menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Alevlerin ardında kalanlar

25 19
16.08.2025

Düşünün. Bir yıl boyunca kaç kez büyük bir orman yangını haberi izliyorsunuz? Küçük çaplı yangınlardan değil; haftalarca gündemde kalan, köyleri boşaltan, hayvanların canını alan, insanların evlerini küle çeviren, toprağımızı kavuran yangınlardan bahsediyorum. Bu konuya biraz zaman ayırınca fark ediyorsunuz ki bu asla azımsanacak bir sayı değil. Ve daha da kötüsü, bu sayı her yıl artıyor. Alışıyoruz. Her yaz mevsimiyle birlikte gözlerimiz yangın haritalarına, kulaklarımız acı haberlere alışıyor. Ama doğa buna alışmıyor. Toprak, hava, su alışmıyor.

Alevler yükseldiğinde ilk zarar görenler kaçamayan, saklanamayan canlılar oluyor. Özellikle yuva yapan kuşlar, yavaş hareket eden sürüngenler yangınlardan kurtulamıyor. 2019-2020’de Avustralya’da yaşanan “Kara Yaz” felaketi, yıkımın ne denli büyük olabileceğini bize gösteriyor. Bilim insanları, yalnızca bu dönemde bir milyardan fazla hayvanın öldüğünü ve yüzlerce türün popülasyonunun ciddi şekilde azaldığını bildiriyor (Dickman ve Chris, 2020). Kangaroo Adası’nda yalnızca birkaç hafta içinde yaklaşık 25.000 koala yaşamını yitiriyor.

Türkiye’de de benzer tehditler yaşanıyor. 2021 yangınlarında, özellikle Muğla ve Antalya çevresindeki ormanlarda yaşayan yaban domuzları, tilkiler, sincaplar ve sürüngen türleri can veriyor. Peki bu hayvanlar nasıl ölüyor? Sadece öldüler demekle geçip olmuyor çünkü. Onların hissettikleri acı akıl almaz. Yangın başladığında kaçamayan her canlının vücudu önce dayanılmaz bir ısıya maruz kalıyor. Tüyleri, derileri kavruluyor. Nefes almak giderek zorlaşıyor, boğazları yanıyor, ciğerleri dumanla doluyor. Sinir uçları yanmaya başladığında beyin hala acı sinyalleri almaya devam ediyor. Panikle koşuyorlar, yönlerini kaybediyorlar.

Bazıları alevlerden kaçmak için yüksek kayalıklardan atlıyor, bazıları yavrularının başından ayrılamıyor ve onlarla birlikte yanıp kül oluyor. Çaresizce çığlık atıyorlar. O çığlıklar yalnızca fiziksel acının değil, ölüm korkusunun, çaresizliğin ve yaşam isteğinin de yankısı oluyor. O ses, insanın iliklerine kadar işleyen bir yardım çağrısı. Bu yangınlar onların suçu değil. En kötüsü de bu. Ağaçları kesmediler, cam kırıklarını ormana bırakmadılar, mangal yakmadılar, tarla açmadılar. Ama yine de bedelini onlar ödüyor, hem de yaşamlarıyla.

Orman yangınlarının yaklaşık yüzde 90’ı insan faaliyetlerinden kaynaklanıyor (Üsküdar Üniversitesi, 2023). Sigara izmaritinden bırakılan cam kırığına, kontrolsüz tarla temizliğinden sabotaja kadar pek çok ihmalkarlık, milyonlarca canlının ölümüne neden oluyor. Yani ormanlar yalnızca küresel ısınmayla değil, biz insanların dikkatsizliği ile de yok oluyor. Üstelik bu yıkım sadece hayvanların ve bitkilerin değil, insanların da sağlığını tehdit ediyor.

Yangın sırasında atmosfere salınan parçacıklar (özellikle PM₂.₅) akciğerlerimize kadar ulaşıp solunum fonksiyonlarını bozuyor. Astım, bronşit, KOAH gibi hastalıkları tetikliyor (UC Davis Health). Uzun süreli maruziyet kalp-damar hastalıkları, bağışıklık sistemi bozuklukları ve nörolojik problemler riskini de artırıyor. Üstelik bu etkiler doğmamış bebekleri bile etkiliyor. Hamile kadınların yangın dumanına maruz kalması bebeklerde düşük doğum ağırlığına ve gelişimsel sorunlara neden oluyor (Zhang ve ark., 2023).

