menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bırakılan silahların yankıları: PKK ve ETA’nın karşılaştırmalı analizi

21 15
07.06.2025

Türkiye’de bir süredir PKK ile devlet arasında bir çeşit müzakere süreci yürüyor. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin gündeme taşımasıyla kamuoyunda yankı bulan ve ardından PKK’nin kurucu lideri Abdullah Öcalan’ın yaptığı silah bırakma çağrısı ile devam etti.

PKK’nin düzenlediği kongre ile kendini feshetme kararı vermesi ile birlikte süreç daha da ciddi bir görünüm kazandı. Kamuoyu açısından devam eden sürecin ayrıntıları henüz yeterince bilinmediği için ister istemez farklı ülkelerde yaşanmış geçmiş barış süreci silah bırakma deneyimleri aydınlatıcı olabiliyor.

Kolombiya’daki örnekleri daha önce konuşmuştuk1. Fakat aklımıza sadece Latin Amerika gelmiyor, FARC ya da ELN gibi İspanya’nın Bask Bölgesi’nde silahlı örgüt ETA’nın feshi ve başarısızlığa uğrayan barış görüşmeleri de bize bu anlamda incelemeye değer bir örnek sunuyor.

Ne de olsa dönemin Başbakanı Tansu Çiller de “İspanya'nın tecrübesinden yararlanmak istiyoruz” sözleri de bu iki ülkedeki benzerliklerin ve farklılıkların dikkat çekici olabileceğini işaret ediyor.

Biz de Hacettepe Üniversitesi, İletişim Bilimleri Bölümü'nden Sosyolog Barış Tuğrul ile bu konuyu mümkün olduğunca ayrıntılı bir şekilde konuştuk.

Doktorasını École des Hautes Études en Sciences Sociales'de (EHESS Paris) siyaset bilimi, Universidad del País Vasco'da (UPV/EHU Bilbao) sosyoloji alanında, Bask ve Kürt hareketlerinde siyasal şiddetin kuşak perspektifinden incelemesi üzerine yapan Tuğrul, bize hem ETA deneyimini hem de her iki örnek arasındaki benzerlikleri ve farkları anlattı.


ETA, ismini sık duyduğumuz ancak ayrıntılarına pek hakim olmadığımız bir örgüt. Bu sebeple belki önce biraz ETA’yı ortaya çıkaran tarihsel koşulları konuşabiliriz? Aynı dönem tüm Avrupa’da, hatta dünyada benzeri şehir gerillası örgütlerine rastlıyoruz. İspanya özelinde konuşmak gerekirse Bask Bölgesi’nde yaşanan hangi gelişmeler sonucunda ETA’nın ortaya çıktığını söyleyebiliriz?

ETA, yani Bask dilindeki açılımıyla Bask Yurdu ve Özgürlük örgütü 1950'lerde, İspanya'da Franco rejiminin yerleştiği bir dönemde Bilbao şehrindeki Deusto Üniversitesi'nde öğrenim gören ve önemli bir kısmı o dönemde Fransa'da sürgünde bulunan Milliyetçi Bask Partisi (PNV) hükümetinin yer altında faaliyet gösteren gençlik örgütüne mensup bir grup üniversite öğrencisi tarafından kuruldu.

Deusto, liberal fikirlerin öne çıktığı, toplumsal adaleti ve özgürlük teolojisini2 savunan Cizvit tarikatının etkili olduğu bir okuldu ve Cizvit Katolisizminin bu fikirleri örgütün ilk dönemi üzerinde çok etkili oldu. İlk başta EKİN adıyla kurulan örgüt, kısa bir süre sonra sonra bugüne kadar bilinen ismini aldı.

Şunun altını çizerek başlamak uygun olacaktır ki ETA ortaya çıktığı dönemde Küba Devrimi, Cezayir Savaşı gibi sömürgecilik karşıtı hareketlerin etkisiyle teorik olarak silahlı mücadeleyi benimsemiş olsa da örgütün ilk dönem eylemleri büyük ses getiren ve Franco rejimine karşı ciddi tehdit oluşturan eylemler değildi; ‘gece operasyonlarıyla’ elektrik direklerine o dönemde yasak olan Bask bayrağı Ikurriña'nın asılması, Franco rejimini temsil eden heykel, büst vb. sembollerin tahrip edilmesi gibi eylemler bugün çok masumane görünse de diktatörlük koşulları altında oldukça riskli sayılabilecek eylemlerdi.

