Cezaların artması çocuklar için ne anlama geliyor?
Önümüzdeki günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne (TBMM) sunulacak olan 11. Yargı Paketi çalışmalarında taslak metin tamamlandı.
Taslakta, “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda” suça sürüklenen çocuklara ilişkin infaz uygulamalarına dair düzenlemeler de yer aldı. Değişiklikler ‘çocukların korunması’ gibi ifadelerle gerekçelendirilmiş olsa da çocukların yetişkinler gibi yargılanmasının önü açıyor olması eleştirilerin odağında.
Türk Ceza Kanunu’nun 31. maddesinde yapılan değişiklikle, 15-18 yaş aralığındaki suça sürüklenen çocukların kasten öldürme suçunu (TCK 81 ve 82) işlemesi durumunda, mahkemeler artık ceza indirimi uygulamama kararı verebilecek. Taslağa göre bu istisnanın kasta dayalı kusurun ağırlığı, güdülen amaç ve saik, suçun işleniş şekli ile çocuğun daha önce kasıtlı bir suçtan mahkum olması gibi unsurları dikkate alınarak uygulanabilecek.
Ayrıca suça sürüklenen çocuklar için ceza sınırlarında artışı ön görüyor. Buna göre; ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının yerine verilen süreli hapis cezasının üst sınırı 24 yıldan 27 yıla, müebbet hapis cezasının yerine verilen ceza ise 15 yıldan 18 yıla çıkarılması gündemde.
Bunun yanı sıra taslakla birlikte çocuk hükümlülerin cezalarının çocuk eğitimevlerinde değil, çocuk kapalı ceza infaz kurumlarında başlaması öngörülüyor.
Cezai sorumluluk yaş sınırlarının yeniden tanımlanması beklenirken, yaş arttıkça ceza indirim oranının azalması da planlanan değişiklikler arasında.
Taslakta planlanan bu değişiklikleri Altınbaş Üniversitesi’nde Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Dr. Fulya Eroğlu bianet için değerlendirdi.
Eroğlu suça sürüklenen çocuklara verilecek cezaların artırılmasına ve infaz kurallarının ağırlaştırılmasına ilişkin düzenlemeler yer aldığı taslağı şöyle değerlendirdi:
“Çocuk adalet sistemindeki sorunların tek çözümü, çocuklara uygulanan yaptırımların ağırlaştırılması olarak görülmeye başlandı. Bu durumda, çocuk adalet sisteminde asıl düzenlenmesi gereken konular göz ardı edilmesine neden olmakta ve çocuklar için çok daha vahim sonuçlar doğurabilecek adımlar atılmaktadır. Sorunu anlayabilmek için öncelikle mevcut hukuki durumu ortaya koymak gerekir. Şu an yürürlükte ceza kanunumuz uyarınca, 15-18 yaş grubu çocuklar suç işlediklerinde onlara ceza verilmektedir.
Ancak bu ceza belirli bir miktar indirilmektedir. Bunun nedeni, çocukların henüz davranışlarını yönlendirme kapasitelerinin, bir yetişkin kadar gelişmemiş olmasıdır. 15 – 18 yaş arasındaki çocuklara verilecek ceza belirlenirken de yetişkinlere verilen cezaların miktarı esas alınmaktadır. Yani, aynı suçu işlemiş olan kişi bir yetişkin olsaydı ne kadar ceza alacağına bakılmakta ve bu ceza üzerinden bir indirim yapılmaktadır. 11. Yargı paketinde yer alan değişiklikte, çocukların alacakları hapis cezalarının 27 yıla kadar çıkabildiği görülmektedir. 15 – 18 yaş arasındaki bir insan için 27 yıllık bir hapis cezası oldukça orantısız olacaktır.”
Cezaların bu şekilde artırılmasının çocuk suçluluğunu önlemeye ve çocuğu topluma kazandırmaya hizmet etmediği vurgusu yapan Eroğlu “Çocuk suçluluğuyla mücadele için daha etkili başka yöntemler benimsenmektedir. Çocuk suçluluğuna neden olan, çocuğu suça sürükleyen unsurların temelden yok edilmesi hedeflenir. Bu amaçla, etkin sosyal politikalar geliştirilmelidir. Ayrıca, yürürlükte bulunan Çocuk Koruma Kanunu’muzda bu amaçla pek çok hüküm düzenlenmiş, koruyucu ve destekleyici tedbirlere yer verilmiştir. Ancak ülkemizde bunların etkili şekilde uygulanmasında çok ciddi sorunlar vardır.” dedi.