Sığla ormanları gibi yalnızca Türkiye’de bulunan nadir ekosistemler de yangınlardan doğrudan etkileniyor. Endemik türler olan Anadolu semenderi ve kaya sıçanı yaşam alanlarını kaybettikleri için yerel yok oluş riskiyle karşı karşıya kalıyor (Global Panorama, 2025). Yüksek sıcaklıklar tohum bankalarını yok ediyor ve bazı ağaç türlerinin yeniden filizlenmesi on yıllar sürebiliyor! Yangın sonrası oluşan toprak sterilizasyonu, mikorizal mantarların yok olmasına neden oluyor. Bu durum, ağaçların su ve mineral alımını engelleyerek ormanın kendi kendini iyileştirme kapasitesini zayıflatıyor (Agbeshie ve ark., 2022). Oysa bu ormanlar sadece bitkilerden ibaret değil. Ağaçlar bizim yaşam kaynağımız! Ürettikleri oksijensiz 5 dakika hayatta kalamayacak olan biz, onları korumak zorundayız.

Türkiye, 1990’lardan bu yana yaz aylarında düzenli olarak büyük orman yangınlarıyla karşı karşıya kalıyor. 1994’te Muğla’daki yangında binlerce hektar kül oluyor. 2008’de Antalya Manavgat yanıyor. 2021’de ise neredeyse bir ülke yanıyor. Daha birkaç gün öncesine kadar da Bursa yanıyordu. Her yıl aynı acı yaşanıyor. Her yıl bir daha asla deniyor. Ama her yıl aynı sessizlik içinde aynı hatalar tekrarlanıyor. Devlet, iklim krizinin Türkiye’yi nasıl etkilediğini uzun süredir biliyor.

Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün, TEMA’nın, üniversitelerin yayınladığı raporlar Türkiye’nin özellikle Akdeniz ve Ege bölgelerinde “yangın riski en yüksek ülkelerden biri” olduğunu defalarca dile getiriyor (TEMA). Ancak buna rağmen yangın söndürme kapasitemiz yıllardır yetersiz. 2021 yangınlarında, devletin hava filosunda etkili kullanılabilir uçakların olmaması büyük bir tartışma yaratıyor. Yangın söndürme uçakları için dışarıdan destek isteniyor. Rusya, Azerbaycan, İran, İspanya gibi ülkeler yardım gönderiyor. Ancak bu tablo, bir doğal afetten çok bir yönetim krizine dönüşüyor.

Türk Hava Kurumu’na ait uçaklar hangarlarda çürümeye terk edilirken, binlerce hektar orman cayır cayır yanıyor (BBC Türkçe). Orman köyleri yangına karşı yeterince eğitilmiyor, yangına dayanıklı türlerle ağaçlandırma politikası uygulanmıyor, kırsal gönüllü ekipler yeterince organize edilmiyor. Kameraların önünde verilen sözler, rüzgarla savrulan kül kadar kalıcı olmuyor. Üstelik bu ihmalkarlık sadece bugünü değil, geleceği de etkiliyor. Eğitim sisteminde çevre felaketleri hakkında etkin içerikler bulunmuyor. Yerli yangın teknolojisi yatırımları yerine dışa bağımlılık sürüyor. Tüm bu tablo karşısında insanın aklına şu geliyor: Türkiye’de ormanlar yanarken sadece ağaçlar değil, kamusal sorumluluk da eriyor.

Her alevde bir ekosistem, bir yaşam alanı, bir gelecek yok oluyor. Ancak hala yapabileceklerimiz var. Sorumluluk almak, bilinçlenmek, etkili önlemler geliştirmek ve devletin kaynaklarını etkin kullanmasını sağlamakla bu yıkımı durdurabiliriz. Çünkü ormanlarımızı korumak aslında kendimizi, çocuklarımızın yarınlarını korumak demek. Gelecek nesillere, sadece külleri değil; yeşil, canlı ve umut dolu ormanlar bırakmak bizim elimizde.