Örgütün ilk silahlı eylemleri ancak 1960'ların sonunda, şehir gerillası ya da ETA'nın ilk dönem ideologlarından Federico Krutwig'in o dönem ‘ETA'nın İncil'i’ olarak kabul edilen meşhur Vasconia kitabında kullandığı tabirle ‘asfalt gerillası’ örgütlenmeleri ise ancak 1970'lerin başında gelişme fırsatı buldu ve özellikle de diktatörün 1975'te ölümünü takip eden yıllarda İspanya resmî tarihinde ‘demokrasiye geçiş dönemi’ (transición) diye adlandırılan dönemde zirve yaptı.

İspanya'da Franco sonrası liberal demokrasiye geçişle birlikte Bask ve İspanyol akademilerinde genel olarak Bask milliyetçiliği, özel olaraksa ETA ve siyasal şiddet fenomeni üzerine çok önemli çalışmalar yapıldığını ve ciddi bir veri havuzunun oluştuğunu görüyoruz.

Her ne kadar çatışmanın seyriyle birlikte akademide de İspanyol ve Bask milliyetçiler arasında ETA'nın toplumsal meşruiyetindeki ‘istikrarlı’ düşüşe paralel olarak gitgide ilk grubun lehine ciddi bir kutuplaşma olduğuna şahit olsak da ETA'yı doğuran konjonktürel objektif koşullar üzerinde genellikle bir mutabakat söz konusudur, ama bu koşulların daha iyi anlaşılabilmesi için tarihsel bağlamı özetlememiz gerekiyor.

Geleneksel Bask milliyetçiliğinin ideolojik ve sembolik evreni, 19. yüzyılın son çeyreğinde Sabino Arana tarafından geliştirilmişti. Arana, aynı zamanda muhafazakâr PNV’yi de kurarak gelenekel Bask milliyetçiliğini kurumsallaştıran kişidir.

Saf bir Bask ırkı tahayyülüne dayalı bu romantik milliyetçiliğin diğer iki önemli sacayağı Katolik dini ve Bask dili Euskera'ydı. İspanya İç Savaşı patlak verdiğinde koyu Katolik bir toplumsal taban desteğini arkasına almış olan PNV, inanç zemininde tamamen örtüştüğü, ama ulusal kimlik anlamında da tamamen zıt düştüğü Franco'nun nasyonal-Katolisizm doktrinine karşı Bask kimliğini ve özerkliğini tanımaya yatkın seküler-komünist İkinci Cumhuriyetçileri desteklemişti.

‘Din kardeşlerine’ değil de komünistlere verilen bu destek biraz paradoksal gözükse de aslında bizlere o dönemde artık politik olanın dini olanın önüne geçtiğini göstermesi bakımından önemli. Bu durum, savaşı kazanan Franco güçleri tarafından ‘ihanetçi vilayetler’ olarak yaftalanan Bask Ülkesi'nin iki önemli bölgesi Bizkaia ve Gipuzkoa'nın sürekli bir rejim baskısı ve şiddetine maruz kalmasına sebep oldu.

Gernika bombardımanı gibi aşina olduğumuz trajedilere rağmen İspanya İç Savaşı esasen ülkenin diğer bölgelerinde çok daha şiddetli ve kanlı geçmişti, ancak ilân edilen olağanüstü hal ve sokağa çıkma yasakları gibi savaş sonrası uygulanan baskı ve devlet şiddeti göstergelerine baktığımızda Bask Ülkesi'nin açık ara önde olduğunu görüyoruz.

Bunun çok temel bir sebebi var: Franco rejimi tüm İspanya'da meşruiyetini Katolik kilisesi ve bu kurum üzerinden verilen dine dayalı eğitimle sağlamak durumundaydı; ancak Bask Ülkesi'ndeki milliyetçi rahipler İç Savaş'ta seküler cumhuriyetçileri desteklemişti. Bu yüzden de rejimin elinde Bask Ülkesi'ndeki meşruiyeti sağlayabileceği tek bir araç kalıyordu: Şiddet.

