menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Trump’ın gürültülü patırtılı açıklamaları

7 15
28.06.2025

Trump başkan seçildikten sonra diplomatik dilden uzak, üstenci, nobran, “ben yaparım” ve tehdit dolu açıklamalarıyla bir hayli dikkat çekti, çekmeye de devam ediyor.

Köyün Delisi gibi değneğini gerek iç politikada gerekse dış politikada bir o yana bir bu yana savurup duruyor.

En son İsrail’in İran’a saldırısını teşvik etti ve destekledi. Öyle ki, İran’ın nükleer tesislerini bombalayarak savaşa fiili olarak katıldı. Ve hemen arkasından İsrail İran arasında ateşkes ilan edilmesini sağladı. Trump üstelik savaşın adını da 1967 Mısır İsrail arasındaki 6 gün savaşını anıştırır tarzda, 12 gün savaşı koydu.

Trump’ın köyün delisi görünümündeki davranışlarının bir boyutunu kişilik yapısı oluştursa da bunun altında ABD’nin sıkışmışlığı ve dünyayı yeniden dizayn çabaları yatıyor. 2024 yılı verilerine göre ABD’nin bütçe açığı 1,8 trilyon dolar ve dış ticaret açığı ise, 1 trilyon dolardan fazla.

Trump Hükümeti tasarruf tedbirlerine ve sübvansiyon kısıtlamalarına gitmekte. ABD gibi güçlü bir ekonomi bu açıkları kapatır denilebilir. Ancak son senelerden beri görünen o ki, açıklar büyüyerek devam ediyor.

Trump’ın, daha doğrusu ABD’nin asıl sorunu dış politikadaki durumudur.

Kasım 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılışı, Sosyalist Blok’un da çöküşünün simgesidir. O güne kadar dünya iki kutuplu olarak, siyasi, askeri ve ekonomik sistem ayrışması ve ‘çatışması’ alanına bölünmüştü. Bu iki alan arasında pek istikrarlı olmayan bir Üçüncü Dünya Ülkeleri vardı.

İki kutuplu dünyada da bölgesel çatışmalar, savaşlar oluyordu. Ancak bunların sayıları ve boyutları bir ölçüde tarafların ağırlığıyla kontrol edilebiliyordu. Yani taraflardan her birinin hadsizliğe varan olası tavırları frenlendiği gibi, kimi zaman politik törpülenmeler daha kolay sağlanabiliyordu.

Doğu Blok’unun alandan çekilmesiyle birlikte dünya tek boyuta (merkeze) dönüştü. ABD öncülüğündeki Batı, tarihi ve sınıfsal düşmanı sosyalist sistemin sahayı terkiyle birlikte büyük bir nefes alarak, artık dünyanın geri kalan coğrafyasında rahatlıkla at koşturacağını gördü. Koşturdu da!

Komünizm tehlikesinden azade Batı kapitalizmi artık dünya üzerinde sermayesiyle, askeriyle, teknolojisiyle hegemonyasını alabildiğine genişletmenin rahatlığındaydı.

Sermaye daha çok uluslararası nitelik kazandı, bilgisayar çağının imkanlarıyla tuşların ucunda milyar dolarların dolaşımı daha kolay aktı. Batı ucuz emek üzerinden daha çok kar etmek için, özellikle kendi ülkelerindeki çevre kirliliği oluşturan üretim tesislerini teknolojisiyle birlikte ucuz iş gücüne sahip ülkelere taşıdı.

1990’lardan sonra bu olanlara küreselleşme denilerek büyük övgüler düzüldü ve demokrasi umutları arttı. Tabi ki, sermaye küreselleşirken emeğin küreselleşmesine izin verilmedi. Özellikle liberal ve kimi sol çevreler, meta ekonomisin dünyanın en ücra köşelerine kadar yayan küreselleşmenin geri ülkelerde kapitalizmi geliştireceği (Öyle ya; Lenin “Rusya’da kapitalizmin gelişmesi’ kitabını boşuna yazmamıştı) ve bunun da demokrasinin önünü açacağını umdular. Öyle ki, ulus devletlerin sönümlenmeye başladığını bile iddia edenler çıktı.

Liberal, demokrat ve kimi sol çevrelerin bu iyimserliklerle başı dönerken, yatırım yapılan ülkelerdeki iktidar çevreleri ise, küreselleşme denilen bu süreçten büyük karlar elde etmenin hesaplarını yaptılar. Hem de o sönümlendiği sanılan devletlerin kamu kaynaklarını ve finans gücünü hortumlayarak!

Ancak beklenen olmadı!

Olanlardan sonra söylemek, yazmak kolay. Hâlbuki ben de bir zamanlar bu iyimserliğe kapılmıştım. Neydi o 2000’lerdeki AB hikâyeleri, değil mi?

Elbette kapitalizmin öteden beri bir küresel bir yapısı var. Ama sözünü ettiğim küreselleşme, başta Batı hegemonyasının 1990’lardan 2015’lerekadar devam eden tek kutuplu dünyadaki ulaştığı şeklidir.

1990’da sistemin çökmesiyle ortaya çıkan birçok sorunla boğuşan Rusya’nın bırakın çevresine bakacak halini, neredeyse devlet olma hali kalmamıştı. Çin ise, hala bir üçüncü dünya ülkesi konumunda geri bir üretim kapasitesine ve teknoloji fakirliğine sahipti.

