Bülbülü Öldürmek: ‘Öteki’nin hakkını savunmak ve Levinas’çı etik
Bülbülü Öldürmek Harper Lee’nin klasikleşmiş eseri; yazıldığı 1960 yılından bu yana mutlaka okunması gereken kitaplar arasında yer alıyor. Çünkü adalet ve empati kavramları üzerine düşünmek, anlamak, anlamlandırmak için oldukça güçlü bir metin. Bugün bunların yanına bir tane daha ekleyelim: Kendine benzemeyenin, ‘öteki’nin hakkını savunmak.
Bize benzemeyenlerin hakkını savunmak, söylem olarak hoş ancak uygulamada hiç kolay değil. Hatta ‘öteki’nin hakkını savunanın anlaşılamaması gibi bir durum var. Farklı olana, dışlanana, ötekileştirilene karşı etik sorumluluk hissetmek herkes tarafından benimsenen bir davranış olmadığı gibi, pek anlaşılır da bulunmuyor ne yazık ki. Bazen ‘öteki’nin hakkını savunanı savunmak bile gerekebiliyor!
Bir siyasetçi olarak kendini gayet iyi ifade eden, her fırsatta dert edindiği meseleleri dillendiren Sırrı Süreyya Önder’in hastane sürecinin ardından okuduğum birçok yorum, aklıma Harper Lee’nin klasikleşmiş eseri Bülbülü Öldürmek’i getirdi. Çoğu edebiyat severin okuduğu ya da okuma listesine aldığı Bülbülü Öldürmek (To Kill a Mockingbird) kendine benzemeyeni savunanlarının neler yaşayabileceğini anlatan çok güzel bir örnek.
Yazarına Pulitzer ödülü kazandıran roman, ırkçılık konusunu işleyen en güçlü eserlerden biri. Küçük bir kız çocuğu olan Scout Finch’in gözünden anlatılan roman çok katmanlı yapısıyla ‘ırkçılık karşıtı” eser olmanın yanı sıra adalet, vicdan, empati ve bireyin ahlaki duruşu üzerine de evrensel bir anlatı. Ele aldığı zamansız temalar nedeniyle, aradan geçen on yıllara rağmen hâlâ birçok ülkede okullarda okutuluyor, tavsiye ediliyor.
Ülkemizde Sel Yayınları’ndan Ülker İnce çevirisi ile okuyabildiğimiz Bülbülü Öldürmek, 1930’ların Amerika’sında, ekonomik buhranın etkilerinin derinden hissedildiği bir dönemde, Maycomb kasabasında geçiyor. Bu hayalî kasaba, aslında gerçek bir dünyanın minik bir kopyası. Kasabada Jim Crow yasaları hakim; siyahların sistematik olarak dışlandığı ve önyargılarla yargılandığı bir dönem.
Scout, abisi Jem ve avukat babası Atticus Finch ile bu kasabada yaşıyor. Finch kardeşler gizemli komşuları Boo Radley hakkında da çocukça korku fantezileri geliştirirken kasaba büyük bir olayla çalkalanıyor. Siyah bir adam olan Tom Robinson, beyaz bir kadınla ilişki yaşadığı iddiası nedeniyle yargılanacaktır. Adalet sistemi, “beyaz olmanın ayrıcalığına” dayandırıldığından daha mahkeme süreci başlamadan herkes sonucu bilmektedir.
Ancak Avukat Atticus Finch, tüm kasabanın baskısına ve tehditlerine rağmen Tom Robinson’ın avukatlığını üstleniyor. Böylece çocukları Scout ve Jem de bu süreçte toplumun önyargılarıyla, adaletsizlikle, vicdansızlıkla tanışıyor. Büyümek ve masumiyetin yitimi. Sonrası; ırkçılık, adaletsizlik, empati, vicdan, ahlak. Ve daha ötesi: Etik cesaret ve ‘öteki’ ile yüzleşmek.
Hikâye özetle, adalet sisteminin kusurlu olabileceğini, bazen adaletin sadece mahkemelerde değil, vicdan da aranması gerektiğini anlatıyor.
Romandaki öteki sadece -siyahi bir adam olarak haksızca suçlanan - Tom Robinson değil, sessizce var olan ama herkesin dışladığı Boo Radley ve adaletin sesi olmaya çalışan Atticus Finch de birbirinden farklı şekillerde ‘öteki’leştirilmiş bireyin portresini çiziyor.
Eleştirmen Claudia Durst Johnson da ‘To Kill a Mockingbird: Threatening Boundaries’ adlı çalışmasında, romanın yalnızca ırkçılığı değil, aynı zamanda sınıfsal ayrımları ve toplumsal normlara körü körüne bağlılığı da eleştirdiğini belirtiyor. Gerçekten de roman, sadece siyah-beyaz karşıtlığını anlatmıyor; kasabanın ‘garipleri’, fakirleri, sessizleri de kendi ötekilikleri okura önemli mesajlar veriyor.
Romanın metaforu ‘bülbül’ ise, haksız yere zarar gören tüm masumları temsil ediyor. Roman boyunca tekrar edilen, “Bülbülü öldürmek günahtır” ifadesi bunu bize sık sık hatırlatıyor.
Hukuk sisteminin adil olamayacağını bildiği hâlde inancını yitirmeyen Atticus, okuyucuya şu zor soruyu yöneltiyor: Adalet yalnızca mahkeme salonlarında mı sağlanır, yoksa bireyin günlük yaşamındaki seçimlerinde mi?
Soruları artırmak mümkün: İnsanların adil davranması için yasalar yeterli midir? Etik ve vicdan yasalardan daha mı önemlidir? Vicdan toplumun geneliyle çarpıştığında ne yapmak gerekir? Kim, ne zaman öteki olur ve onun hakkını kim savunur?
Roman, bu sorular etrafında örülüyor. Ancak Lee, bu soruları yanıtlamak yerine, karakteri aracılığıyla bize düşünme alanı açıyor. Yine de roman boyunca Atticus’un duruşuna bakarak şu yorumu yapabiliriz: Adalet, sadece bir sonuç değil, bir süreç!
Tabii bu süreçte kimden yana susup kimden yana konuştuğumuz, kimse izlemiyorken nasıl davrandığımız çok belirleyici. Ve elbette bize benzemeyen ile empati yapabiliyor olmak.
Atticus’un çocuklarına aktardığı şu değer gibi; bir insanı anlayabilmek için, o insanın........© Bianet