Rejim, fiziksel şiddetin yanı sıra sembolik alanda da şiddeti hakim kıldı: Bask sembolik evreni, özellikle de zaten İspanyol göçü sebebiyle Bask Ülkesi'nde oldukça dezavantajlı bir konumda olan Euskera bu dönemde kamusal alandan tamamen silindi, özel alanda ise baskıcı rejim birçok aileyi çocuklarının istikbali için dilin gelecek kuşaklara aktarılması konusunda tereddütte bıraktı. Bu da İç Savaş'ın travmasını doğrudan yaşamayan, ancak Bask kültürü ve ulusal değerleri bakımından en ağır sonuçlarına katlanarak sosyalleşen kuşağın yalnızca rejime karşı bir nefret duygusu gütmesine değil, ama rejim tarafından sindirilmiş anne ve babalarının pasif tutumuna karşı da tepki göstermesine sebep oldu.

Nitekim, İç Savaş'ın sona erdiği 1939 yılının üzerine kabaca 20 yıl eklediğinizde EKİN/ETA'nın doğduğu yıllara gelmeniz hiç de tesadüfi değildir.

Yine bu dönemde İç Savaş sırasında ilk Bask özerk bölge başkanı (Lehendakari) seçilen José Antonio Agirre ve PNV'nin diğer kurmayları Paris'te sürgündeydi ve hiçbir şekilde rejime karşı aktif bir mücadeleye yanaşmıyorlardı.

Agirre'ye göre Franco'nun dostu Hitler'in faşizmini yenilgiye uğratan Müttefikler en nihayetinde İspanya'daki faşizmi de yıkacak, İspanya'da demokratik bir rejim tahsis edilecek ve II. Cumhuriyet döneminde çetin bir müzakereyle elde edilmiş Bask özerkliği anayasal güvence altına alınacaktı.

Franco İspanyası'nın 1955'te Birleşmiş Milletler’e (BM) kabul edilmesi, bu beklentinin tamamen boş olduğunu gösterdi. Bu durumda genç kuşaklar için kendi göbeklerini kendilerinin kesmesinden başka alternatif kalmadı. İşte ETA, böyle bir ortama doğdu ve bu doğuş aynı zamanda Katolik muhafazakâr, ırka dayalı Bask milliyetçiliğinden de kuşaksal bir kopuşun ilk adımı oldu.

Uzun yıllar Franco faşizmine karşı tek ciddi direniş hareketi olarak gelişen ETA, zamanla seküler, ırka dayalı olmayan Bask neo-milliyetçiliği ya da Bask yurtsever solunun (izquierda abertzale) avant-garde aktörü olarak ciddi bir toplumsal tabana sahip oldu.

ETA’nın kuruluştan sonrasına baktığımızda birden fazla jenerasyon olduğunu görüyoruz. Hatta aslında birden fazla yöntemin de benimsendiğine rastlıyoruz. Daha iyi anlayabilmek için tarihsel zaman dilimlerini nasıl tasnif etmek gerekir?

Bu soru son derece isabetli bir soru ve belki de tam da bu noktada Kürt ve Bask ulusal yeniden uyanışı şeklinde tarif edilen tarihsel döneme karşılaştırmalı bir giriş yapmak anlamlı olabilir.

Türkiye Kürdistanı'nda 1937-38 Dersim katliamını takip eden yıllarda karşımıza çıkan ‘sessizlik kuşağı’na çok benzer bir olgu İspanya'da İç Savaş sonrasında da karşımıza çıkıyor.

Türkiye'de bu sessizlik duvarı biraz devletin de ‘önayak’ olmasıyla ilk kez 1950'lerin sonunda 49'lar davası ile yıkılmasa bile yavaştan çatırdamaya başlıyor.

27 Mayıs 1960 sonrasındaki siyasi iklim, Irak Kürdistan'ında Molla Mustafa Barzani hareketinin kaçınılmaz etkisi ve devletin bunun karşısında gösterdiği refleks, TİP altındaki ‘Doğulular’ tecrübesi, DDKO'yla birlikte Doğulular'ın Türkiye solundan kopuşu ve nihayet 12 Mart 1971 sonrası gelinen atomizasyon dönemi, Apocular/PKK'in de aralarında olduğu bir düzine örgüt ve gruba giden süreç.

