CHP yönetimi kaybetmemeli, muhalefet bölünmemeli
Bugünlerde yaşananlara dair yapabileceklerimizle ilgili gözlemlerimi sizlerle birlikte değerlendirmek istiyorum. Bunun öncesinde de ilk olarak ve kısaca günümüzün genel çerçevesini çizmeye, ardından yakın geçmişi kısa başlıklarla birlikte anımsamaya çalışacağım.
AKP iktidarı döneminde bir yandan işsizlik, yoksulluk ve açlık olarak tarihsel zirvesine ulaşan bölüşüm sorunu kendini gösteriyor; bir yandan rafa kaldırılmış adalet nedeniyle hukuk sistemi siyaset kurumunun atmak istediği adımlar için neredeyse bütünlüklü bir biçimde araçsallaştırıldı; bir yandan Leman Dergisi’nin yayımladığı karikatürden dört gün sonra “bindirilmiş kıtalar” üzerinden yürütülen eylemlere benzer faaliyetlerle toplumsal yaşantının bütün alanlarının yaratılmaya çalışılan karşıtlıklar ve ötekileştirmeler üzerinden yeniden düzenlenmesi faaliyetleri; bir yandan iktidarın kaybettiği birinci parti olmayı geri alabilmek için akılları, vicdanları ve yakın toplumsal geleceği zorlayan tutum ve uygulamalar, öte yandan yaşam hakkı için (negatif) barış adına atılmakta, atılmasına çaba gösterilmekte olan adımlar. Günümüz Türkiyesi’nde bunların tümünü aynı zaman diliminde ve bir arada yaşıyoruz.
Bu konuda hepimizin bazı tespitleri olabilir. Öncelikle, yaşananlar ‘demokrasi ve kurumları askıya alınmış olduğu için oluyor’ tespitini yapabiliriz. Başka bir ifadeyle, her birini diğerinin nedeni ve/veya her birini diğerinin sonucu olarak da değerlendirebiliriz. Ya da rejimin restorasyon faaliyeti olarak değerlendirmemiz de mümkün. Nasıl değerlendirirsek değerlendirelim, bizzat iktidar eliyle yürütülen bu faaliyetlere ortak toplumsal yararlarımız bağlamında engel olabilmek, diğer bir ifadeyle, demokrasi, adalet, barış, aş, iş, refah ve huzur için ne yapılması gerektiğini ve nasıl yapılacağını daha fazla zaman kaybetmeden, bir soru olarak önümüze koyabilmemiz gerekiyor. Çıkışı olmayan tünele girmeye az zaman kaldı.
AKP, Mart 2024 mahalli idareler seçiminde, sandıktan çıkan oylarla hem yıllar sonra birinci parti olma pozisyonunu hem daha da büyük bir kayıp olarak büyükşehir belediyelerini kaybetti. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni geri alamadı hatta bazı ilçe belediyelerini de kaybetti. Ve seçimle birlikte beklemediği ekonomik, sosyal ve itibar kaybına uğradı. Buna karşın, Mayıs 2023 genel seçimleri sonrasında neredeyse tamamen yenilenen CHP yönetimiyle, ‘ana muhalefet’ partisi girdiği ilk seçimde birinci parti oldu. O zamanlar CHP kadroları tarafından kamuoyuyla açık bir biçimde paylaşılmıyor olsa bile, iktidar tarafından da bilindiği gibi bu sandık sonucunun çıkmasında DEM Parti’nin önerisiyle geliştirilen ve uygulanan “kent uzlaşısı”nın rolü büyüktü.
İktidar seçim sonrasında henüz toplumu CHP’nin ötekileştirilmesine yönelik olarak “hazırlayamamış” olduğu için yenilginin hemen ertesinde 2016’dan beri yaptığı gibi “terörist” gerekçesiyle DEM Partili belediyelere kayyım atamaya başladı. Sandıktaki iradesine sahip çıkan kent halklarının yanında, sol-sosyalist yapılar, demokratik kitle örgütleri, sendikalar ve yeni yönetimiyle CHP de bu süreçte DEM Parti ile “fiili dayanışma” gösterdi. Böylesi bir tutum tabanda da karşılığını buldu. Söz konusu dayanışma, iktidara karşı birlikte direnilebileceğine ve iktidarın değiştirilebileceğine yönelik toplumsal umudun tesisinde etkili oldu.
Gel zaman git zaman iktidar, DEM Parti gibi CHP’ye yönelik ötekileştirme faaliyetlerini artırdı ve CHP’li ilçe belediyelerine yönelik kayyım atamalarını DEM Parti’ye yaptığıyla aynı gerekçeyle, “terör” suçlamasıyla gerçekleşti. Ancak, CHP yönetimi burada el yükseltti ve iktidarın zaten bilip “öç almaya” çalıştığı kent uzlaşısı uygulamasına sahip çıktı. Belediye seçimlerinde yerellerin iradesi ve merkezin oluruyla bu ittifakın gerçekleştirildiğini kamuoyuyla bizzat genel başkanı tarafından paylaştı. Böylece, iktidarın elindeki “terörist” kartı boşa çıkarıldı. İktidar bunun sonrasında CHP’li belediyeler üzerinden “yolsuzluk” operasyonları serisi başlattı. Öyle ki toplumsal rıza yaratabilme gücünü ve inandırıcılığını kaybettikçe, CHP’li belediyelere yönelik operasyonların sayı ve kapsamını pervasızca artırıyor.
