bu, uygarlık öncesinde başlamış ve devletle derinleşmiştir.
(Bu tez önemlidir. Öcalan bu tezinde ısrarcıdır ve bunu son 20 yılda defalarca ifade etti, farklı açılardan somutlaştırdı. Bu teze karşı sağlam bir içerik veya tartışma henüz görmedim.)

Öcalan devamla, düşüncenin özünde cinsiyetsiz olduğunu, "erkeğe özgü" veya "kadına özgü" düşünce gibi ayrımların ise bu temel sorunsallığı pekiştiren ve diyalektik düşünceyi inkar eden tutucu yaklaşımlar olduğunu belirtir. Düşünce, cinsiyet ayrımını aşar ve özgürlük, bu karşıtlıkların diyalektik bir anlayışla çözülmesiyle mümkündür der. Cinsiyet rollerinin katı bir şekilde donmuş karşıt ikilemlere dönüştürülmesinin, toplumsal şiddetin (bu şiddetin bir yansıması olarak özellikle aile içi cinayetleri) temelini oluşturduğunu ifade eder. Öcalan, bu temel sorunsallığın ve sebebiyet verdiği toplumsal sorunların ancak diyalektik bir düşünce anlayışıyla aşılabileceğini savunup, diyalektiğin bir şans olduğunu belirtiyor. Diyalektik düşünce, bu karşıtlığı aşmanın........

© Bianet