Asıl yapılması gerekenin cezaları artırmak değil, mevcut hükümlerin etkin uygulanmasını sağlamak olduğuna işaret eden Eroğlu “Nitekim, çocukların suçtan uzaklaşmasını sağlamaya yönelik bu hükümleri uygulamadan, yalnızca fazla cezalar öngörmek sorunun çözülmesine hizmet etmeyecektir. Mevcut yasada 15-18 yaşındaki çocuklar için öngörülmüş olan indirimleri değiştirmek yerine, çocukların eğitim kurumlarına devamlarının sağlanması, istismar ve şiddetten korunması, bağımlılık ve çeteleşme gibi olgularla mücadele edilmesi gerekmektedir.” ifadelerini kullandı.
11. yargı paketi kapsamında, çocukların belli durumlarda kapalı infaz kurumlarına gönderilmesine yönelik de hükümler bulunduğunu belirten Eroğlu bu konudaki tartışmayı ise şöyle dile getirdi:
“Kapalı infaz kurumları, çocukların eğitim hakkı ve sağlık hakkı gibi temel haklarına erişebilmeleri açısından çok ciddi sorunlar barındırmaktadır. Bu kurumlardaki çocukların eğitimlerini yarıda bırakması gerekebilmektedir. Ayrıca, kapalı infaz kurumunda çocuklar, şiddete ve istismara da açık hale gelmektedirler. Tahliye sonrasında bir destek mekanizması da bulunmadığı için, kapalı infaz kurumlarından çıkan çocukların yeniden suça karışma riskleri de oldukça yüksektir. Bu nedenle de yapılması düşünülen değişiklik suçluluğu engellemek yerine, çocukları telafisi olmayan şekilde yeniden suç yoluna sokma riskini içermektedir”
Özellikle de henüz mahkumiyeti bile kesinleşmemiş olan tutuklu çocukların hiçbir şekilde kapalı infaz kurumu ortamına girmemesi gerektiğinin altını çizen Eroğlu “Aksi durumda, çocuk suçluluğu ile mücadele yerine, çocukların yeniden suça karışması riskiyle karşı karşıya gelinecektir.” şeklinde konuştu.
(NÖ)
Türkiye’de tutukluluğun yaygınlığı iktidar ortağı MHP’nin hukuk kurmayı Feti Yıldız’ın bile sessizliğini bozdurdu. Yıldız, “Bir kez daha hatırlatmak istiyorum; bütün yargılama önlemleri gibi, tutuklama da geçici niteliktedir. Maalesef bizde peşin ceza gibi uygulanıyor. Yargıya toz kondurmayan ve kamuoyu önünde özeleştiriye bulaşmayan Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un tek derdi, yeni adli yılın açılışında ifade ettiği gibi, “yargı mensuplarımıza yönelik iftiralar”!
Diğer yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan, yargıya müdahalesini sürdürüyor; “Mizah kisvesiyle yapılan açık bir kışkırtmadır, alçakça bir provokasyondur. Bu milletin değerlerinden yoksun ahlaksızların, peygamberimize yaptıkları hürmetsizlik asla kabul edilemez” sözleriyle LeMan mizah dergisi dört temsilcisinin tutuklanmasına öncülük etti. Oysa LeMan dergisi, suçlanan karikatürün hiç bir biçimde Muhammed peygamber ile ilgisinin olmadığından ısrar ediyordu.
LeMan dergisi temsilcilerinin yanı sıra gazeteciler Fatih Altaylı ve Furkan Karabay gibi gazetecilerin tutukluluğu, “Milli güvenlik” gerekçesiyle yaygınlaşan online sansür ve bant daraltma; İsveçli gazeteci Joakim Medin, Abdurrahman Gök gibi habercilere dönük yargılamalar, BirGün TV’ye lisans dayatması, CHP etkinliğinde CNN Türk muhabiri ve kameramanının alandan çıkarılması, Sözcü TV’ye 10 günlük yayın durdurma, TELE1’e yönelik 5 gün ekran karartma, Evrensel gazetesi İzmir bürosuna yönelik silahlı saldırı gibi pek çok ihlal yerel, ulusal ve uluslararası gazetecilik örgütlerinin tepkisine ve dayanışmasına neden oldu.