Ülkede şiddet ve baskı ortamı giderek artarken, “Kürt sorununun siyasi çözümüne yönelik görüşmeler” de iktidarın görevlendirdiği devlet yetkilileri ve PKK lideri arasında devam ediyor. DEM Parti ise her iki tarafın ortaklaştığı kapsam çerçevesinde kolaylaştırıcı rolünü yerine getiriyor. Bununla birlikte, söz konusu görüşmeler öncesinde belirtildiği ve beklendiği gibi, ‘demokratik toplumun inşası’ ile ilgili her türden adım iktidar tarafından büyük bir “itinayla” dışarıda tutuluyor. CHP’nin yeni yönetimi ise iktidara yönelik “Kürt sorununun çözümü için atılacak adımları daha fazla geciktirme, çözmüyorsan biz iktidar olunca çözeceğiz” içeriğinde bir açıklamayla, önceki yönetiminden farklı düşündüğünü hem kendi seçmenine hem de kamuoyuna ilan etti. Açıklamayı takip eden günlerde iktidarın, bu konu üzerinden CHP içinde eski kadroları harekete geçirme, yeni yönetimi yalnızlaştırma girişimleri görünür bir biçimde ortaya çıktı ve dozu giderek artıyor. İktidar, CHP’nin “eski” haline dönmesini kendi varlığının devam edebilmesi için zorunlu görüyor ve bunun için elindeki “bütün olanakları” fütursuzca kullanmaktan çekinmiyor. CHP’nin yeni yönetimi istikrarlı bir biçimde toplumsal muhalefeti her şeye rağmen yürütmeye, yükseltmeye ve genişletmeye çaba gösterirken, “iç sorunları”nı da yönetiyor. Bu sürecin başarıyla sürdürülmesi ya da yeni CHP yönetiminin kaybetmemesi önemli. Önemli çünkü, toplumsal muhalefet, günümüz koşullarında iktidarın “yurttaşa karşıtlığa” ulaşmış uygulamalarına karşı yeni CHP yönetiminin kaybetmesini yakın ve orta vadede telafi edebilecek olanaklara sahip değil.
Türkiye’nin günümüzdeki iki ana gündeminden birisi; önceki görüşmelerden farklı olarak Ortadoğu’da yeni emperyalist gelişmeler karşısında “devletin bekası”na ilişkin gerekçeye dayalı olarak başlatıldığı hemen herkes tarafından kabul edilen yaşam hakkı için (negatif) barış sağlanabilmesine yönelik olarak üçüncü büyük partinin kolaylaştırıcılığında devam eden süreç. İkincisi ise sandıktan çıkmış iradenin yok sayılmasındaki ısrar ve yandaşlar dışında kimsenin hukuksal güvencesinin kalmadığı ve olağanlaştırılmaya çalışılan demokrasinin katledildiği bir süreç. 21. yüzyıl faşizminin varlığına yönelik herhangi bir şüphe doğurmayan koşul ve uygulamalar. İktidarın eliyle yaratılan böylesi bir tabloyu tıbbi bir yaklaşımla ifade edecek olursak “şizoit” bir günlük yaşama mahkûm edilmek isteniyoruz.
Bununla birlikte, uzun zamandır beklenmesine karşın, ertelenmekte olan TBMM’de tüm partilerin katılımıyla oluşturulacak “komisyon” kurulması, geçtiğimiz günlerde nihayet gündeme geldi. Meclis Başkanı Kurtulmuş, partileri ziyaret etti ve önerilerini istedi. Önerilerini kamuoyuyla da paylaşarak ilk teslim eden DEM Parti oldu. CHP, benzer görüşme için 5 Temmuz, cumartesi günü için aldığı randevuyu aynı sabah dört belediye başkanının “yolsuzluk” gerekçesiyle gözaltına alınması nedeniyle erteledi.
