menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Doğa ve Toplum

12 1
06.06.2025

Dünkü yazıda birkaç hususa değinmiş ve giriş kısmına dair fikrimi belirtmiştim. Tüm çıkarımların öznel olduğunu ifade etmekte fayda var. Bir dönemi kapatıp bir dönemi açan metne karşı oturup hakaret edenlere karşı bu metni hak ettiği yerden hem savunmak hem de iyi kötü tartışmamız gerektiğini düşünüyorum. Geçenlerde 30 yıllık bir arkadaşın A.Badiou hatırlatması üzerinden ifade etmek, belki derdi daha iyi anlatabilir.

Badiou'ya göre "olay", bir durumun normal gidişatında bir kırılma, bir kopuştur. Mevcut bilgi, durum ve düzen tarafından öngörülemeyen, hatta imkânsız görünen bir şeyin vuku bulmasıdır. “Olaylara sadık kalmak” işte bu aşamada devreye giriyor. Çünkü Badiou olay kendi başına bir hakikat değildir diyor; ancak bir hakikatin imkanını yaratır. Sadakat, bu imkânı fark eden ve onun ortaya çıkardığı sonuçları-potansiyeli hayata geçirmeye çalışan bireyin tutumudur.

Buradan hareketle 12 mayısta gerçekleşen ve perspektif metni ile dile gelenler bir ‘olay’dır. Hem de çok büyük olaylardır. Kimsenin öngörmediği ve beklemediği bir şekilde zuhur etti.

Bu olayın hakikati barış ve demokratik toplumdur.

Bence burada tercih olaya sadık kalmaktan yana olmalıdır, yani barış ve çözümü savunarak olaya sadık kalmak.

Bu duygu ve düşüncelerle, perspektif metne geri dönersek.

Bu yazıda “Doğa ve Anlam”a dair bölüm üzerinden gideceğim.

Fakat en baştan metnin geneline dair birkaç şey ifade etmek daha iyi olabilir.

İlk olarak Öcalan’ın açıklama boyunca üzerinde özenle durduğu diyalektik yöntemi metne de uyguluyor. Bahsettiği süreçleri sonuç olarak bir senteze vardırıyor.

İkincisi; doğa, kadın, toplum temalarını ilk üç bölümde merkeze alıp, üçünü de “gasp” üzerinden değerlendiriyor. Sonraki bölüm gaspın veçhelerinden olan devlet ve modernite kavramları üzerinden tartışarak, Kürt gerçekliği üzerinden temellendiriyor. Tarihi günümüze, günümüzü tarihin başına götürüyor.

Üçüncüsü, her bölüm bir önceki bölümde açılan kavramı alıp ilerleterek gidiyor. Anlatı düz veya dairesel değil, bir piramidin taban genişliğinden başlayarak gittikçe daralan uca, yani demokratik moderniteye doğru gidiyor. Doğa evren paradigmasından başlayıp spesifik bir noktaya varır.

Dördüncüsü, genele dair, belki de tüm metni tek bir kuram ile açıklamak gerekirse, bence en güçlü aday “özgürlük paradigması” olur. İlk iki bölümde anlam, üçüncü bölümde toplumsal cinsiyet, dördüncü bölümde komünal yaşam, beşinci bölümde devlet ve modernite eleştirisi, altıncı bölümde tüm bu bölümlerin bileşkesinden Kürt gerçekliğinin görünümü ve yedinci bölümde de nihai olarak barış ve demokratik toplum tezi işleniyor. Böylece özgürleşme sorununu hem aşkın hem içkin yönleriyle tartışan bir metin çıkmış oluyor.


1.Bölüm: Doğa ve Anlam’a Dair…

İlk bölümde Öcalan doğa, anlam ve toplum ilişkisini kısaca çözümler. Bunlar arasındaki ilişkinde önce belki sorulması gereken doğru soru şudur: Neden doğa ve anlamı konuşmaya ihtiyaç vardır? Öcalan perspektifi sorunu sadece kapitalizm veya ulus-devletle sınırlı görmüyor; dünyanın bilinme ve onunla ilişki kurma biçimindeki kusurlu bir medeniyet anlatısında da görüyor. Yani hikâyenin en başına; doğaya yaklaşım ve anlamı koymazsak bugünkü siyasal eleştirileri temellendiremeyiz demiş oluyor. Bu savı bu metinden değil, savunmalarından biliyoruz.
Peki Öcalan doğa-anlam-toplumu nasıl tanımlıyor, aralarında nasıl bir bağlantı kuruyor?

Öcalan’a göre doğa, yalnızca fiziksel olgular bütünü değil; aynı zamanda varoluşsal bir kategoridir. Evrendeki oluş ve değişimler rastlantısal veya anlamsız değildir; bir düzen ve amaç taşır. Bu konuda herhalde milyonlarca çalışma ve araştırma var. Doğada hayat bulan süreçler de tesadüfi değil, kendi içinde bir mantığı olan, bir anlama hizmet eden süreçlerdir. Yani doğa kendi başına bir anlamlar bütünüdür diyebiliriz. İnsan, anlam kaynağı olan doğayı dinleyerek (mimetik taklit) anlam üretme gücünü pekiştirdi.

Doğa üzerinden anlamı tanımlayan Öcalan; anlam, ‘sadece bir soyutlama değildir, doğanın yapısından kaynaklanır’ der. İnsan anlam arayan bir şey ise, bu ancak doğanın parçası olmakla anlaşılabilir. Doğa anlaşıldıkça anlam anlaşılabilir der. (Bu görüşler felsefi doğalcılık alanında da yoğundur.)

Anlam üzerinden de toplumu tanımlamaya geçen Öcalan; toplumu, doğanın başlattığı anlam üretme sürecinin bir devamı ve uzantısı olarak görür. Bir nevi toplum (geniş olarak insanlık) doğanın anlamsallık boyutunun en geniş tezahürüdür. Kısaca doğa /insan/toplum bütünlüğü, anlamın da bütünlüğünü oluşturur: Doğa, anlamı üretir; insan bu anlamı hissettirir ve toplum aracılığıyla pekiştirir.

Öcalan bu döngüden, doğanın dilini anlamadan insanın varoluşsal sorunlarını anlamayacağını, eksik anlayacağını savunur. İkinci bir nokta da giriş kısmında anlatılan varlık felsefesi ile bağ kurularak “anlamı olan şey var olan şeydir” demeye getirilir.

Bu bölüm, daha sonra insanlığı doğal kökenlerinden ve bağlamından ayıran egemen düşünce biçimlerine yönelik bir eleştiri getirerek devam eder. Simgesel dil ve analitik zihin geliştikçe, insan doğayı kendi kavramlarıyla tanımladı. Doğaya yabancılaşma başladı. Bu yabancılaşma kapitalist modernitede zirve yaptı. İnsan, simgesel düşünce ile hayvandan ayrıştı…Dönüşüm ise Mezopotamya’da başladı. Burada başlayan mitik/dini düşünce, toplumsal ihtiyaçlara cevap verdi.

Öcalan doğa-anlam-mimetik, mitik düşünceyi işlediği yerden birden İslam’a dair yoruma geçtiğini görüyoruz. Bunun nedeni mitik düşünce ile felsefi düşünce arasındaki köprüyü anlatmak içindir. Mitik düşünce evrilerek daha soyut ve kapsamlı açıklama........

© Bianet