Bu dönem, bir yandan zengin ideolojik tartışmaların yaşandığı, çeşitli yayınlarla Kürdistan için birbirinden farklı siyasi reçetelerin sunulduğu, ama aynı zamanda bu örgüt ve gruplar arasındaki çekişmenin ve siyasal şiddetin gittikçe ön plana çıktığı ve nihayet 12 Eylül 1980'e kadar bu dinamizmi koruyan bir dönemdi.

Türkiye Kürdistanı'nda rakip örgüt ve gruplar arasında gözlemlediğimiz bu zengin, ama bir o kadar da hasmane tablonun bir benzeri Bask Ülkesi'nde ETA çatısı altında karşımıza çıkıyor. Örgütün Zutik ve Hautsi gibi 1960'lardaki ilk dönem yayınlarından oluşan her biri yaklaşık 500 sayfalık 18 ciltlik arşivi bu tartışma ve itilafların yoğunluğunu ve derinliğini bize gösteriyor.

Bu arşivi titizlikle incelemiş olan merhum Bask tarihçi José María Garmendia'nın da altını çizdiği gibi belki de bu sebeple tekil bir örgüt olarak ETA demek yerine, çoğul bir ifadeyle ‘ETA'lar’ demek daha doğru olacaktır.

Sadece birkaç örnek vermek gerekirse, Franco'nun baskı rejimi altında daha çok kültürel-linguistik kaygılarla hareket eden ETA'nın kurucularından José Luis Álvarez Enparantza'nın (Txillardegi) başını çektiği Branka grubu Gandi'nin şiddet karşıtı tutumunu savunuyordu.

Buna karşın daha çok Fanoncu bir sömürgecilik karşıtı mücadeleyi benimseyenler 1964'teki 3. kurultayda ‘şiddet spirali’ teorisini benimsediler.

Bu teori 1990'larda Kürdistan'da görülen ‘serhildan4’ fenomenini andırıyordu: ETA'nın her eylemi sonrasında rejim güçleri ayrım gözetmeksizin tüm halkı cezalandıracak, şiddete maruz kalan halk ETA'yı daha fazla destekleyecek ve bu şekilde spiral gitgide genişleyip bir halk ayaklanmasıyla ve devrimle sonuçlanacaktı.

Bir başka itilaf daha çok sosyalist çizgide olan ve İspanya genelinde işçi sınıfı örgütlenme ve seferberliği için yalnızca ‘sınırlı şiddet’ yöntemini (fabrika sabotaj eylemleri, gösteriler vb.) savunan ETA-berri (Yeni ETA) ile ismini örgütün 5. kurultayından alan ve ulusal özgürlük için Marksist devrimci şiddeti savunan ETA-V arasındaydı.

ETA-berri bir süre sonra İspanya Komünist Hareketi (MCE) ismiyle İspanya soluna eklemlenip siyasi mücadelesine devam ederken ETA-V de kendi içinde Kızıl Hücreler (Celulas rojas) ve İşçi Cephesi (Frente laboral) şeklinde ikiye bölündü. Örgütün olaylı 6. kurultayına Fransa'da sürgünden bir mektup gönderen milis ve culturalistas grupları bu durumu protesto ederek hakiki ETA-V'in aslında kendilerini olduklarını ileri sürdüler.

ETA içindeki bu dinamik tartışma, bölünme ve kopuşlar 1974 yılında örgütün ETA militarra ve ETA politiko-militarra şeklinde nihai bölünmesiyle sonuçlandı ve sonrasında da devam etti. Demek istediğim, aslında "ETA diye bir terör örgütü var ve 1959'dan 2018'e kadar terör eylemleri gerçekleştirdi" şeklindeki hakim anlatı, İspanya'da özellikle 1980'lerin sonlarından itibaren son derece bilinçli bir şekilde kurumlarıyla, medyasıyla, sivil toplumuyla, hatta akademisiyle ilmek ilmek örülmüş ve birçok Bask da dahil olmak üzere kamuoyunun zihnine kazınmış bir anlatıdır.