Varşova Paktı dağılmasına rağmen, onunla aynı varlık gerekçesine sahip olan NATO dağıtılmadı. Kimsenin de doğru dürüst (Bazı AB ülkelerinden cılız sesler yükseldi) itirazı olamadı. Hani NATO komünizm tehlikesine karşı kurulmuştu?

Ancak 2000’lerle birlikte Putin diktası iktidarını kurdu ve o zamandan itibaren Rusya toparlanmaya başladı.

Çin ise, batının ülkesine yaptığı yatırımları çok iyi şekilde kullanarak içeride yoğun emeği teknolojiyle destekleyerek, askeri alan da dahil olmak üzere büyük bir sıçrama yaptı. Öyle ki Çin başta Afrika olmak üzere dünyaya sermaye ihracı ve yatırımları yapan ülke konumuna yükseldi. Çin firması Huawe’nin (Telekomünikasyon, yarı iletken ağlar, telefonlar, dinleme yapılamayan denizaltı internet kabloları, çipler vb.) 1990’lardaki kuruluşundan sonraki hızla gelişmesi, alanındaki üretim büyümesinin batı sermayesini zorlaması bunun tipik bir örneğidir. Eva Dou’nun “Huawe” kitabı bu süreci çok iyi anlatmakta.

Küçük boyutlu da olsa, diğer bazı ülkelerde de benzer gelişmeler yaşandı.

Bu gelişmeler dünya üzerinde yeniden bir hegemonya paylaşımı/çatışması yarattı.

Bu durum karşısında batı, 90’larda başlayan ve 20-25 sene devam ettirdiği küreselleşmeyi frenledi. Batı diğer ülkelere yaptığı teknoloji içerikli üretim yatırımlarını tekrar kendi ülkelerine çekti.

Rusya’yı diz çöktürmek için 2014’lerden itibaren Ukrayna sorunu tezgahlandı. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali (mecbur bırakılması mı demeliyiz? ), ABD planlarının tuttuğunu gösterdi. Böylece hem Rusya’nın ekonomik ve askeri enerjisi emildi hem de AB ülkeleri ABD’nin arkasında hizalandı.

Orta Doğu ve Afganistan’daki olanlar büyük bir göç ve sığınmacı sorunu yarattı. Zaten fakir Afrika Fas tarafından büyük bir yığılmayla İspanya üzerinden sığınmacı baskısı oluşturmakta. ABD sahip olduğu coğrafi konumu nedeniyle Meksika hariç, yoğun bir sığınmacı ve göç baskısıyla karşı karşıya değil. Ama AB ülkeleri, her ne kadar kendi işgücü ihtiyacını karşılama gibi bir fayda sağlasa da bundan daha çok, göçmen krizini yaşıyor.

Bütün bunların politik tezahürü, demokrasinin içinin boşatılması ve gittikçe otoriter iktidarların kurulması oldu.

Örneğin AHİM’e imza koyanlar, AHİM kararlarını tanımamaya başladı. Batı, kendi demokratik değerlerini gerek içte gerek dışta çöpe atanlara karşı bir yaptırımı bulunamıyor, bulunmak da istemiyor.

Kısacası dünyada baskıcı, otoriter, faşizan iktidarlar, anti demokratik siyaset ve siyasetçiler kesin egemenlik kurdu.

İsrail İran Savaşına ve ABD’nin İran nükleer tesislerini bombalamasına dair farklı açılardan değerlendirmeler yapılabilir. Ancak bütün bu değerlendirmelerin temelini hegemonik alan mücadelesi ve özellikle ABD’nin tek kutuplu dünya dayatması oluşturmaktadır.

Bu dayatmanın başarılı olmadığının göstergesi, İsrail İran savaşının 12 gün sonra, üstelik taraf olan ABD’nin baskısıyla sona erdirilmesidir. Burada Rusya ve Çin faktörünün önemi görmezden gelinemez.

Burnt by the Sun (1994) – Nikita Mikhalkov
Stalin döneminin baskıcı atmosferinde geçen bu çarpıcı film, Sovyet sisteminin bireyler üzerinde yarattığı travmaları gözler önüne seriyor. Devletin gözünde sadakatle ödüllendirilmiş bir askerin, rejimin kıskacında yaşadığı ihanet ve çöküş hissi, izleyiciye güçlü bir duygusal deneyim sunuyor.
Film, 1994 yılında En İyi Yabancı Film Oscar’ı ile onurlandırıldı.
Teması: Devlet baskısı, ihanet ve bireysel çöküş.

Good Bye Lenin! (2003) – Wolfgang Becker
Berlin Duvarı'nın yıkılışından sonra Doğu Almanya’da geçen bu trajikomik hikâye, sistem değişiminin sıradan insanlar üzerindeki etkisini incelikle anlatıyor. Sosyalist rejimin sadık bir savunucusu olan annesi komadayken, dünya değişir. Uyanmasın diye çocuklarının kurduğu sahte “eski rejim” gerçekliği, hem hüzünlü hem de eğlenceli anlarla örülür.
Teması: Sistem değişikliği, nostalji ve geçiş dönemi travması.

(HŞ/EMK)

Haber moda dünyasını adeta çalkalamıştı: Gezegenin ticaret devlerinden Adidas’ın yeni Co-Ceo’su bir zamanlar mevzubahis şirkette konfeksiyon tezgâhında çalışmış bir işçiydi. Aynı zamanda sendika başkanı da olan “Vay Ya Nak Phoan” beynelmilel şirketin Sosyal ve Çevresel Sorumluluklar........

© Bianet