Bu dönemde, RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin’in eleştirel kanallara yönelik kamuoyu önündeki sonu gelmez müdahaleleri de Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) ve KESK Haber-Sen gibi kuruluşların eleştirilerini sürdürmelerine yol açtı.
Son üç ayda da, gazeteci Ercüment Akdeniz’in HDK dosyasından tutukluluğu, gazeteci Timur Soykan’ın gözaltına alınması, Evrensel gazetesi İzmir bürosunun 12 Ağustos gecesi silahlı saldırıya uğraması, İsveçli gazeteci Joakim Medin’in gıyabında yargılanması gibi gazetecilik haklarını hedef alan pek çok durum karşısında gazeteciler ve meslek örgütleri dayanışma içerisinde olmaya devam etti.
Bu dönemde, Diyarbakır’da 20 Eylül 1992 tarihinde JİTEM tarafından öldürülen gazeteci ve yazar Musa Anter anıldı; sürgünde yaşamını yitiren gazeteci Celal Başlangıç, Atölye BİA/bianet’in, 5-6 Eylül’de İstanbul’da Civil Rights Defenders işbirliğiyle düzenlediği “Celal Başlangıç Barış Gazeteciliği Atölyesi” ile unutulmadı.
MHP’den TMK için değişiklik sinyali: Kürt Sorunu bir kez daha müzakere eden iktidarın ortağı Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), “Terörsüz Türkiye” olarak adlandırılan süreçte, Terörle Mücadele Kanunu’nda değişikliği ihtiyaç olarak dillendiriyor. MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız, Türkiye’nin “terörsüz” bir geleceğe doğru ilerlediğini, bu süreçte Terörle Mücadele Kanunu’nda bazı düzenlemelere ihtiyaç duyulduğunu söyledi; “Terör, güç ve egemenliğini artırmak isteyen devletler, devlet dışı odaklar ve kişiler elinde önemli bir silahtır. Yeni tür terör, hızlı reaksiyon yeteneğine sahip hibrit ve asimetrik özellikleri ile ‘yeni savaş yöntemi‘ olarak insanlığın başının belasıdır” dedi (20 Eylül).
CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu, RTÜK’ün Now TV, Sözcü TV, Halk TV ve TELE1 gibi kanallara verdiği cezaları Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un yanıtlaması istemiyle TBMM Başkanlığı’na sunduğu soru önergesine yanıt yine RTÜK'ten geldi. Kurum, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve anayasaya göre yayınların “milli güvenlik” gerekçesiyle sınırlandırılabileceğini savunuyor. CHP milletvekili Ali Karaoba’nin Mart’taki İstanbul Saraçhane eylemleri sırasında eleştirel yayınlara yönelik müdahalelerle ilgili sunduğu önergeye RTÜK, “RTÜK Başkanının medya kuruluşlarına öz denetim sorumluluğuna ve kamusal yayıncılık ilkelerine bağlı kalmaları yönünde sağduyu çağrısı yapması olağandır” yanıtı verdi.
DEM Parti Diyarbakır Milletvekili Cengiz Çandar da, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un yanıtlaması istemiyle TBMM’ne verdiği soru önergesinde, Türkiye’de gazetecilere yönelik yaygınlık gösteren adli kontrolleri gündeme taşıdı. Çandar, cezaevindeki gazetecilerin, adli kontrol altında tutulan habercilerin sayısını da sordu. DEM Parti Diyarbakır Milletvekili ve TBMM Dijital Mecralar Komisyonu Üyesi Sevilay Çelenk ise, gazetecilere yönelik artan baskıları, medyadaki sansür uygulamaları ve yaşanan hak ihlallerinin tüm boyutlarıyla araştırılması amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne araştırma önergesi verdi.