Şunu ekleyerek soruyu noktalamak doğru olaraktır ki eğer Bask çatışması tarihini bu egemen anlatının yaptığı gibi bir kazananlar-kaybedenler, demokratlar-teröristler tarihine indirgersek -ki bu da son derece yanlış bir yaklaşımdır- ETA'nın bu mücadeleyi esas kaybettiği nokta silahlı mücadele alanı değil, bu egemen anlatı karşısında ikna edici, alternatif bir anlatı geliştirememesi, daha doğrusu geliştirdiği alternatif anlatıyı Bask halkına yayacak mekanizmaları oluşturamamasıdır.

Peki ETA neden alternatif bir anlatı geliştiremedi ya da anlatısını Bask halkına ulaştıramadı? Ortaya koyduğu anlatı neydi, bu alternatif anlatı neden Bask halkını ikna edemedi?

1975'te diktatör öldüğünde az önce bahsettiğim gibi iki ETA var: ETA-m ve ETA-pm. Her ne kadar bu iki grup da diktatörün ölümünü takip eden siyasi belirsizlik atmosferinden memnun olmasa da ETA-pm zamanla kazanılmış siyasi, sosyal ve kültürel hakların salt siyasi bir mücadele için yeterli olduğu, şiddete gerek olmadığı sonucuna vararak çeşitli bölünme ve ayrılıklar sonrasında 1980'lerin ortalarına doğru yavaş yavaş silahlı mücadeleyi terk etti.

Örgütün içindeki silahlı mücadele yanlıları ETA-m altında faaliyetlerine devam ettiler ki bunlar içinde özel komandolar (bereziak) denen 1980'lerdeki en tartışmalı eylemleri gerçekleştirenler de vardı.

Öte yandan ETA-m, Franco sonrasındaki ‘demokrasiye geçiş dönemi’nin ‘aslında bir aldatmaca, sahte bir demokrasi olduğunu’ belirtip, yeni dönemi "Franco'suz Francoizm" olarak adlandırıyordu.

O yıllar için bu anlatının, dolayısıyla ETA'nın halen ciddi toplumsal destek görmesinin çok somut sebepleri vardı: Bir kere 1978 İspanya Anayasası aralarında Franco'nun sağ kolu ve İçişleri Bakanı Manuel Fraga'nın da olduğu eski rejim mensupları tarafından yazılmıştı.

Fraga, diktatörün ölümünden kısa süre sonra Vitoria-Gasteiz şehrinde grevdeki işçilere ateşli silahlarla müdahale emrini verip, 5 işçinin ölümüne, yüzlercesinin de yaralanmasına sebep olmuştu.

Yine ordu ve polis kademesinde yer alan üst düzey bütün isimler diktatörlük döneminde işledikleri zorla kaybetme ve işkence gibi suçların kanun önünde hesabını vermek şöyle dursun görevlerine devam ettiler.

1970'lerin başında 16 ETA mensubunun idam kararıyla sonuçlanan Burgos Davası ve diktatörün ölümünden hemen önce haklarındaki infaz kararını onadığı iki ETA militanı Juan Paredes (Txiki) ve Ángel Otaegui'nin kurşuna dizilmesi gibi olayların Bask toplumundaki travması henüz çok tazeydi.

Bunların yanı sıra demokrasiye geçiş döneminde Batallón Vasco-Español, Guerrilleros de Cristo Rey, AAA, ATE vb. bir düzine paramiliter örgüt Güney ve Kuzey Bask Ülkesi'nde (İspanya ve Fransa) sayısız yasadışı terörle mücadele eyleminde bulunuyordu.

Bütün bu olaylar ve bunların anlatılarına dayalı kolektif hafıza Bask halkının önemli bir kısmının seçimle göreve gelmemiş, hatta tacını bizzat Franco'nun elinden giymiş olan I. Juan Carlos'un İspanya Krallığı'ndaki ‘demokratik geçişe’ kuşkuyla bakmasına, dolayısıyla ETA'nın anlatısının en azından Bask yurtsever sol çevrelerce kabul edilmesine olanak sağladı.

