menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Tarihi Günün Notları...Dağ, Ateş, Umut!

42 1
12.07.2025

11 Temmuz 2025 günü için tek kelimelik bir özet isterseniz ‘inanılmaz’ derdim.

Yetmez diyorsanız öncesi, kendisi ve sonrası olarak genişçe anlatarak, tarihe küçük bir akış kaydı bırakalım.

Sabah 7 gibi Hewler’de kaldığımız yerden çıkmamız lazım. Bunun için yaklaşık 150 kişinin erkenden tüm işlerini hal etmiş olması lazım. Geç uyudum, alarmı erkene kurmuşum de uyku da gelse ne iyi olacak. Haliyle sabah kahvaltı alanına ilk ben inmiş oluyorum. Erken davranmakta beis yok. Denilen saatte çıkıyoruz ama eksik sayı ile... Uykuda kalan arkadaşlar oluyor. Neyse bir şekilde arkadan yetiştiriliyor.

Uzunca bir konvoy oluşuyor. Shaqlawa yönünde, Koye ve Degala tarafına kırıyoruz. Dukan’ın ana menzil olduğunu bilmeden oraya doğru gidiyoruz. Uzun bir yol. Yer yer dağlara tırmanıyoruz, yer yer aşağılara iniyoruz.

Dukan/Dokan ilçesini geçtikten sonra sola, sarp dağlara doğru kırıyoruz. Yoldaki güvenlik önlemleri ve konumlanma şekline bakınca tören alanına geldiğimizi anlıyoruz artık.

Genel olarak bir sessizlik ve heyecan atmosferi ile vardık alana. Bu süre zarfında atıp tutan onlarca kulis haberi de sabah erkenden okudum. Hatta program bittikten sonra, fotolar servis edildikten sonra bile Yenişafak M.Karasu’nun alanda açıklama falan yaptığını yazdı. Hak getire…

Neyse, yol gittikçe gitti ve bir noktada bitti. Bittiği heybetli bir dağ silsilesinin önüydü. Küçük bir tabela yerleştirilmişti önüne ve üzerinde “Jasana Cave” yazıyordu.

Kürsüler kurulmuş, lavabodan tutalım çay-su ihtiyacına, kanalların yayın yapacağı alana kadar (sadece belli kanallar) pek çok detay düşünülerek kurulum yapılmış. Sahne kurulmuş, son hazırlıklar henüz bitmemiş. Saat 10 gibi alana varıyoruz. Fakat kürsüler henüz boş. Araçtan iner inmez, sahneye doğru giderken bir ses! Bana sesleniyor. Bir tanıdık. Sarılmam gereken süre neyse iki katı sarılıyoruz. Uzun zaman olmuştu görüşmeyeli. Birçok kişi için benzer durum var. Tanıdıklar sarılıyor, uzun süredir birbirini görmeyenler hasret gideriyor. Aklımda kalan bir görüntü Leyla Zana’nın Avrupa'dan gelen bir dostuna uzun ve içten sarılışı idi.

Çok geçmeden Avrupa’dan gelenler alana geliyor. Onlar Süleymaniye üzeri geldi. Basın, kurumlar, yapılar, siyasetçiler, davetliler derken dört yüz kişiye yakın bir izleyici grubu oluşuyor.

Seçilen yerin bir hafıza mekânı olduğunu öğreniyoruz. Bu hafıza mekânı geçmişin direnişini ve onursuz bir teslimin reddini içeriyor.