Çandar’dan “gazeteciye adli kontrol” önergesi: DEM Parti Diyarbakır Milletvekili Cengiz Çandar, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un yanıtlaması istemiyle TBMM’ne verdiği soru önergesinde, Türkiye’de gazetecilere uygulanan adli kontrolleri gündeme taşıdı. Çandar, Türkiye’de yeniden tartışılmaya başlanan “barış süreci” beklentileriyle eşzamanlı olarak basın üzerindeki baskıların yoğunlaştığını dile getirdi. Bu durumun da ciddi bir çelişki yarattığını kaybetti.
Aralarında Ahmet Ayva, Tuğçe Yılmaz, Yıldız Tar, Elif Akgül, Ömer Çelik, Abdurrahman Gök, Serdar Altan, Öznur Değer, Rohat Bulut ve Mehmet Ali Ertaş’ın da bulunduğu yaklaşık 30 gazeteciye yurtdışı çıkış yasağı ve karakola imza verme yükümlülüğü gibi adli kontrol tedbirleri uygulandığını hatırlatan Çandar, “Gözaltılar, tutuklamalar ve adli kontrol tedbirleri ile gazeteciler mesleklerini fiilen yapamaz hale getiriliyor” dedi. Çandar, “Basın özgürlüğüne yönelik hukuki baskıların ve gazetecilere yönelik cezai yaptırımların varlığı, Anayasa’ya aykırıdır, hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmaktadır, Türkiye’yi demokrasiden uzaklaştırmakta ve barış arayışlarına gölge düşürmektedir” dedi; tutuklu gazeteciler ve adli kontol altındaki habercilerle ilgili, “Türkiye’de şu anda tutuklu veya hükümlü olan kaç gazeteci bulunmaktadır ve bu gazeteciler hangi suçlamalarla cezaevinde tutulmaktadır?” ve “Kaç gazeteci hakkında yurt dışı çıkış yasağı ve/veya denetimli serbestlik koşulları uygulanmaktadır?” ve “Adalet Bakanı olarak, basın özgürlüğünü ortadan kaldıran hukuki yaptırımlara son vermek ve Anayasaya uygun bir hukuk sistemini hayata geçirmek adına kısa ve uzun vadede bir eylem planınız bulunmakta mıdır?” şeklinde sorular yöneltti (23 Eylül).
İki CHP önergesine “milli güvenlik” karşılığı: CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu, RTÜK’ün Now TV, Sözcü TV, Halk TV ve TELE1 gibi kanallara verdiği cezaları Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un yanıtlaması istemiyle TBMM Başkanlığı’na sunduğu soru önergesi yoluyla gündeme getirdi. Ersoy’un yönlendirmesiyle RTÜK’ten önergeye gelen yanıtta, ilk olarak kanallara hangi yayınları nedeniyle ceza verildiği sıralandı. Ardından yaptırımlarla ilgili genel bir açıklamanın yapılan yanıtta, ifade özgürlüğünün Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve anayasaya göre hangi maddelerle sınırlandırılabileceğine dikkat çekildi. CHP milletvekili Ali Karaoba ise verdiği önerge ile 19 Mart sürecinde yapılan İstanbul Saraçhane eylemleri sırasında “RTÜK olarak kanun dışında yayın yapan, halkı sokağa davet eden, illegal örgütlerin sözcüsü gibi beyanlarda bulunan yorumcuları ekrana taşıyan yayıncı kuruluşlarla ilgili uzun süreli yayın durdurma dahil, en nihayetinde lisans iptallerine varabilecek müeyyideler uygulanacak” açıklaması yapan RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin’in ifadelerini sordu. RTÜK’ten önergeye gelen yanıtta “Medyanın dördüncü kuvvet olarak görüldüğü bir toplumda millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği sebepleriyle ve olağanüstü dönemlerde RTÜK Başkanının medya kuruluşlarına öz denetim sorumluluğuna ve kamusal yayıncılık ilkelerine bağlı kalmaları yönünde sağduyu çağrısı yapması olağandır” denildi (16 Temmuz).