Hafıza demişken, her ne kadar bugün İspanya'da bunu ifade etmek Ceza Kanunu'nun 578. maddesine göre ‘terörizmi yüceltme’ suçu kapsamında değerlendirilse de Bask milliyetçiliğinin kurucu aktörü PNV sürgündeyken Franco rejimine karşı tek anlamlı mücadeleyi veren, etkisi gittikçe artan işçi grevlerinde aktif rol alan, General Franco'nun sağ kolu ve varisi Amiral Luis Carrero Blanco'yu 1973 Madrid'de infaz ederek rejimin devamını önleyen ETA'ydı ve bunun Bask kolektif hafızasındaki izlerini silmek zaman alacaktı.

Nitekim 1970'lerin sonunda önde gelen İspanyol sosyolog ve siyaset bilimci Juan José Linz ve meslektaşları tarafından yapılan ilk kamuoyu araştırmalarında Bask halkının P'si ETA militanlarını ‘vatanseverler’ ve ‘idealistler’ gibi olumlu sıfatlarla tanımlıyorlardı. 1980'lerin sonuna geldiğimizde bu oranların çarpıcı şekilde değiştiğini görüyoruz.

1980 ve 1990'lardaki bir dizi gelişmeyle örgütün toplumsal meşruiyeti gitgide sorgulanır hale geldiğinde ‘sahte demokrasi’ anlatısı da toplumda giderek daha az karşılık bulmaya başladı; bu dönemde İspanya giderek daha kapsayıcı ve çoğulcu hale gelen liberal demokrasisini pekiştirmiş, NATO ve Avrupa Ekonomik Topluluğu'na üye olmuş, dikkate değer bir ekonomik büyüme sağlamış, hepsinden de önemlisi Bask-Navarra, Katalan ve Galiçya halklarına son derece geniş bir özerklik vermişti.

Evet, belki yeni kuşak paramiliter GAL örgütü 1980'lerin ortalarına kadar Santi Brouard gibi Bask yurtsever siyasetçiler de dahi sayısız infaz gerçekleştirmişti, ama Fransa'nın terörle mücadelede İspanya'yla tam bir işbirliği içine girmesinden sonra GAL faaliyetleri de bıçak gibi kesildi ve ‘sahte demokrasi’ anlatısı tabiri caizse son meşruiyet kaynağını da kaybetmiş oldu.

Bu gelişmelere paralel olarak ETA'nın, devleti müzakere masasına çekmek için şiddetin dozunu giderek arttırması ve Bask Ülkesi'nin dışına yayması da şiddet meşruiyetini sorgulatan önemli bir unsurdu.

Barcelona'daki Hipercor alışveriş merkezine, Zaragoza'daki askeri lojmanlara konulan bombalarla onlarca sivilin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan trajik eylemler gerçekleştirmesi, 1990'larda buna seçilmiş yerel siyasetçilerin infazı gibi siyasi cinayetlerin de eklenmesiyle Julen Madariaga gibi ETA'nın kurucuları da dahil birçok Bask yurtsever, örgütü açıkça kınayan açıklamalar yapmaya başladı.

1997'de Ermua belediye meclis üyesi Miguel Ángel Blanco'nun kaçırılıp birkaç gün sonra da infaz edilmesi bu anlamda bardağı taşıran son damlaydı. Bu olayla ilk kez Bask halkı şehir ve kasabalarda ETA ve şiddet karşıtı toplu gösteriler yapmaya başladı.

İspanya'da ‘Ermua ruhu’ diye adlandırılan bu dönüm noktasıyla ETA ve onun yörüngesindeki bütün yapılanmalar ciddi bir kuşatma altına alındı ve marjinalleştirildi; sivil toplum baskı altına alındı, Egin ve Egunkaria gibi Bask yurtsever soluna yakın gazeteler kapatıldı, yayınevleri hatta benim de araştırmam sırasında bir süre çalıştığım Lazkao kasabasındaki Benediktus rahipleri arşivi polis ve jandarma baskınları yapıldı. Bu şartlar altında ETA'nın herhangi bir anlatı inşa etmesi, etse bile bunu kitlelere yayabilmesi artık pek mümkün değildi.