Böyle bir ortamda Türkiye’nin yeniden “yaşanılabilir” bir ülke olmasının anahtarı CHP ile DEM Parti’nin bugüne kadar yürüttüğü dayanışmayı, alanlarını ve etkisini daha da artıracak bir şekilde devam ettirebilmesinden geçiyor. İktidarın uzun bir zamandan beri bu dayanışmayı durdurmayı, hatta bozup karşıtlık yaratmayı hedef alan adımları her iki parti kadroları tarafından ustaca boşa çıkarılabildi. Buna karşın, iktidar “pes etmiyor”, DEM Parti’nin “dün bizeydi bugün de size” diyerek CHP’ye sırtını dönmesini bekliyor. Ancak, CHP ve DEM Parti kadroları da “direniyor”. Öyle ki iktidarın bu adımları boşa çıkarılmaya devam edildiği sürece Türkiye halklarının demokrasi, barış, adalet, toplumsal eşitlik, birlikte yaşam, refah, mutluluk, vb. umutlarının solmayacağının hatta büyüyerek devam edebileceğinin farkındalar ve bunun için tutum almayı önemsiyorlar. Bu dönem “oyun kurucu”nun oyunlarını bozmak için ne gerekiyorsa onun hayata geçirilebilmesi gereken bir dönem. Hem de önüne, arkasına, sağına, soluna, üstüne ve altına bakmadan. Ve bu dönem dayanışmanın devam edebilmesi için ne gerekiyorsa, ne zaman gerekiyorsa onun yapılabilmesinin gerektiği bir dönem olarak kabul edilebilmeli.
Sol, sosyalist ve sosyal demokrat tabandaki büyük çoğunluğun beklediği gibi, bu dönemde, 1970’li yıllarda günlük hayatı değiştirme, dönüştürme becerisindeki sol-sosyalist yapılara da önemli bir rol düşüyor. Son yıllarda kazandıkları bir özellik olarak; “yapılanların doğru ya da yanlış” olduğunu söylemeyle, “yaşananların neden(ler)ini açıklamayla” yetinmenin ötesinde, ülkenin günlük yaşamını değiştirip, dönüştürmeyi hedefleyen “etkili” bir rol alabilme çabasında olabilmeliler. Bugünlerden bir düzlüğe çıkana kadarki bir süre için bile olsa ortaklaşacakları kısa ve orta ölçekli eylem programı kapsamında bir araya gelerek CHP ve DEM Parti tarafından yürütülmeye çalışılan faaliyetlere yönelik, onlardan “ayrı bir yapı olarak” olabildiğince kurumsal destek olup (tabii ki eleştirel perspektifi yitirmeden) toplumsal muhalefetin sendikalar, demokratik kitle örgütleri, gençlik ve kadın hareketleri, inanç gruplarıyla vb. daha da genişlemesinde, büyümesinde kendine düşeni yapabilmelidir.
Hâlâ umudumuz var ve umudumuzu kaybetmemeliyiz. Ancak, çanların hepimiz için çaldığını, daha da karanlık uzun bir tünele girmeye çok az zaman kaldığını görmemizin henüz işe yarabileceği fazla zamanımızın kalmadığını da bilerek...
Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu'nun bianet'te yayımlanan tüm yazılarını görmek için tıklayın. (OH/TY)
Yapay Zekânın Politik İnşası serimizin bu bölümünde, Aaron Benanav’ın Verso Books blogunda yayımlanan “Is the AI Bubble About to Burst?” (Yapay Zekâ Balonu Patlamak Üzere mi?) başlıklı yazısını, Diyar Saraçoğlu’nun çevirisiyle sizlere sunuyoruz. Bu metin aynı zamanda, yazarın Otomasyon ve İşin Geleceği[1] adlı kitabının Brezilya baskısı için kaleme aldığı önsözün çevirisidir.
Aaron Benanav, 2010’ların otomasyon ve kitlesel işsizlik korkularından günümüzün üretken yapay zekâ çılgınlığına uzanan çizgide, tekno-iyimser anlatıların ekonomik gerçeklerle nasıl çeliştiğini yazısında gözler önüne seriyor ve teknolojik ilerlemenin bir refah patlaması yaratmaktan ziyade, yapısal durgunluk, vasıfsızlaşma ve artan gözetim gibi sorunları nasıl derinleştirdiğini ortaya koyuyor. Benanav’a göre asıl mesele, yapay zekânın bize ne yapacağı değil, toplumlar olarak bizim teknolojiyle ne yapmayı seçeceğimizdir. Metin, teknolojik determinizme karşı kolektif iradeyi ve siyasi mücadeleyi öne çıkaran bir uyarı niteliği taşıyor.
Otomasyon ve İşin Geleceği kitabının ilk baskısından bu yana geçen yıllarda, popüler hayal gücünü yeni bir teknolojik coşku dalgası sardı. Bu defaki itici güç, OpenAI, Google DeepMind ve Meta gibi şirketlerin öncülük ettiği, üretken yapay zekâ alanındaki hızlı ilerlemeler oldu. Silikon Vadisi yöneticilerinden önde gelen yatırımcılara ve gazetecilere kadar uzanan bir koro, çağ açan bir değişimin eşiğinde olduğumuzda bir kez daha ısrar ediyor.
OpenAI’ın CEO’su Sam Altman, yapay zekânın iklimin onarılması, uzayın kolonizasyonu ve fizik yasalarının bütünüyle keşfedilmesi gibi devasa sorunları çözeceğini iddia ederek evrensel bir refah çağına geçiş sözü veriyor. Tesla ve SpaceX’in arkasındaki milyarder girişimci Elon Musk, yapay zekânın hem insanlık için en büyük varoluşsal tehdidi hem de........
© Bianet