Yerimizi aldık. Uzunca bir süre bekledik hem alana gelişlerin tamamlanması hem de teknik detayların tükenmesi için. Bu sırada da gözümüz yukarıda, mağara girişinde bekleyen grupta. Hareket ettiklerinde görüyoruz onları. Mağara tarafına uzuyan bir merdivenden yukarı çıkıp inişler artıkça bizde de heyecan artıyor. Alanda Türkiye ve Avrupa’nın birçok yerinden birçok kurum ve kişi var. İlgi ve takip beklediğimden çok daha fazla. Dikkatle hem de. Tekerlekli sandalye ile, çok zor şartlarda oraya kadar gelen Eşber Yağmurdereli vardı mesela. Bir yandan da biliyorsun Ortadoğu’nun ve dünyanın gözü burada. Milyonlarca insan da ekran başında, alandan görüntü bekliyor. Güne erkenden kalkanlar mesaj da atmıştı zaten, ekran başındayız saat kaçta. Diyoruz sabredin, verilir görüntüler çok geçmeden.

Bekliyoruz. Yüzümüz dağa dönük. Bir yarıktan aşağı süzülerek gelinecek, masaya oturulacak ve açıklama yapılacak. Herkeste heyecan çok fazla. Masada 4 kürsü var. Aşağıda da silahları kayıt altına alacak insan hakları kurumları için masa var. Hemen yanında da kazan misali, silahların yakılacağı teçhizat.

DBP Eş Başkanı Keskin Bayındır ile yan yana oturuyoruz. Gelişlerin olacağı dağ ağzına bakıp ‘Alamut’u andırmıyor mu?’ diye soruyor. Birazdan yaşanacak gelişmeler ve önemi birleşince benim aklımda atmosferin mitik yönüne kayıyor.

Alandan ilk ve tek uyarı yapılıyor. “Lütfen foto çekmeyin, video almayın, slogan atmayın, alkış çalmayın.” Üç dilde yapılıyor anons. Zaten sınırlı sayıda kişide alet erdevat var. Bizde bir şey olmadığı için iyiyiz. Eldeki tek kayıt aleti gözler.

Elimdeki not kağıtlarına hızlıca ‘dağdan doğmak/dağa dönmek’ karalıyorum. Bu topraklarda insanlığın başlangıcı geminin yanı başımızdaki Cudi’ye oturması ile başlamış mıydı? Kürt kelimesinin ana köklerinden biri Sümerce dağa ait olan değil miydi? Ayırca Ninhursag tanrıçası ne diyordu dağlara dair? Dağ şayet dünyanın ekseni ise, bugün bu dağın kucağında gerçekleşecek olan şey de Türkiye tarihinin ekseni olmaya adaydı. Jung’a göre dağ, bilinç-üstü zirveye tırmanışın, bireyleşme sürecinin simgesidir; zorlu tırmanış, kişinin gölgeleriyle yüzleşerek kendini gerçekleştirmesi anlamına gelir. Olan bitenlerin bir yönü de gerçekten bu! Bir yüzleşme gerçekleşiyor, bir gölge hali aşılmaya çalışıyor gerçek bir bilince varmak için.

Bekleyiş nihayet bitiyor. Çekimi yapacak kameralar yönü tamamen yukarı çeviriyor. En önde Besê Hozat görünüyor. Diğer yanımda yer alan MYK’dan Onur hocaya saati soruyorum. 11:21 diyor. Dağdan bir inişe tanıklık ediyor herkes, ellerinde silahlar. Şarkıda ne diyordu? “Hatin ref bi ref hatin, neviyê Zagrosê hatin.” Gelip kurulan sahneye gidiyorlar. Arka fonda son İmralı video görüntüsünden Sayın Öcalan’ın bir karesi. 30 kişi iniyor, sahneye kuruluyorlar. 15 kadın, 15 erkek.

Alanda yerlerini alacakları sırada artık sabır taşı çatlıyor ve biraz önce yapılan uyarılar tarihe gömülüyor. Alkışlar, sloganlar dakikalarca sürüyor.

Besê Hozat Kürtçe ve Türkçe hoş geldin diyor, açılışı yapıyor. Sesinde biraz heyecan var gibi. Açıklama metnini okumaya başlıyor. Kendilerine “Barış ve Demokratik Toplum Grubu” adını koyduklarını ilk cümleden öğreniyoruz. Devamında “demokratik entegrasyon” kavramı geliyor. Bu da yeni.

Konuşma,........

© Bianet