Türkiye’den bakıldığında ETA, tekil bir örnek olarak değil, daha ziyade PKK ile birlikte ele alınıyor, hatta sık sık iki örnek arasında ‘bağlar’ kuruluyor. Fakat son kertede iki silahlı ulusal hareket geleneğini ele aldığımızda benzerliklerden daha fazla ‘farklılıklar’ göze çarpıyor. Karşılaştırmaları daha sağlıklı hale getirmeye yardımcı olmak adına kabaca bu benzerlikleri ve farklılıkları nasıl sıralayabiliriz?

ETA ve PKK arasındaki benzerlik ve farklılıklar hakkında konuşmaya başlamadan önce sanırım yine José María Garmendia'nın tespit ve önerisinden yola çıkarak ‘hangi ETA?’ ve ‘hangi PKK?’ sorularını sormamız gerekiyor ve bu da ister istemez bizi dönemsel bir perspektife götürüyor.

1960'ların başında Franco yanlısı İç Savaş gazilerini taşıyan treni başarısız bir şekilde raydan çıkarma teşebbüsünde bulunan ETA'yı mı, yoksa İspanya Kralı'na yatında suikast düzenleyebilmek için Fransız Bask Ülkesi'ndeki Sokoa mobilya fabrikasında bulunan silah deposuna kısa menzilli füze alan ETA'yı mı referans alacağız?

Yine benzer şekilde 1980'lerin başında enternasyonalist bir ruhla Bekaa Vadisi'nde Filistin gerillalarıyla birlikte eğitim alıp ilk gerilla savaşlarını ve ilk kayıplarını da İsrail'e karşı veren PKK'yi mi, yoksa kendilerinin ve Devlet Bahçeli'in adlandırdığı şekliyle kurucu önderleri yakalandıktan sonra Türkiye metropollerinde -yine kendi ifadeleriyle- ‘fedai eylemler’ yapan PKK'yi mi ele alacağız?

Demek istediğim şu ki, her iki örgüt de farklı dönemlerde işlevsel olduklarını düşündükleri farklı eylem ‘repertuvarları’ uyguladılar. "ETA şehirlerde, PKK kırsalda eylem yapıyordu" gibi bir ayrım hem bu dönemselliği gözardı etmek olur hem de çok sığ bir yaklaşımdır.

Evet, genel olarak konuşacak olursak ETA daha önceden de bahsettiğimiz gibi daha çok şehir gerillacılığı diyebileceğimiz eylemlerde bulundu.

Bask Ülkesi'nin birçok şehir ve kasabasında 3-4 kişilik ‘legal’ komandolar, yani henüz ifşa olmamış militanların oluşturduğu hücreler (talde) vardı. Kimliği ifşa olup da polis tarafından aranan yeraltındakiler (liberados) ise sahte kimliklerle eylemler gerçekleştiriyorlardı.

Ama mesela IV. Kurultay'da örgütün askeri sorumlusu seçilen Xabier Zumalde (el cabra) dönemin kırsal gerilla mücadelesinin, özellikle de Küba devriminin efsanevi kumandanı Che Guevera'nın etkisiyle çok kısa da sürse Las Cabras denilen kırsal gerilla grubunu kurmuştu. Örgütten ayrıldıktan sonra yayınladığı hatıralarında bu grubu neden ve nasıl kurduğunu, nasıl eğitim aldıklarını detaylı şekilde anlatır.

Ancak son derece sanayileşmiş bir bölge olan Bask Ülkesi'nde kırsal nüfus son derece azdı ve esas örgütlenme işçi sınıfının yoğunluklu olduğu Bilbao merkez veya Gipuzkoa'nın kasabalarında gerçekleşmesi gerekiyordu.

Bunun için de ETA yalnızca şehirlerde aktif eylemlerde bulundu, ama bu eylemler yalnızca silahlı eylemler değildi; sendikal faaliyetlerde, Lemoiz nükleer enerji santrali inşaatı ve zorunlu askerik kanunu karşıtlığı (insumisión) gibi toplumsal hareketlerde yer aldı, bu hareketleri örgütledi.

Öte yandan açılımı Kürdistan İşçi Partisi olmakla ve 1978 Manifestosu'nda kendisini Marksist-Leninist bir örgüt........

© Bianet