DEM’den araştırma önergesi: DEM Parti Diyarbakır Milletvekili ve TBMM Dijital Mecralar Komisyonu Üyesi Sevilay Çelenk, gazetecilere yönelik artan baskıları, medyadaki sansür uygulamaları ve yaşanan hak ihlallerinin tüm boyutlarıyla araştırılması amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne araştırma önergesi verdi. Çelenk, ifade ve basın özgürlüğünün ciddi tehdit altında olduğunu vurgulayarak, “Toplumsal barışın güvencesi basın özgürlüğüdür” dedi. TGS’nin 2024-2025 Basın Özgürlüğü Raporu’na göre, son bir yıl içinde en az 29 gazeteci cezaevine girdi. 313 gazeteci hakkında soruşturma açılırken, 123 gazeteci gözaltına alındı. Dicle Fırat Gazeteciler Derneği’nin Haziran 2025 verilerine göre ise yalnızca bir ayda 16 gazeteci gözaltına alındı ve 6’sı tutuklandı. Gazetecilik faaliyetlerinin adeta bir suç gibi değerlendirildiğini belirten Çelenk, “Basın özgürlüğü, Türkiye’de uzun süredir çok yönlü baskılarla adeta kuşatma altına alınmış durumda. Her geçen gün yeni bir gazetecinin tutuklandığı, bağımsız haber sitelerinin erişime engellendiği ve televizyon kanallarının RTÜK eliyle idari yaptırımlara maruz bırakıldığı bir tablo söz konusudur” dedi (16 Temmuz).
Türkiye’de tutukluluğun yaygınlığı iktidar ortağı MHP’nin hukuk kurmayı Feti Yıldız’ın bile sessizliğini bozdurdu. Yıldız, “Bir kez daha hatırlatmak istiyorum; bütün yargılama önlemleri gibi, tutuklama da geçici niteliktedir. Maalesef bizde peşin ceza gibi uygulanıyor. Yargıya toz kondurmayan ve kamuoyu önünde özeleştiriye bulaşmayan Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un tek derdi, yeni adli yılın açılışında ifade ettiği gibi, “yargı mensuplarımıza yönelik iftiralar”!
Diğer yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan, yargıya müdahalesini sürdürüyor; “Mizah kisvesiyle yapılan açık bir kışkırtmadır, alçakça bir provokasyondur. Bu milletin değerlerinden yoksun ahlaksızların, peygamberimize yaptıkları hürmetsizlik asla kabul edilemez” sözleriyle LeMan mizah dergisi dört temsilcisinin tutuklanmasına öncülük etti. Oysa LeMan dergisi, suçlanan karikatürün hiç bir biçimde Muhammed peygamber ile ilgisisinin olmadığından ısrar ediyordu.
Adalet Bakanından “Adli Yıl” mesajları: “Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda hiçbir tereddüde yer vermeden bundan önce olduğu gibi insan haklarına ve hukukun evrensel ilkelerine sadakatle bağlı kalarak; hukuk devleti ilkesini tahkim etmeyi, demokrasimizi güçlendirmeyi, temel hak ve özgürlükleri geliştirmeyi sürdüreceğiz. Demokrasimizi, milli iradeyi, ülkemizin geleceğini hedef alan vesayetçi zihniyete ve uzantılarına 15 Temmuz hain darbe girişiminde olduğu gibi bundan sonra da kesinlikle fırsat vermeyeceğiz. Milletimiz adına karar veren yargımızın hedef gösterilmesine, yargı mensuplarımıza yönelik iftiralara, yalanlara, dezenformasyonlara asla müsaade etmeyeceğiz” (Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, yeni adli yılın açılışı dolayısıyla sosyal medya hesabı X üzerinden paylaşım yaptı; 1 Eylül).
MHP’li Yıldız “tutuklama” çıkışı: MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız, sosyal medyadan, ceza yargılamalarına dair televizyonlarda ve sosyal medyada yapılan yorumları eleştirdi. Henüz iddianamesi dahil yazılmamış soruşturmalarla ilgili televizyonlarda peş peşe hüküm cümleleri kurulduğunu belirten Yıldız, “Bu ilkeler yüzlerce yıllık bir geleneğin sonucu olarak oluşmuştur. Bu ilkelerin kaynağı sadece anayasa değil, CMK ve AİHS da oluşturmaktadır. Henüz iddianamesi dahi yazılmamış olaylarla ilgili değerlendirmeler yapılırken ekranlarda peş peşe hüküm cümlelerinin kurulduğunu görüyoruz… “Bir kez daha hatırlatmak istiyorum; bütün yargılama önlemleri gibi, tutuklama da geçici niteliktedir. Maalesef bizde peşin ceza gibi uygulanıyor. Hiçbir ahlaki disipline bağlı olmayan sosyal medya mahkemeleri hukuka-adalete zarar veriyor” diye yazdı (26 Temmuz).
