menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

“Hakikat iki kişiye muhtaçtır: Biri onu dillendiren, diğeri onu anlayan”

16 0
04.08.2025

Yüreğindeki çocuk, hep yaşasın isteyenlerin başucu kitabıdır, Küçük Prens… Yüreğinde bir çocukla yaşayanlar bilir.’ "Gülünü senin için önemli kılan, onun için harcamış olduğun zamandır’’ der, tilki, Küçük Prense,’’ İnsanlar bu hakikati unuttular.’’

Hakikatlerin unutturulduğu bir çağda yaşıyoruz. Büyük meşguliyetlerin olduğu, büyük insanlar çağı... Öyle bir çağ ki her şeyin geri ödemesini zaman ile yaptığımız... Ve elbette zaman, bu kadar pahalı ise, öyle küçük işlere de harcanmamalı.

Tam da bu yüzden, zaman ile ödemesini yaptığımız, modern insanın, önemliler listesi de çok farklı. Hangi toprağın bağrından koparılmış bilinmez, kederli zeytin ağaçlarının, modern peyzajlarda hüzünle baktığı, güvenlikli konutlar, son model arabalar, ismimizin önüne yazdırdığımız meslek ve kariyerimiz, dolaplarımıza yığdığımız, giymesek de biriktirdiğimiz giysilerimiz…

Bu büyük meşguliyetlerin içinde küçük işlere ayıracak zamanı yok, kapitalizm çağındaki, modern insanın. Ve hatta en çok da, insana ayıracak zamanı yok.

Ve fakat insan dediğimiz canlının, tarih boyunca rutine uymayanları vardır. Onlar her zaman ezberleri bozanlar ve her daim başka bir insanın kalbinde can bulanlardır. Barış ve demokratik toplum inşasında, kadınlar sağlamcılığı konuşuyor paneli, böyle bir arayışın çabasıydı ve insanın insana zaman ayırarak, bir diğerini önemli kıldığı, tarihe iz bırakan bir çalışma olarak hafızalara kazındı.

Öyle ki sözünün gücüyle, önünde kimsenin duramayacağı kadın mücadelesi ile engellilik olgusunun tüm farklı değiş noktalarıyla teması olan kadınların mücadelesinin, bir araya geldiği, eşsiz bir buluşmaydı. Eşsizdi, çünkü uzun bir süredir yapılmaması hepimiz için büyük bir eksiklikti ve ilkti.

Zira sayıları on milyonlarla ifade edilen engelli nüfusunun, muhtemel yarısı kadın engelli ve engelli çocukların tamamını doğuran ise, kadınlardı.

Diğer kalan erkek engelli nüfusa eş ya da tamamına kız kardeşleri de eklersek, karşımızda yirmi milyon kadına değen yakıcı ve aynı anda bir kadın sorunu haline gelmiş, eşitsizlik ve ayrımcılık üreten bir ideolojiyi, sağlamcılığı, bir arada konuşmamak, her iki mücadeleyi de eksik bırakacaktı.

Aynı yerlerden kırılanlar, kırıldıkları yerlerden birbirlerini tanırlar. Belki de bu yüzdendir, sağlamcılığın hedefi olmuş kadınlar dışında, salonun diğer yoğunluklu katılımcısı feminist kadınlardı.

Toplumun en çok marjinalleştirilmiş bu iki toplum kesimi, daha ilk temasta, normun dışında kalmış olanlar olarak, kırıklıklarından birbirlerini hemen tanımışlardı.

Panele davetli, ancak icabet etmemiş olanlar içinse, alışılageldiği gibi, engellilik meselesi, ‘’Hepimiz bir engelli adayıyız’’ mesafesi uzaklığında, adaylıkları sonuçlanmadığından olacak, henüz bu konuların içine dahil olmanın önemli olmadığını ve engellilerin bu konuyu kendi aralarında konuşması gerektiğini düşünmelerindendi.

Sonuçta herkesin dikkati gelenlerdeydi ve bu tarihsel çalışma, heyecanla başlamak üzereydi. Kadın mücadelesi ile alanın mücadelesinin kesişimselliğini de açığa çıkarmayı murat eden bu etkinlik, Aslı’nın içeri girdiği anda, bu fikri en başından doğrular nitelikteydi.

Öyle ki Aslı, o muhteşem tebessümü ve sıcaklığı ile gediğinde, birden hava değişti, neşeyle, arkadan kavrayarak, kısacık saçlarını düzeltti ve arkadaşlarına yöneldi,’’ Beğendiniz mi?’’ dedi;’’ Saçlarımı kendim kestim, kendim boyadım, civciv sarısı, güzel olmuş mu? ’’İşte bu kendi normalini yaratma özgüveni muhteşemdi.

Ne ilginçtir ki biraz sonra konuşacağımız konunun özeti tam da buydu. Erkek aklın, tarihsel hafızada, eş anlı olarak hem cinsiyetçiliği hem de sağlamcılığı inşa ettiği, kapitalizmin postmodern dünyasında bedeni, kendi analitik normlarında, meta ve tüketim nesnesine dönüştüren, normalliğin sorgulanması… Zira bizim mücadelemiz, her ne kadar hakim sağlamcılık ideolojisinde engellilik gibi gösterilse de asıl mücadelemiz, bu çağın hezeyanı olarak devamlı bir eksiklik ve tamamlanmamışlık hissi ile topluma kabul ettirilen normallikleydi.

Nitekim bu normali, kör aktivist panelistlerden olan Elif, Bolu’dan çantasına koyarak taşıyıp getirdiği farklı bardaklarla, metaforik bir anlatımla, inanılmaz zevkli bir sunuma dönüştürecekti. Özenle taşıdığı üç farklı bardağı masanın üstüne bıraktı, biri kağıt, diğeri saplı, çinko bir kupa ve bir diğeri ince belli çay bardağı. "Tarif eder misiniz?’’ dedi salondakilere, bardakları. Farklı fikirler vardı, tüm bardakların da aslında içine konulan sıvıları taşıma işlevselliği ayan beyandı.

Sonra Elif;’’ Peki içlerine sıcak bir sıvı koymamız gerekirse bunları taşımak için ne yapmamız gerekir? ‘’ diye sordu. Cevaplar tüm katılımcılardan süzülerek birleşti. Kağıt bardağa ikinci bir kağıt bardak geçirmek, ince belli çay bardağına altındaki daireyi kavrayan bir altlık bırakmak, kulplu olanın ise kulpundan tutmak yeterliydi. Tek bir çözüm hepsi için geçerli değildi ve her bir bardağın kendi özgünlükleriyle, işlevselliğini yerine getirmesi mümkündü. Kağıt bardaktan kulplu, cam bardaktan kağıt, kulplu ve hacimli bardaktan ince belli olması beklenmedi. Bir bardağa uygulanamayan tek tipleştirmenin, insan bedenine dayatılması, işte tam da böyle bir ironiydi ve sağlamcılığın kendisiydi. Ve şüphesiz, bu metaforla, salondaki tüm katılımcılar için bir bardak, bundan sonra sadece bir bardak değildi.

İl dışından katılımcı panelist Gül, sağlamcığın henüz yeni hayatına değdiği, farklı deneyimleriyle, bizi kapitalizmin bambaşka bir yönüyle yüzleştirmeye........

© Bianet