Dickman, Chris. “More than One Billion Animals Killed in Australian Bushfires.” University of
Sydney, 8 Ocak 2020.

Üsküdar Üniversitesi. “Orman Yangınları Yüzde 90 İnsan Kaynaklı!” Üsküdar Üniversitesi Haberleri, 4
Tem. 2023.

UC Davis Health. How Wildfire Smoke and Ash Impact Your Health and How to Protect Yourself. Air
Quality Research Center, University of California, Davis, 10 Jan. 2025.

Zhang, Yiwen, et al. “Preterm Birth and Term Low Birth Weight Associated with Wildfire‑Specific
PM₂.₅: A Cohort Study in New South Wales, Australia during 2016–2019.” Environmental
International.

Global Panorama. “Threats to Turkey’s Endemic Species Due to Wildfires” Global Panorama
Environmental Reports, 2025.

Agbeshie, Alex Amerh, et al. “A Review of the Effects of Forest Fire on Soil Properties” Journal of Forestry Research, vol. 33, 2022, pp. 1419–1441.

TEMA Vakfı, “Türkiye’nin Orman Yangınları Riski Raporu”, 2023.

BBC Türkçe, “Orman yangınları: Türk Hava Kurumu ile Tarım ve Orman Bakanlığı neden
eleştiriliyor?” BBC News Türkçe, 30 Temmuz 2021, güncelleme 1 Ağustos 2021.

(LH/AB)

Birlikte yaşadığım köpeğin (orta boy ve yaklaşık 14 kilo), gözlemlerime göre dominant bir karakteri var ve bu nedenle, kendisi gibi dominant özellikler sergileyen köpeklerle daha kolay sosyalleşiyor. Kendisinden küçük olduğunu anladığı ya da güçsüz gördüğü köpekleri koklayıp geçmekle yetinirken, özellikle kurt köpekleri gibi iri cüsseli hayvanlarla son derece iyi anlaşıyor. Hatta öyle ki, kurtların üstüne çıkmasına izin veriyor ve antroposentrik bir bakış açısıyla bizlerin “teslimiyet” olarak okuduğu karın açma jestinde bulunuyor.

Bu sosyalleşmeler, benim için sınırsız bir gözlem imkânı tanıyor. Sürekli kendisinden yeni bir şeyler öğrendiğim Küba’nın, kurtlarla ve diğer büyük köpeklerle daha iyi anlaşması şunu fark etmeme neden oldu: Bu tanıma uyan tanıştığım yaklaşık 10 kurdun, birlikte yaşadığı insanların yüzde 90’ı erkekti. Erkeklerin fiziksel görünüşleri, köpekleriyle benzerlik gösteriyordu: Uzun boylu, kaslı ve maskülen. Mahallemizde feminen tek bir sızıntıya yer yok yani, anladınız mı? Ve ilginçtir ki, bu kurtlar son derece itaatkâr ve komutları eksiksiz yerine getiren hayvanlar. Benim Küba’ya “Lütfen buraya gelir misin?” diye yalvardığım düzlemde, onlar, birlikte yaşadıkları erkeklerin tek işaretiyle ok gibi fırlıyorlar.

Bu durumu sadece ben fark etmiş olamazdım ve sadece benim feminizmim homurdanmaya başlamış olamazdı. Konuya dair kafa yoran insanların yazdıklarını okumak için yaptığım ilk taramada Reddit’teki kullanıcılardan birinin yorumuna denk geldim.

Küçük bir rehber köpekle yaşayan bir kullanıcı, deneyimini şöyle aktarıyordu:

“Köpeğim rehber köpek olmak üzere eğitim alıyor. Köpek benim; ancak birçok kişinin aklına bu ihtimal gelmiyor bile. Onu başkası için eğittiğimi düşünüyorlar. Belki yeterince ‘engelli’ görünmediğim ya da fazla bağımsız davrandığım için, belki de yeleğini giydiğinde ona karşı aşırı disiplinli davrandığım için. Yetişkin, bağımsız bir erkeğin rehber köpeği olmaz mı? Özellikle de köpek küçükse? Şu birkaç........

© Bianet