Erdoğan’dan “karikatür” tepkisi: “Türk milleti İslam ile müşerref olduğu günden beri peygamber sevgisiyle temayüz etmiş, en önemli vasfı Resulullah sevgisi olan bir millettir. Milletin değerlerinden yoksun, edep, adap bilmez ahlaksızların Resulü Ekrem Efendimize yaptığı hürmetsizlik kabul edilemez. Peygamberimizi her şeyden çok sevmeyi, son nefesimize kadar sevmeyi imanımızın bir parçası olarak görüyoruz. Mizah kisvesiyle yapılan açık bir kışkırtmadır, alçakça bir provokasyondur. Bu milletin değerlerinden yoksun ahlaksızların, peygamberimize yaptıkları hürmetsizlik asla kabul edilemez. Bu nefret suçuyla ilgili emniyetimiz ve yargımız hemen harekete geçmiş, gerekli süreçler başlatılmıştır. Bunun hesabını hukuk önünde verecekler biz bunun takipçisi olacağız. Kimse kutsallarımıza hakaret edemez. Öfkenin aklı perdelemesine hiçbir genç kardeşim izin vermemelidir. Peygamberimizin aziz hatırasına sahip çıkmak bizim asli görevimizdir (Cumhurbaşkanı Erdoğan, partisinin Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı'nda konuştu; 1 Temmuz).
Eliaçık’tan “karikatür” yorumu: İlahiyatçı İhsan Eliaçık, Leman dergisinin karikatürüne ilişkin paylaşımında “Leman Dergisi önünde güya peygambere sahip çıkma adı altında mekan basmayı andırır görüntüler planlıdır. Ortada hakaret içeren bir karikatür yok” ifadelerini kullandı. Eliaçık, “Ortada hakaret içeren bir karikatür yok. Diyelim ki peygamberin karikatürü çizildi, alay edildi Nisa 140. ayetine göre sadece olay mahallini terk edersiniz. Aksi zorbalık” diye yazdı (1 Temmuz).
LeMan dergisi temsilcilerinin yanı sıra gazeteciler Fatih Altaylı ve Furkan Karabay gibi gazetecilerin tutukluluğu, “Milli güvenlik” gerekçesiyle yaygınlaşan online sansür ve bant daratma; İsveçli gazeteci Joakim Medin, Abdurrahman Gök gibi habercilere dönük yargılamalar, BirGün TV’ye lisans dayatması, CHP etkinliğinde CNN Türk muhabiri ve kameramanının alandan çıkarılması, Sözcü TV’ye 10 günlük yayın durdurma, TELE1’e yönelik 5 gün ekran karartma, Evrensel gazetesi İzmir bürosuna yönelik silahlı saldırı gibi pek çok ihlal yerel, ulusal ve uluslararası gazetecilik örgütlerinin tepkisine ve dayanışmasına neden oldu.
Bu dönemde, RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin’in eleştirel kanallara yönelik kamuoyu önündeki sonu gelmez müdahaleleri de TGC ve KESK Haber-Sen gibi kuruluşların eleştirilerini sürdürmelerine yol açtı.
RSF’den Medin’e destek: RSF, 27 Mart’ta Türkiye’ye giriş yaptığı İstanbul’da tutuklanan ve Nisan’da “Cumhurbaşkanı’na hakaret” iddiasıyla ertelemeli 11 ay hapis cezasına çarptırıldıktan sonra tahliye edilen İsveçli gazeteci Joakim Medin için, bu kez 25 Eylül’de (Perşembe) yargılanacağı “örgüt üyeliği ve propagandası” ile ilgili suçlamaların düşürülmesini istedi (23........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Sabine Sterk
Robert Sarner
Ellen Ginsberg Simon